Hiç kimse, yaşanılan şeyin kötü insanı olursa hikayelerini geride bırakamaz, o yüzden herkes, mağdur ya da haklı kişidir
İyi niyet doğrultusunda yaşamanın bizi zayıf kılacağını ya da zor durumda bırakacağını düşünürüz oysa iyilik, insanın erişebileceği en büyük hazlardan biridir. Peki iyiliğin ölçüsü nedir? Kötülüğün sınırı nerede başlar?
Bu sınırları belirlemede insanın iki önemli noktası var. Akıl ve vicdan. Akıl, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ayırt edebilmemizi ve bunlar arasında bağlam yapabilmemizi sağlar ama yarattığı ilkeler, yanlış bir etik zemin üzerine kurulmuşsa o zaman akıl, bilinçli kötülük yaptığını kabul etmeyecek kadar, olanı çarpıtmakta ustadır. İnsan, kötülük yaptığında vicdanını rahatsız etmeyecek şekilde, yaşanılanı zihin aracılığıyla değiştirip, yeniden kurgulayabilir. Örneğin; hatalı davrandığınız bir olayın, en sıcak anında suçlu hissedersiniz ama zamanla ego der ki “sen öyle yapmadın”, “aslında onu demek istemedin” “o da sana böyle yapmasaydı” günler, haftalar geçtikçe hikaye zihninizde değişir ve bir bakarız ki bulanık ve çarpıtılmış olan yeni kurguda artık ben haklıyım. Ama gerçek, bazen de hikayelerin kötü kişisi bizizdir.
Zihin bu oyunları haklı ve iyi bir insan olduğuna inanıp, yola devam etmek için yapar. Çünkü hiç kimse kötü insan olarak hikayelerini geride bırakamaz. Herkes, yaşanılan şeyin mağduru ya da haklı kişisi olduğunu düşünür. Zihnin akıl aracılığıyla, vicdan üzerinde yaptığı bu aldatmacaya rağmen, eğer farkındalık doğru bir şekilde gelişirse, zihnin bu oyunlarına kanmam. Olanı olduğu gibi görme yeteneği kazanırım. Hatalıysam bunu düzeltmek için doğru bir çaba ya da kabul geliştiririm. O hatayı, eğip büküp egomu rahat ettirmek için yanlış çaba sarf etmem. Özür dilemenin insandaki en önemli erdemlerden biri olduğunu öğrenirim. Bir çiçek bahçesi gibi, her eylemde, doğru çaba göstererek bahçemi büyütürüm.
Bu bahçenin önemi, ektiğimiz ne varsa, orada yetişen tohumlarla şimdi ve gelecekte var oluruz. Nefret, kıskançlık, öfke ektiysek bugün ve yarın bu tohumlar filiz verir. Oysa ki, insan doğası gereği iyiye ön eğilimlidir ve aynı şekilde insan kötülüğe de eğilimlidir. O yüzden kötülüğün sınırını belirleyen şey, insanın özgür iradesiyle bahçesine ne ektiği, yani ortaya koyduğu erdemleridir. Hatalı söz, davranış ya da eylemde bulunmamak için doğruda kalmaya irade göstermemiz gerekir. Erdem, çabasızlıktan değil aksine doğru bir çabayla ortaya çıkar. İyiliğin ve kötülüğün sınırı, belirsiz gibi gelse de aslında herkes bu sınırı iç gözlemiyle bilir. Dilimin dedikoduya geçtiğini fark ederek, yargılayan bakışlarımı görerek, başkasını yok sayan davranışımı gözlemleyerek, bu sınırın nerede duracağını ben belirlerim. Vicdan, bu sınırla yani erdemlerimizle inşa ettiğimiz bir olgudur.
Huzursuz ekilen bir bahçeyle, zihnin mutlu olma şansı yoktur. İnsan, var oluşundaki bu iyilik halini korudukça, mutlu olma halini de gerçekleştirebilir. Berrak, doğru karar alabilen, canlı ve neşeli bir zihin daha önce yaptığımız eylemlerin sonucudur. Aristoteles, “İnsanı insan yapan, rasyonel hareket etmek, aşırı uçlara sürüklenmemek, akıllıca, vicdanlı seçimler yapmak ve bu şekilde eylemlerde bulunmak olmalıdır.” der ve bu uzun süreli iyi olma halinin insanda “mutluluk” yaratacağını ortaya koyar. Arınmış, farkındalıklı bir zihin, doğru eylem ve çaba sayesinde mutluluğu kendiliğinden inşa eder.
İlginizi çekebilir: Hisler, duyguları bir gölge gibi takip eder: Farkındalık, bu döngünün reset düğmesidir