7 bölgeli, 9 oturaklı Hindistan’ın bir başka şehri; Agra. Uttar Pradesh bölgesinin en kalabalık, Hindistan’ın da 19. en kalabalık şehri aynı zamanda. Dünyanın yedi harikasından biri olan Taj Mahal’in bulunduğu bu büyülü şehir; sınırlarında çok değerli hazineleri barındırıyor. Çünkü sadece Taj Mahal değil, şehirde bulunan Agra Fort (Agra Kalesi) ve Baby Taj (Bebek Tac Mahal) da UNESCO ( Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü)’nün Dünya Mirasları Listesi’nde bulunuyor. Hal böyle olunca şehir sizden benden pahalı oluyor tabii. Hindistan deyince akla ilk gelen şey Taj Mahal olmasına rağmen, etrafımda yaptığım küçük minik araştırmalara dayanarak üzülerek söyleyebilirim ki, kimse Taj Mahal’in Agra’da olduğunu bilmiyor. Agra’yı geçtim, nerede olduğunu bile bilmiyor çoğu insan. Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp diyerek bu konunun üzerini örterekten “Merhaba Agra” diyorum…
Tren Gelir Hoş Gelir
Hindistan’ı trenle gezme fantezisiyle yola çıkıp, hayatın gerçekleriyle yüzleştikten sonra sadece Delhi’den Agra’ya trenle gitmenin bizim için daha hayırlı bir iş olacağına karar verdik. Hindistan’da demiryolu ulaşımı pek bir yaygın, bir o kadar da baygın diyebilirim. Zira birinci sınıf klimalı, ikinci sınıf ve üçüncü sınıf olmak üzere pek de adının hakkını vermeyen bir sınıf sistemine sahip. Şöyle ki; birinci sınıf, klimalı diye nitelendirdikleri “klima”nın karşılığı daha ziyade bir “pervane”. Ama gerçekten ikinci ve üçüncü sınıflara doğru ilerlediğinizde o pervanenin paslı tellerine kurban olasınız geliyor, ki o da bambaşka bir konu.
Delhi’den Agra’ya üç buçuk saat süren tren yolculuğumuzda neyse ki iki arkadaş birinci sınıfa yaraşır bir şekilde yalnız başımıza pervanemiz, ranzamız ve küçük masamızla seyahat edebiliyoruz. Trende tuvalete girmemek ve altımıza yapmamak için de tren saatine kadar minimum sıvı, maksimum umumi tuvalet ziyaretiyle yolculuğa hazırlanıyoruz. İkinci sınıf tarafına doğru baktığımızda perdelerle birbirinden ayrılan bölmeler, her bölmede 2 tane ranza, çoluk çombalak herkesin beraber oturduğunu görüp halimize şükrediyoruz. Aslında Hindistan’a gitmeden önce, bir süre orada yaşayan bir arkadaşımın çektiği bir tren videosunu izlememin üzerine, tren yolculuklarını azaltma kararı almıştık. Zira insanlar; tam anlamıyla birbirlerinin üzerine oturuyorlardı! Bir de trenin içine gelene kadar olan manzara var ki, dillere destan. Ben böyle kalabalık görmedim arkadaş. Bir istasyona kaç kişi sığdırabiliriz diye bir girişimde bulunsalar vallahi billahi Guinnes Rekorlar Kitabı’na isimlerini altın harflerle yazdırırlar… O kadar kalabalıkta kendi treninizin bilgilerini bulmaya çalışırken bir yandan da yanı başınızda tenleri tenlerinize değerek bekleyen, hudut anlayışı sıfırın da altında olan Hintlilere laf anlatmaya çalışıp, yerlerde boylu boyunca yatan ve bavullarını kafalarında taşıyan insanlara şaşırabilir ve küheylan bavulunuzu çeke çeke milyon tane merdiven inip çıkarken delirebilirsiniz…
Toplu Taşıma—Toplu Taşma
Hindistan’da gerçekten “Bu insanların ne suçu vardı da bu hayatı yaşıyorlar?” demeden edemiyor insan. Toplu taşıma olanakları herhangi bir Avrupa ülkesine nazaran yeterince gelişmemiş bir ülkenin vatandaşı olarak ukalalık hakkını kendimde tabii ki görmüyorum. Fakat Hindistan’da toplu taşımanın gelişmesi için gerçekten belki de bir milyon yıla ihtiyaçları var. İnsanlar her gün birbirlerinin üzerlerine oturdukları, kapısından, bacasından taştıkları trenle işlerine, evlerine gitmek zorundalar, çünkü başka seçenekleri yok. Ceplerinde paraları, çoğunun başlarını sokacakları bir evleri yok! Neye göre bu hayata geliyoruz, kendi elimizde olmadan dünyanın bir köşesinde doğuyoruz, ya hanlarımız hamamlarımız oluyor, ya gecekonduda oturuyoruz, soğuktan donuyoruz, ya ortalama bir hayatımız oluyor ve memur gibi işe gidip geliyoruz, ona da şükretmeyip “Hayat bu mu?” diyoruz… Bu düşüncelerin gerçekten sonu yok! Bütün bunlar neye göre oluyor? Bu hayatların bir rövanşı olacak mı? Yeniden hayata gelip bunların tam tersini yaşayacak mıyız bilmiyorum ama Hindistan her karışında insana hayatı böyle sorgulatıyor işte!
