Kişisel gelişim ve iletişim alanında uzun yıllar çalıştıkça etrafımdaki insanlara daha fazla yardım etmeye başladım. Ancak zaman zaman kendi kendime, “Peki ya bana kim yardım edecek?” diye sormadan edemiyordum. Sürekli olarak başkalarına yardım eden biri olarak benim de elbette yardıma ihtiyacım vardı. Gölgelerimi fark edip onlarla yüzleşmeye çalışırken yalnızca kendi gücümle ilerleyemeyeceğim zamanlar da oluyordu, hala da oluyor elbette. “Kendi gölgelerimizle yüzleşmedikçe, dışarıdaki gölgeler bizi tüketmeye devam eder.” Evet, gölgelerle yüzleşmek, başkalarına yardımcı olmak kadar önemli. Fakat fark ettim ki başkalarına destek sunarken kendi içimde bu gölgeleri görmezden gelmeye başladım. Sürekli başkalarının hayatına ışık tutarken kendi karanlığımda kayboluyordum.
Hep başkaları için oradayım
Herkesin sorunlarını dinliyor, onlara rehberlik ediyor, empati yapıyordum. Hep başkaları için vardım ama kendim için yoktum. Bazen, başkalarının yüklerini taşırken kendi omuzlarımın ne kadar ağırlaştığını fark etmiyordum bile. Bunu fark ettiğimde kendime sormam gerekti: “Kendim için ne yapıyorum?” Yanıt ise çok netti. Virginia Woolf’un “Kendine Ait Bir Oda” kitabında söylediği gibi, “Kendi yaşamında yer açmayan bir kadın, başkalarının hayatında da yer açamaz.” Fakat bu farkındalık her zaman yeterli olmuyordu. Kendi ihtiyaçlarını sürekli erteliyor olmak, bir noktada içsel bir boşluk yaratıyordu.
Kendimden fedakarlık yapmanın, başkalarına daha fazla yardım edebilmek anlamına geldiğini düşündüm uzun süre. Ne de olsa birine yardım etmek, onu desteklemek ve iyileşmesine katkı sağlamak mesleğimin en önemli kısmıydı. Ancak zamanla fark ettim ki, kendimi ihmal etmek bu sürecin bedelini ağırlaştırıyordu. İçimde biriken bu boşluk, yorgunluk ve duygusal tükenmişlik hislerini görmezden gelmek sadece geçici bir rahatlama sağladı. Oysa ki kendim için de bir şeyler yapmam gerektiğini kabul etmek bir zorunluluk haline geldi. Tüm bu farkındalık anları, bana ünlü kişisel gelişim yazarı Louise Hay’in “Düşünce Gücüyle Tedavi” kitabındaki sözlerini hatırlattı: “Kendinize sevgi göstermeyi öğrendiğinizde, başkalarına gerçek anlamda sevgi sunabilirsiniz.” Kendini sevmek, başkalarına verilen sevgiyi derinleştirir. Ama bu sevgiyi önce kendi içimde bulmam gerektiğini anlamak zaman aldı.
Kendini yardım almaya açma süreci
Gölgelerle yüzleşmek, her zaman kolay bir süreç değil. Her farkındalık anı, derin bir içsel çalışma gerektiriyordu. Kendi gölgelerimi analiz etmek için bir şeyler yapmaya çalışırken, başkalarına verdiğim desteğin aynısını kendime sağlamadığımı fark ediyordum. İçsel dünyamda eksik kalan bu boşluğu doldurmanın en iyi yolu ise, bazen yardım istemekti.
Yardım istemek, özellikle sürekli yardım eden biri için oldukça zor bir adım olabilir. Psikoloji ve iletişim alanında çalışan kişiler genellikle kendilerinden beklenen mükemmellik algısı ile yaşarlar. Oysa ki, hepimiz insanız ve hepimizin desteğe ihtiyacı vardır. Psikiyatrist Alice Miller, insanların kendi içsel çocuklarıyla temas kurmadan tam anlamıyla iyileşemeyeceklerini savunur. Kendi içsel çocuğuma kulak verdiğimde o da bana yardım çağrısında bulunuyordu. Bu yüzden, gölgelerimle baş edebilmek ve kendi yolculuğumda ilerleyebilmek için yardıma ihtiyaç duyduğumu kabul etmek zorundaydım.
