X

“İç sesini dinle” kabusu: İçgüdülerimiz her zaman güvenilir olmayabilir

Hayatımızdaki önemli bir kararla ilgili şüpheye düştüğümüzde alabileceğimiz en popüler tavsiye, “kalbini takip et”, “içgüdülerini kullan” ya da “iç sesini dinle”den ibaret oldu son dönemlerde. Acaba birisi de karşımıza çıkıp “kendini boşver, kendin kimsenin umurunda değil” dese, ne değişir? Bazen içimize değil de dışımıza bakmak daha mantıklı olabilir mi?

Hayatımızı nasıl yaşayacağımızın anahtarının benliğimizde olmadığı fikrine bir kulak versek keşke arada sırada. Benlik yalnızca bir fikir, bir yapı, kültürel tarihin bir yan ürünü. Bu nedenle, doğası gereği içsel olmaktan çok, aslında dışsal.

The Telegraph’ta 2014 tarihli bir makale yayımlanmış, bakın ne yazmışlar:

“Yeni yapılan bir araştırma, yöneticilerin sezgileriyle çelişen verileri sorgulayacaklarını ortaya koyuyor.”

Evet, sevgili kişisel gelişimciler, haklısınız! Bağırsaklarımıza daha çok güvenmemiz gerek, sonuçta üzerinde günlerce/aylarca çalışılmış, raporlandırılmış, test edilmiş ve onaylanmış veriler ne kadar değerli olabilir ki! (Hoş bazen manipüle edilmiş verileri de işimize geldiğinde sindiriveriyoruz. O da ayrı bir konu.)

Zaten genel gidişatımız gösteriyor ki veriler beyazın beyaz olduğunu gösterse bile eğer bağırsaklarımız bize beyazın siyah olduğunu söylüyorsa, bizler bağırsaklarımıza güvenmeye daha yatkınız.

Çoğu makalede yaşam tarzı önerileri “içinizde neler olup bittiğini gözlemleyin” minvalinde hicvediliyor. Tüm cevaplar zaten içinizde diyorlar. Hissettiklerinize göre hareket etmeye başlayın. Artık dünyanın geri kalanına uyum sağlamak zorunda kalmayacaksınız.

Mesela arketipsel olarak toplum, iyi bir siyasetçiyi neyin oluşturduğuna ilişkin nesnel standartlar belirler ve bunların içinizde nasıl hissettiğinizle hiçbir ilgisi yoktur. Bunlar, aklını kullanabilen herkesin değerlendirebileceği yeteneklerdir. Buna karşı çıkmak zor. Böyle bir sağduyunun unutulması veya kötüye kullanılması garip. Sarkaç bir tarafa çok fazla sallandı ve yeniden dengelenmesi gerekiyor. İç gözlemde bazı bilgeliklere ulaşılabilmesine rağmen, harikalar diyarında yaşayıp dış dünyayı ve diğer insanlardan gelen geri bildirimleri görmezden gelemeyiz. Öz değerlendirme söz konusu olduğunda birçok kör noktamız var ve çoğu zaman daha iyi hissetmek için kendimize yalan söyleyiveriyoruz. Şimdi gel de sürekli olarak iç sesine inan!

Fransız filozof Jean-Jacques Rousseau ve arkadaşı Denis Diderot ile ilgili güzel bir hikaye vardır.

Rousseau, içsel duyguların dış etkenlerden çok, gerçek benlik hakkında bilgi verdiğini iddia eden ilk yazarlardan biriydi. Pek çok şey yazdı, ancak “Emile ya da Eğitim Üzerine” adlı kitabı oldukça önemlidir. Bu kitap eğitimin ve insanın doğası üzerine bir incelemeydi. Kitapta çocuk yetiştirmek ile ilgili tavsiyeler dahi vardı. Rousseau’nun bu incelemesi yazıldığı dönemden sonra yeni bir ulusal eğitim sistemine ilham olmuştu. Ancak işin ilginç yanı ne biliyor musunuz? Rousseau beş çocuğunu da bir yetimhaneye terk etmiş biriydi. Evet, doğru okudunuz, çocuk yetiştirme üzerine kitap yazarken kendi çocuklarını terk eden bir nasihatçı! Eminim kendi içine yeterince bakmamıştır ya da belki de bunu çok fazla yapmıştır.