Hintliler; Taj Mahal’in gecesinin ayrı, gündüzünün ayrı büyüleyici ve yağmurlu havada da güneşli havada da her şeyden güzel göründüğünü söylüyorlar. Ama yine de sabahın beş buçuğunda bizi ayağa dikip, “Gün doğarken orada olmalıyız” demeden de edemiyorlar. Biletimizi alıp, bir süre yağmurun altında yürüdükten sonra “işte” dedim, “Dünyanın yedi harikasından biri tüm ihtişamıyla karşımızda!” Güzelliğiyle insanı büyüleyen, hikayesiyle hayallere sürükleyen bir yapı Taj Mahal. Babür İmparatorluğu’nun 6. hükümdarı Şah Cihan; 14. çocuklarını dünyaya getirirken ölen eşi Mümtaz Mahal (Ercümend Banu Begüm) için yaptırdığı bir türbe. Bu kadına hayattayken biri “Yatacak yerin yok kadın” demişse eğer, yüzyıllardır ağlıyordur yemin ederim. Bu nasıl sevgiymiş arkadaş, “Bir gün biri bizi de böyle sevecek mi acaba” diye ezikçe demeçler verdiriyor insana.
Hee bir de karga kakasitasını yemeden yola çıktığınızda “Aman sabahlar olmasın” diye dolaşıyorsunuz etrafta, zira o günler, geceler sakız gibi uzuyor, bitmek bilmiyor. Şehre, “Bünyesinde çok değerli hazineleri barındırıyor” yorumunu yaptıktan sonra Baby Taj (Bebek Tac Mahal)’a “mücevher kutusu” da dediklerini öğreniyorum. Burası da, içinde bir sürü farklı yapı ve bahçeleri barındıran, Cihangir’in eşi Nur Cihan tarafından, babası Mirza Ghiyas Beg adına yaptırılmış bir türbe. Taj Mahal’in ilk aşaması gibi de değerlendiriliyor, bayağı da bir benziyor zaten. Taj Mahal ve Bebek Taj gibi Dünya Mirasları’ndan bir diğeri Agra Fort (Agra Kalesi) da mimaride tavan yapan eserlerden biri. Zaten mimariye ilgi duyan birinin mutlaka görmesi gereken bir ülke Hindistan. Şah Cihan’ın, eşi Ercümend Banu Begüm’ün ölümünden sonra 7 yıl boyunca bu kalede Taj Mahal’e bakarak yas tuttuğu da diğer efsaneler arasında…
Oteller, restoranlar, her şeyler ve Oberoi
Agra’da bahsettiğim türbeler ve kaleleri ziyaret etmek dışında pek bir opsiyon yok. Bu nedenle kaldığınız oteli iyi seçmek önemli bir rol oynuyor. Biz Wyndham Grand’da kalmıştık ve muson zamanında gittiğimiz için geceliği kişi başı 20euro’ya gelmişti. Sezonda da çok pahalı olacağını sanmıyorum ve gerçekten de kaliteli, düzgün bir oteldi. Özellikle sabah kahvaltılarına yıldızlı pekiyi veriyorum. Bizimle aynı günlerde Agra’da bulunan Brezilyalı dostum Frederico; ITC Mughal Agra’da kalmış ve çok memnun kaldığını da söylemişti. Bunun dışında bir otel zinciri var ki uğruna ne danalar, develer kurban edilir! Oberoi Oteller Grubu; bünyesinde 28 otel ve 3 adet cruise (seyahat gemileri) barındıran, uluslararası sayısız ödüle layık görülmüş bir zincir. Agra’daki baş yapıtları Oberoi Amarvilas; Taj Mahal’in 600 metre yakınında olup, tüm odalarından, barından, lobisinden ve daha bir sürü yerinden Taj Mahal’i gören eşsiz bir otel. Hindistan turunuzun bir kenarına, köşesine bütçenizden bir fedakarlık yapıp, bu masalsı oteller zincirinin bir tanesinde kalmanızı şiddetle tavsiye ederim. Agra için bir buçuk günün yeterli olduğunu belirtir, yemek için de naçizane önerim olan Maya Restaurant’ı gururla sunarım. Körili kuzusu, kızarmış tavuğu, Hindistan’ın yıldızı; ıspanaklı peyniri, nam-ı diğer “palak paneer” ve “Hohlaya hohlaya gelin çocuklar, el ele el ele verin çocuklar” diye naralar attıracak sarımsaklı naan (gözlemeden hallice ekmekler)’i yiyin gari derim.