Kendi ihtiyaçlarımı göz ardı etmeden nasıl denge kurabilirdim? Bu sorunun cevabı, zaman zaman durup kendimi dinlemek ve gerçekten neye ihtiyacım olduğunu fark etmekti. Kendi içime dönmek, yalnızca fiziksel dinlenmeyle değil, aynı zamanda duygusal ve zihinsel şarjla mümkün olabilirdi. Meditasyonlar, yoga, sessizlik zamanları, bu süreçte bana en çok yardımcı olan araçlar arasında oldu. Ancak en önemlisi, bazen başkalarına yardım etmemeyi, onların sorumluluğunu bir süreliğine kenara bırakmayı öğrenmekti. Freud’un sözleriyle, “Kendine yardım etmeden başkalarına yardım edemezsin.” Bu basit ama derin cümle, profesyonel yaşamımda rehberim haline gelmeye başladı. Yardım eden rolünde olmak, çoğu zaman fedakarlık gerektirir ancak bu fedakarlığın bir sınırı olmalı. Kendi sınırlarımı yeniden belirlemem gerektiğini fark ettiğimde bu alanı doldurabilmek için harekete geçmem gerektiğini anlıyorum.
Kendini ön plana almak neden zor?
Kendi ihtiyaçlarımı ön plana almak neden bu kadar zor geliyor, diye düşündüm. Belki de bu, toplumun bize yüklediği beklentilerden kaynaklanıyordu. Sürekli olarak başkalarını düşünmemiz, fedakarlığın yüceltilmesi, bireysel ihtiyaçların göz ardı edilmesine neden oluyordu. Fakat, Paulo Coelho’nun “Simyacı” kitabında yazdığı gibi, “Hayatın en büyük derslerinden biri, önce kendini bulmak için yolculuğa çıkmaktır.” Kendi ihtiyaçlarımızı anlamak ve onlara zaman ayırmak da bu yolculuğun önemli bir parçası. Kendime bu soruyu sormak kolay olmadı: “Ben neredeyim? Ne istiyorum? Ne zaman sadece kendim için bir şeyler yapıyorum?” Uzun zamandır bu soruları sormaktan kaçtığımı fark ettim. Çünkü başkalarına yardım etmek daha kolay görünüyordu. Kendimle yüzleşmek, derinlerdeki ihtiyaçlarımı keşfetmek ise daha zorlayıcıydı.
Zamanla, başkalarına yardım ederken kendime de destek vermenin ne kadar önemli olduğunu anladım. Kendimi geri plana atarak başkalarına daha fazla hizmet edemeyeceğimi görmek, büyük bir farkındalık anıydı. Kendi ruhsal ve duygusal sağlığıma önem vermek, yalnızca benim için değil, aynı zamanda başkaları için de daha iyi bir yardımcı olmamı sağladı. Kitaplardan öğrendiğim en önemli derslerden biri de bu: Kendimize verdiğimiz destek, başkalarına verdiğimiz desteğin temelidir. “Yavaşla” kitabında Carl Honoré şöyle der: “Kendine zaman ayırmak, sadece bir lüks değil, bir gerekliliktir.” Bu sözü aklımda tuttum ve kendime daha fazla zaman ayırmaya başladım.
Kendime geri dönmek
Başkalarına yardım ederken kendimi kaybettiğim günlerin ardından, artık geri dönme vakti geldi. Bu dönüş, yalnızca dışarıdaki dünyadan içeriye doğru bir yolculuk değil, aynı zamanda kendime şefkat göstermeyi öğrenme süreciydi. Şefkatin sadece başkalarına yönelik olmadığını, kendime de gösterebileceğimi fark ettim. Kendime yardım etmenin, başkalarına daha iyi yardım etmenin tek yolu olduğunu anladım. “Anın içinde olmak, kendine şefkat göstermekle başlar.” Bu, benim de hayatımda yer açmam gereken bir gerçekti.
Herkese yardım eden ama kendine yardım edemeyen birine dönüşmek, aslında kaçınılmaz bir sonuç değil. Bunun farkına varmak, ilk adımı atmak için yeterli olabilir. Kendi farkındalık yolculuğumda öğrendiğim en büyük derslerden biri, yardım etmeye ara vermenin de yardım etmek kadar önemli olduğu. Çünkü bazen, başkalarına daha fazla katkı sağlayabilmek için önce kendi boşluklarımızı doldurmamız gerekir.
İlginizi çekebilir: Neden 90’ları bu kadar özlüyoruz?Neden 90’