Hislerin ve duyguların geçiciliği desem, ne dersin?
Yine yeni bir gün, yeni bir hafta, yeni bir aya doğru giderken olan, olmakta olan ve olacak olanları merak ederken buldum kendimi. Sonra hatırladım. Bu sabah kitaplığın önünde tesadüfen gözüme çarpan bir kitabın ilk sayfalarını okumuştum. Dönüp tekrar aldım raftan kitabı -Paul Auster, Son Şeyler Ülkesinde- ve okudum, tekrar okudum ve tekrar…
“… son şeyler bunlar. Bir gün bir ev görüyorsun, ertesi gün bir bakıyorsun o ev yok olmuş. Bir gün önce geçtiğin sokak da yok oluyor bir gün sonra. Hava bile değişiklik gösteriyor. Günlük güneşlik günün ardından yağmur bastırıyor… Bir an için gözünü kapatsan önünde duran şeyin ansızın kaybolduğunu görüyorsun. Hiçbir şey kalıcı değil; kafalardaki düşünceler bile. Kaybolanı aramaya kalkışarak boşuna zaman harcamamak gerek. Herhangi bir şey bir kere kayboldu mu, gitti mi gider...”
Her saniye hayatımızda her şey değişiyor. Ne aynı kalabilir ki? Vücudunda her an neler oluyor, neler değişiyor fark etmediğin, bilmediğin… Bazı sesler duyuyorsun, geçip gidiyor. Bazı hisler geliyor, geçip gidiyor. Kimi zaman hevesler, kimi zaman deliler gibi can attığın istekler, bazen bunlar bile geçiyor. Bazen acı geliyor; kaçtıkların, buram buram vuruyor yüzüne, bazen yüzleşmek için derin bir nefes alıp hazırlanıyorsun belki, ama sonra her şey gibi bu da geçiyor.
Bir hisse kapılıyorsun belki, bir his geliyor derinlerden, belki hiç hayal bile edemeyeceğin mesafelerden, geçmişinden, çok uzak geçmişlerinden. Geliyor ya, kapılıyorsan eğer, o anda değişen her şeyle birlikte, ‘aynı sen’e kapılıyorsun. Hep olduğun sene. Orada çok ince bir çizgi var dikkat çekmeyi hak eden. O hisse kapılıp gitmek ne kadar kolaysa (belki yıllardır bunu yaptın), o hissi görüp, bir mili saniye düşünüp durup geçmesini beklemek o denli zor. Bir hissin nasıl gelip geçmesi beklenebilir? İlk okuyuşta insan idrak edemez gibi geliyor değil mi? Ben bu düşünceyle yanılmıyorsam iki buçuk sene önce tanışmıştım. “İmkansız ya” dediğimi dün gibi hatırlıyorum. Ama ben şu şu düşünce geldiğinde böyle davranmazsam ben ben olmam ki. Zaten öyle davranamam da. “Ben şöyle bir insanım, hem bir kere burcum X, imkansız yani!” Bu aynen kahve içmeyince uyanamıyorum gibi bir şey. Aslında yeterince uyanıksın. Ya da bir süre sonra kahve içmeyince kahve içme isteğin geçiyor gibi bir şey diyelim..
İki buçuk sene önce bu durumu aklım almazken, bir seneden biraz daha fazla bir süredir yaşadığım meditasyon deneyimlerimdeki bir noktaya çok benzetiyorum bu düşünce yapısını ve zihnimle nasıl da karşı çıktığımı gözlerimle ve hatta tüm hücrelerimle görüyorum diyebilirim artık. Meditasyona oturduğunda içinden bir ses sürekli: “Muazzam oturacaksın, evet şimdi odaklanacaksın, nefes al, ver, al, ver” derken sürekli bir yerin kaşınıyor. Hop kaşıyorsun geçiyor. Kaşınıyor kaşıyorsun yine geçiyor. Peki ya kaşımayınca ne oluyor? Tahmin edin, yine geçiyor. Güzel haber ya da esas değinmek istediğim nokta meditasyonda nasıl kaşınmazsın değil tabii ki. Kapılabilme olasılığının çok çok yüksek olduğu duygu durumlarında da böyle. Geçmesini bekleyince hakikaten geçiyor. Eğer o karikatür aklına geliyorsa, sen de yalnız değilsin.
Ve duygu durumlarını gözlemlemeye hazır hissedip, o an yani kapılmadan az önce, içinde bulunduğun durumu fark ettiğinde, yaşayacağın tüm akışın olasılıklarını değiştirme gücünü eline alıyorsun aslında. Sonra zaten yine olması gereken olması gerektiği şekilde ama hep değişerek sana geri geliyor.
Yeter ki, ‘sen’i kaybetme…
Yüreğinin derinlerine kazınan güzel bir hafta olsun!
İlginizi çekebilir: Mutluluğun tıpkı karın kasların gibi işlenebileceğini biliyor musun?