Hinduların Israrı, Türkleri Yendi
Bize tren biletlerimizi yaktırıp, Agra’dan sonraki yolculuğumuza arabayla devam etmemize ikna eden pek ısrarcı turizmci Umar Bey sayesinde Rajasthan Bölgesi turunu, turuncu saçlı şoförümüz Wenne’yle yapmak üzere yola koyuluyoruz. “Hedefimiz Jaipur, ileri” demeden önce yol üstünde hala Agra sınırları içinde sayılan Fatehpur Sikri’ni ziyaret ediyoruz. Tren yerine arabayla yolculuk yapmanın en güzel yanı da, yol üzerinde bulunan bu tarihi eserleri ziyaret edebilmek. Çünkü 16.yüzyılda inşa edilen bu yapı; Babür İmparatorluğu’nun en iyi korunmuş mimari eserlerinden biri.
Fatehpur Sikri’nde, sabahın beş buçuğunda kalkmış olmanın verdiği yorgunluğu atabilmek için bir kuple oturmayı hayal ederken, etrafımızı saran Hintliler bu hayale kavuşmayı bile hayal ettiriyorlar adeta. Bir anda etrafımızı saran kızlar; Ömer’e benim için “Sevgilin mi, nişanlın mı, karın mı?” diye sorular sorarken acaba neden kardeş olabileceğimizi düşünmüyorlar! Hindistan’da eğer ki bir kız ve bir erkek yan yana geziyorsa ya evli olacak, ya nişanlı, ya sözlü en olmadı sevgili. Aaa sevgili olacaksa da yarın falan evleniyor olması lazım ona göre. Ömer de “Annem” diye cevap verince kızlar gülmeye başlıyorlar. Aman efendim, şarkılar, türküler, danslar derken bir hata yapıyorum ve onlara iki figür oryantal yaparak ölüm fermanımı hazırlamış bulunuyorum. Zira bütün turistlere Madonna muamelesi yapan Hintliler, fotoğraf çekmek ve bana sarılmak için önümde kuyruk oluyorlar. Biz de en yakın arkadaşım Ömer’le el ele verip koşarak Fatehpur Sikri’ne ve Agra’ya veda ediyoruz.
Önemli Detaylar:
- Taj Mahal’in temelini 1632’de atıp, inşaatını 1652’de bitirerek bir sabır tablosu çizen işçiler; ödül olarak kollarının kesilmesiyle taçlandırılıyorlar. Neymiş efendim; Taj Mahal’in aynısından yapılmasın. Şehir efsaneleri bu yönde…
- Taj Mahal’in girişinin kelle başı 700 rupi ( yaklaşık 23TL) olduğunu belirtir, Cuma günleri de kapalı olduğunu eklerim. Tek kalacağınız günü Cuma olarak ayarlarsanız totingonuza baka baka Dünya’nın 7 harikasından birini göremeden gidersiniz.
- Turuncu saçlı, tatlı şoförümüz Wenne, namı değer “Wenne the Pooh”ya neden insanların saçlarını turuncuya boyadığını sorduğumuzda “Beyazları kapamak için” cevabını alarak “Başka renk mi yoktu aga” demeden geçemiyoruz. Altında başka anlamlar aramayın, adam beyazlarını kapıyor!
- Tren’in kapısında Salman Khan, Singh Muttar, Gattarha Ghan tadında isimlerin arasında kendi isminizin nazikçe yazılmış olması gururunuzu okşayacak, ananızı babanızı arayıp size ne muhterem bir isim verdikleri için onlara teşekkür edeceksiniz.
- Tren’de “çori puri çori puriiiii” ya da ona benzer bir tınıyla seslendikleri şey “su” demek. Korkmayın ama alıp içmeyin de. Herşey sağlığınız için, yoksa başka ne amacım olabilir ki!
- Taj Mahal olsun, Baby Taj olsun bütün türbelerin içine çıplak ayak giriliyor, bir de üzerine yağmur yağıyorsa tadından yenmiyor, cırcıra davetiye çıkarılıyor. Bak, uyarmadı demeyin, 4.yazı oldu bangır bangır anons ediyorum. Ya olacaksınız, ya olacaksınız. Kaçış yok! (Kötü adam gülüşünü duyun)
Yazarın tüm yazıları için tıklayın.