Dolce far niente… Ye, Dua Et, Sev filminden aklımızda kalan İtalyanca deyim. Bali’ye gelip de bu filmi anmayan yoktur herhalde. Benim de buraya geldiğimden beri filmden en çok aklımda kalan ve zihnimde sürekli tekrar eden bu deyim, hayatın koşturmasından çıkıp, hiçbir şey yapmadan izlemeyi vurguluyor.
Hiçbir şey yapmamanın diğer adının “tembellik” olarak değerlendirildiği batı toplumlarından bu deyim nasıl çıkmış anlamaya çalışıyorum. Zira ben bu sanatı icra edebilmiş değilim henüz. Tembellik yapmak beni can sıkıntısına sürüklerken, çoğu zaman üstümde negatif bir etki bırakıyor. Sonra aklıma büyük buluşlar üreten insanlar geliyor. Yaratıcılık hep çalışmaya ara verdiğin zamanlarda ortaya çıkmaz mı? Arşimet hamamda yıkanırken, Newton da çay molası verdiğinde en yaratıcı fikirlerini bulmamışlar mıydı? Geçen gün okuduğum bir kitapta, Einstein’ın da küvette uzun saatler geçirdiğini öğrendim. Belki de Arşimet’ten dolayı…
Uzun bir süre hatha yoga yaptıktan sonra, pozlarda 5 dakika kadar durmayı deneyimleten yin yogaya yeni başladığımda da aynı hissi yaşamıştım. İçimizdeki koşma enerjisinin kuşaklar boyu aktarılmış olmasından sanırım, “durmak” daha çok çaba gerektiriyordu. Yin yoga bu “durma” halini deneyimlemenin çok güzel bir yoluydu benim için. Zamanla pozlar içinde 10 hatta 20 dakikaya kadar kalmaya başladım ve durma hali içindeki zorlanma, kendini çabasızlığa bıraktı.
Tembelin Aydınlanma Rehberi
Lisede sevdiğim bir arkadaşım bana T. Joseph’in “Tembelin Aydınlanma Rehberi” diye bir kitap hediye etmişti. Kitap çok sonradan elime geçtiğinde sanki ilk kez okuyordum. Bali’ye gelirken yanıma almadığım için üzülürken, internetten İngilizcesini buldum. Kitapta gerçekten ihtiyacım olan hatırlatmalar vardı bunlardan biri de şöyle:
“Cennet tam şu an içinde ve etrafındadır ve orada olmak için hareket bile etmene gerek yok, hatta gözlerini bu sayfadan kaldırmaya bile… Kendini, gördüğün ve hissettiğin her şeydeki mükemmelliğe açabilirsin. Eğer düşünmezsen kolayca olabilir; sadece sevgi dolu ol ve güven, anbean sana gelecektir. ”
Farkındalık
Benim tembellik (!) dediğim hiçbir şey yapmama hali de, yine farkındalığa veya bilinçliliğe geri gelmekle ilgiliydi. Bu enerji içinizdeki canlılığı ortaya çıkarır. Yürüyüş yaparken, bir elmayı yerken ya da çay içerken… Sanki ilk kez çay içiyormuşsunuz gibi kokusunu, ısısını, her yudumda değişen tadını, boğazınızdan aşağı inerkenki hissi yaşayabilmeye izin vererek… İçinizdeki canlı varlığı hissederek yaptığınız her şey, ilk kez yapıyormuşçasına bir kutlamaya dönüşür. Her yemek bir ritüel niteliği kazanır. Elinizdeki elmanın bir tohumdan güneş, su ve toprak yardımıyla ağaca oradan çiçeğe ve sonra tekrar meyveye dönüştüğünün, onu toplayan ve size ulaşana kadarki süreçte emeği olan bütün insanlara saygınızı göstererek yemeyi başarabilmektir farkındalık.
4 yıldır sinir sistemi olan hiçbir canlıyı yememe kararım da bu duyarlılığa her an sahip olamayacağımdan korkmamdı. En azından bizim gibi acı çektiğine emin olduğum canlılara saygımı bu şekilde göstermeyi tercih edip, zincirin bir halkasını eksilttim.
Her hareket, bir şeyleri tetikler. Maddenin yok olmayıp dönüştüğü bu evrende, yaydığımız enerjinin en azından yakın çevremizdekileri etkilediğini ve bizim dışımızda değil, bizimle beraber işleyen bir düzen olduğunun farkındalığıyla hareket etmek, her yeri cennete ve her şeyi ritüele dönüştürür. Bu sebepledir ki hiçbir şey yapmamak mümkün değil insan için, koşuşturmaya son verebilirsin ama hiçbir şey yapmamış olmazsın yine de… Hayatı sürdürmek bir şey yapmaktır.
Bu kadar koşturmaya alışmış bir bünyenin, sakin bir hayata geçmesi ve burada hiçbir şey yapmadığını sanması ile cenneti farkedip yine de DNA’sına kodlanmış birşey yapması gerektiği hissini üzerinden atamamasından bahsediyorum. Evet belki burada ders vermiyorum ama kendi yoga pratiğimi yapıyorum. Okula gitmiyorum ama tezimi hazırlamaya başladım. Yemek yiyorum, çay içiyorum, uzun yürüyüşler yapıyorum, oğlumun ödevlerine yardım ediyorum ve ben yine de kendimi hiçbir şey yapmıyormuş gibi hissediyorum. Neden böyle hissettiğim sorusuna cevabımı da, bu yazıyı yazarken şu an farkediyorum. Asıl konu, bütün bunları bir şeye yetişmeye çalışmadan yapıyor olmak. Çabasızca… İnsan hayatı boyunca bir şeye ulaşmaya çalışıp, onu elde ettikten sonra bile alışkanlıklardan kurtulamıyor. Sorguladıkça ikilemler büyüyor.
Benim için dolce far niente, hiçbir şey yapmamak değil de yavaş yaşama sanatı aslında… Anın tadını çıkararak, o sırada ne yapıyorsan sadece onu yaparak, yaptığın her ne ise onurlandırarak. Sanırım, “yavaş yaşama” halinin içinde rahatlamayı öğrendikçe, hayat gerçek bir kutlamaya dönüşecek.
İlginizi çekebilir: Zamanı boşa geçirmeye övgü
Yazarın diğer yazıları için tıklayın. Yazarın diğer yazıları için tıklayın.