Neyse gelelim hikayenin Diderot’yla olan alakasına. Rousseau’nun arkadaşı olan Diderot onun bazı tutarsız davranışlarını fark eder ve ona büyümesini söyler. Uzun lafın kısası Rousseau, ev sahibesinin kuzeni olan Sophie d’Houdetott’u takıntılı bir şekilde takip etmektedir. Diderot’nun konuşma nedeni budur. İki arkadaşın arası bu olaydan sonra epeyce açılır. Diderot daha sonra Rousseau’yu “hatalı, şeytan kadar kibirli, nankör, zalim, ikiyüzlü ve kötü biri” olarak tanımlar…

“Benim fikirlerimi emdi, onları kendisi kullandı ve sonra da beni küçümsemeye başladı” der. Yani sonuç olarak özgünlük dediğimiz şey ne söylediğimizden çok, ne yaptığımızla ilgilidir.

Diderot’dan alıntı yapmak gerekirse, “gerçek fikrimiz, hiçbir zaman tereddüt etmediğimiz değil, en düzenli olarak geri döndüğümüz fikirdir.”

Modern kültürümüz, “benlik” ve “kendini geliştirme” konularıyla oldukça fazla alakadar oluyor. Esneklik, hareketlilik, pozitifliğe aşırı güven ve olumsuzluğun şeytanlaştırılması gibi fikirler temel erdemlerdenmiş gibi sunuluyor. Bu fikirleri sunanlar da putlaştırılıyor.

Eğer “içeri bakmak” için gerekenden fazla zaman harcarsanız, eskisinden daha fazla hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. Her şey gün ışığı ve gökkuşağından ibaret değil sonuçta. İçimizde bilmek istediğimizden daha fazla karanlık var.

Ünlü psikiyatrist Carl Jung, her birimizin içinde bizim için bilinmeyen karanlık bir taraf olarak adlandırdığı “gölge” kavramını araştırmıştır.

“Birey kendi gölgesini görmeye çalıştığında, kendinde reddettiği, ancak diğer insanlarda açıkça görebildiği niteliklerin ve dürtülerin farkına varır (ve çoğu zaman utanır) -bencillik, zihinsel tembellik ve özensizlik gibi şeyler; gerçek dışı fanteziler, planlar ve entrikalar; dikkatsizlik ve korkaklık; aşırı para ve mal sevgisi -kısacası, daha önce kendi kendine hakkında söyleyemeyeceği tüm küçük günahlar oradadır…” (İnsan ve Sembolleri, s. 174)

“İçsel duygularımızla ilgili saplantı tehlikeli olabilir. Aşırı kendi kendini analiz, “aslında anlamsız olan, ancak tam da onu hissetme süreci boyunca anlam kazanan bir şeyi hissetme riskini beraberinde getirir.”

İçgüdülerimizin ne anlama geldiği ve kendimizi bulup bulmadığımız konusunda biraz şüphe içinde olmak hepimize iyi gelebilir. Benliğin sabitlenmesinin imkansız olduğunu ve içgüdülerin güvenilmez olduğunu kabul ettiğimizde, bu şüphe başlı başına bir erdem bile olabilir.

Hayatımızın olumsuz yönlerine daha fazla odaklanmayı deneyebiliriz. Bu bize rahatça konuşma özgürlüğü sağlayabilecek bir durum aslında. Petrol çok pahalı, hava çok kötü vs. Herhangi bir şey hakkında şikayet etmek elbette hayatın anlamını bulmamıza yardımcı olmaz, ancak bir şeyleri dilimizden akıtmadığımızda sonuçlar ağır olabiliyor. Ayrıca bazen olumsuzluklara odaklanmak, sorunlarla başa çıkmanın ilk adımıdır. Olumlu değişikliklere yol açmasa bile bazen de şikayet etme hakkımıza sahip çıkabilmeliyiz. Yoksa zehirli olumlama hallerimiz, önemli sosyal, politik ve ekonomik sorunları bireysel motivasyon ve pozitiflik meselesine indirgemeye devam edecek.

Kaynak

Andrei Vasilachi-How to stand firm in the accelerating culture
Svend Brinkman- Stand Firm: Resisting the Self-Improvement Craze

İlginizi çekebilir: Ne pahasına dayanıklıyız: Duygularımızla iletişim kurmaktan kaçınmaya gerek yok

Şerife Günaydın Karaköse: Yazar Şerife Günaydın Karaköse, 1980 Adana doğumlu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Çağ Üniversitesi Özel Kamu Hukuku Yüksek Lİsansı'nı bitirmekle hukuk dünyasına girdi ve avukatlık mesleğine de halen devam ediyor. "Three", "The Shadow House","Happiest Hour","Uzaya Kaçan Küpe" ve "Keyfi Yanılsamalar" isimli kitapları hem Amazon hem de Barnes and Noble da online olarak yayımlandı. Yazarın denemelerini aktardığı www.allbyourselves.blogspot.com adlı bir blogu mevcut; aynı zamanda @mind_index Instagram profilinde de sanattan bilime, felsefeden psikolojiye kadar pek çok konu hakkında da içerik üretiyor.

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale