Popüler gündemi takip edenler bilir, istesek de istemesek de dahil olduğumuz çiftler var medyada. Kimimiz beğeniyoruz, kimimiz altında başka anlamlar arıyoruz, yakıştırdık, yakıştırmadık… Gerçek mi, reklam mı? Bir konuyla ilgili fikrimizi, kendi tecrübelerimize ve inanç sistemlerimize göre oluşturduğumuz için bir başkasının konuyla ilgili apayrı bir düşünceyi savunuyor olması çok doğal. O da kendi inanç sistemlerine göre algılıyor dünyayı.
İşe yaramayan ama değiştirmeye pek gönüllü olmadığımız inançlarımız var. Güzel bulduğumuz bir kadın yeterince yakışıklı bulmadığımız bir erkekle beraber olduğunda parası için beraber olduğuna inandığımız gibi. Tarafları yeterince varlıklı bulmuyorsak işin içinde mutlaka başka şeylerin olduğunu düşündüğümüz gibi. Ya da çoook yakışıklı bir erkek bize göre hiç de güzel olmayan bir kadınla beraberse, kadının cinsel organına atıfta bulunmakla başlayan, “allahın herkese çirkin şansı verme” duasıyla devam eden ve adama yakıştıramadığımız kadının mutlaka büyücülükle, cincilikte uğraştığını ima eden yorumlarda bulunduğumuz gibi. Ah, ne çok biliyoruz. Haa, görsel zevkimize uymayan bir erkek, görsel zevkimize uymayan bir kadınla beraberse, ya da iki kişi de çok güzel, çok başarılı filansa sorun yok, onlar için anında şefkat ve onaylama hissetmemiz işten bile değil. İşleri güçleri, aile yapıları denkse, o noktada aklımıza “birbirlerini sevdikleri” geliyor. İnsanların birbirini sevdiğine ancak algı terazimizde kefeler denkse inanıyoruz. Çünkü ne de olsa, davul bile dengine çalıyor.
Kişileri varlıklarıyla değerlendirenlerin, düşük frekansa sahip olduklarını yazmıştım önceki yazılarımın birinde. Elbette yok mu öyle örnek, kendi hayatında bir şeyleri yapamayacağına inanan, yaşamsal kaynak için destek arayan ve bunu ilişki kisvesi altında yaşayan insan vardır. Peki herkes aynı şekilde mi yaklaşır ilişkilere? Elbette hayır. Hayatımıza giren partnerlerimiz frekansımıza göre gelirler bize, ilişkinin var olması için bir sebep bulamadığımız, kafada oturtamadığımız ya da oturttuğumuz tüm beraberliklerde, elbette kendimizinkiler de dahil, insanlar birbirilerine yaydığı titreşime göre gelir. Gözle görmeyip hissettiğimiz, aslında hepimizin içinde olan, bundan nasıl faydalanacağımızı bilmediğimiz içsel bir reflekstir enerji okuması. Ve insanları, mekanları, şehirleri, meslekleri, müzikleri vb. gibi hayatımızı oluşturan her detayı frekans uygunluğuna göre çekeriz.
Çok kazanan biri, çevresindekilerin kendiyle yalnızca parası oldukça beraber olacağını düşünüyorsa kendine başka bir tip insanı yaklaştırması pek ihtimal dahilinde değil. Ya da ihanetle ilgili herhangi bir inanç koduna sahip değilsem, ilişkide yaşadığım sorunlar güvenle ilgili olmuyor, ilişkilerim aldatıldığım için bitse bile onu orada bırakabiliyorum, “tüm erkekler yalancıdır, aldatır” gibi bir inancım olmadığı için bu inancı ne satın alıyorum, ne de sonraki ilişkilerime emsal olsun diye bu inancı besleyip büyütüyorum. Bu tıpkı 40 beden pantolon giyen birinin ne 36, ne 44 beden giyememesi gibi. Ne kadar sığmaya çalışsan da olmaz, ya dar gelir ya da içinde kaybolursun. Pantolonun sana uyması için 40 beden olması şart. İşte yaydığımız titreşimler de böyle.
Bizden daha yüksek frekansa sahip insanlara aşık oluyoruz –sadece birkaç tık- çünkü o frekansta neler oluyor merak ediyoruz. Daha düşük frekansa sahip kişilerle karşılaştığımızda, bu şekilde ifade etmeyi bilmediğimizden, onları yeterince iyi bulmuyoruz kendimiz için. Keşfedecek bir şey yok, merak uyandırmıyor. Aynı frekansa sahipsek de pek bir sorun çıkmıyor, birbirimizin belli aralıklarda yükselen ve alçalan frekanslarına uyum sağlıyorsak ilişki devam ediyor. Frekanslarımız uymamaya başladığında, bunu kişiliklerdeki değişiklikler, şımarmalar, yaşa bağlı krizler olarak da değerlendiriyoruz ve karşılıklı uyum sağlanamadığında uzun yıllar beraber olsak bile ilişki bitiyor.
Frekanslar sadece ilişkileri kapsayan bir konu başlığı değil. Ağır arabesk dinleyen birini düşünün, odağı acıda ve üzüntüde. Diğer bir kişi de klasik müzik dinlerken odağını anda ve dinginlikte tutsun. Bu iki insanın sahip olduğu frekans çok ama çok farklı, aynı düzlemde buluşmaları, ilişki yaşamaları olası değil.
Politikacıları düşünün, etrafını korkutarak yöneten birine, etrafına nazik davranan, onların ihtiyaçlarını önemseyen biri büyük ihtimalle pasif, ezik, beceriksiz görünür. Her iki taraf da öteki türlü olmayı bilmediğinden, yine kendine benzeyen, dünyayı kendi gibi algılayan seçmenleri toplar etrafına.
Ya da gösterilerinde binleri toplayan, insanları gülmekten kırıp geçiren bir komedyenin mesleğinde frekansının çok yüksek olması ama özel hayatındaki resimde oldukça düşük frekansa sahip olduğunu gösteren açıklamalar yapması veya sürekli asık yüzle dolaşırken görülmesi gibi. Ayrı alanlarda ayrı frekans içinde olmak doğal. Bazen iner, bazen çıkarsın. Mesleğinde yüksek frekansı vurmuşken sosyal ilişkilerinde durum öyle olmayabilir. Ve hangi alanda hangi frekansa sahipsen ona uyan şeyler deneyimliyorsun.
Freakanslarla ilgili yazılacak çok şey var, eğer konuyla ilgili detaylı bilgiye sahip olmak istiyorsanız Frederick Dodson’ın Levels of Energy isimli kitabını okumanızı öneririm.
“Bu kadın, bu adamda ne buldu, bu bile bunu bulduysa biz allah bilir kimleri buluruz”cular biraz düşünsün. Kişi biriyle olmayı kayıp bir şeyi bulmakla eş tutuyorsa, elde etmeye bağımlıysa, biriyle olmak bir yarışmayı birinci bitirmek gibiyse, ilişkilerin yalnızca görsellikle veya cebindeki parayla ilgili olduğunu düşünüyorsa, onunla aynı fikirde olanlarla buluşacak her zaman ve daima. Bir şeyi arzu etmenin altında heyecan, istek ve aksiyon varken, bağımlı olmanın altında enerji yoksunluk, muhtaciyet ve yetersizlik var. Bir düşünün derim.
İlginizi çekebilir: Kusurlu olmanın güzelliği: Kintsukuroi