Geçenlerde, gece okumak için, oğlumun kitaplığında aralara karışmış bir kitabı tekrar bulduk. Kitabın adı “Mutlu Kaplumbağa”. Bir senedir kitaplıkta duran ve ara sıra okuduğumuz bu kitap geçen akşam benim için daha anlamlıydı. Hızlı ve farkındalığı düşük bir günün ardından elime geçmişti çünkü…
Mutlu kaplumbağa masalı
Kaplumbağanın yavaşlığına rağmen tavşanı yendiği hikayesi hepimiz biliriz. Yavaş olsa bile istikrarlı bir tutumla başarının geleceğini anlatmak ister. Bu hikayede yavaşlığa dikkat çekilmez pek.. Asıl konu başarıdır..
Akram Ghasempour’un Mutlu Kaplumbağa kitabı yavaşlığa vurgu yapmasıyla fark yaratıyor bence. Hıza alışkın bünyemize bazen çok fazla gelirken bazen de büyük bir farkındalık yaratıyor.
Hikaye şöyle; “kaplumbağa sabah uyanıp yaaaavaaaş yaavaaşş yürürken, güneşe selam verir. Yürümeye devam ederken mavi gökyüzüne, ağaçlara, erken kalkan ağaçkakana selam verir. Yaavaaaşça nehre girer. Nehre ve içindeki balıklara selam verir. Burada serinleyip yoluna, selam vererek devam ederken, tavşan hızla yanına gelir. Kaplumbağaya neden koşmadığını, koşmanın çok zevkli olduğunu söyler. Kaplumbağa düşünür. Hiç koşmamıştır hayatında ve bacakları buna uygun da değildir. Aklına tekerlekli bir araba yapıp, onunla hızlanmak gelir. Ağaçkakana gider ve yardım ister. Ağaçkakan dostu ona tekerlekli bir araba yapar ve sonunda kaplumbağa arabaya biner. Tekerlekler dönmeye başlar. Artık kaplumbağa çok hızlı gidiyordur. Ama bu hızla hiçbir şeyi göremediğini fark eder. “Merhaba” demek için hiç zamanı yoktur. Dostlarının, ağaçların, nehrin yanından hızlıca gitmeye devam eder. Araba daha da hızlanır. Kaplumbağa hızlı olduğu, kimseyi göremeden yola devam ettiği için çok mutsuzdur. İnmek ister ancak araba çok hızlanmıştır. En sonunda yokuş yukarı bir yolda araba yavaşlamaya başlar. Kaplumbağa iyice yavaşlayan arabadan aşağı iner. Tekrar yavaş yürüyebildiği için çok mutludur. Etrafındaki hayvanlara, ormandaki ağaçlara mutlulukla bakar ve güneşin batışını izler.”
Geçmiş yıllarda bir süre tavşan beslemişliğim oldu. Hızlı diye masallarda etiketlediğimiz tavşanın sadece ihtiyacı olduğunda koşan bir hayvan olduğunu gözlemlemiştim o zamanlar. Benim tavşanım günün çoğunu saksıdaki fesleğenlerimi yiyerek ve uyuyarak geçirirdi. Sadece oynarken ve korktuğunda koştuğunu hatırlıyorum. Hikayede tavşana haksızlık edilmiş belki ama anlatılmak isteneni de vurgulamak için iyi bir örnek.
Öncelikle kendimde fark ettiğim bir şey olarak hız döngüsüne girince, çıkmak için büyük bir irade gerektiği.. Hız ile birlikte farkındalığımız öyle azalıyor ki, bilinçli farkındalık olmadıkça davranışlarımız, duygusal tepkilerimiz tamamen otomatikleşiyor. İnsanlara, çevremize hatta kendimize olan empati ve duyarlılığımız son derece zayıflıyor. Şimdiki an farkındalığı düşük olduğunda da köklü korkularımız ve güvensizliklerimiz tarafından yönlendirilen bilinç dışı aracılığıyla kaçınılmaz olarak başka sorunlar da ortaya çıkıyor.
Beden-zihin-ruh bütünlüğünde, bedeni yavaşlatmak, zihni ve ruhu da sakinleştiriyor. Domino etkisi gibi birinde yaptığınız değişiklik diğerlerine de yansıyor. Gezegendeki bağlarımız, insanlarla ve birey olarak kendimizle olan ilişkimizin kalitesi için hayatı biraz yavaşlatmak, Budizmden Kızılderili bilgeliğine kadar şimdiki anın kıymetini bilmenin anahtarıdır.
Ünlü Kızılderili hikayesinde, şefin beyaz adama “çok hızlı gittik, bedenlerimiz burada ancak ruhlarımız gerilerde bir yerlerde kaldı, onları bekliyoruz” dediği gibi, belki de çok hızlı giden bedenlerimizin sınırlarına saygı duyma, biraz yavaşlama, geride kalan ruhumuzu bekleme zamanıdır.
İlginizi çekebilecek yazı: Farkındalık: Anlamlı ve dolu bir yaşam için odağı geliştirme zamanı