Her şeye yetişemeyebiliriz: Telaşa kapılmadan yaşayabilmek
Bugüne kadar hayatımı da zaman gibi linear doğrultuda yaşamaya çalıştım. Daha yeni yeni anlıyorum ki ne zaman ne de hayat doğru çizgide ilerliyor. Zaman döngüsel, hayat ise girift; her şeyin iç içe geçtiği bir yapıda.
Ben hep her şeyi bilmem gerektiğini düşündüm. Hala bu düşünceden de pek kendimi alabildiğim söylenemez. Hâlbuki yine yeni anlamaya başlıyorum ki ihtiyacım olan bilgi, ihtiyacım olan zamanda zaten beni buluyor. İhtiyacım kadar olanı almaya razı mıyım?
Okumak ise bir sürü bilginin var olduğunu bilmek açısından önemliymiş o kadar. Hepsini ezbere, hafızaya atmaya pek de gerek yokmuş. Zaten hiçbir zaman da atamadım, atamadıkça sinirlendim, kendimi aptal hissettim. Halbuki normali buymuş! Prof. Dr. Sinan Canan’dan Nörobilim Eğitimi alıyorum bir süredir. 8 haftalık yoğun bir eğitim. Geçenlerde dedi ki: “Tüm anlattıklarımın sadece yüzde 5’ini hatırlayacaksınız. O da iyi ihtimalle.” Bunu söyleyen bir nörolog, biyolog olunca; bana bir rahatlama geldi tabii.
Her şeyi bilme, ezberleme ihtiyacım ise muhtemelen kendimi eksik ve yetersiz hissedişlerimden kaynaklanan bir durumdu. Halbuki neydi? Hepimiz olduğumuz hallerimizle, olabildiğimiz kadarımızla bile zaten tam değil miydik?
Aslında ruhum sakin ve telaşsız. Bunu durup dinlediğim her defasında zaten hissedebiliyorum. Ama gündelik yaşam içinde ego devreye girdi mi… Her şeyi unutup her şeyi bilmeliyim telaşına kapılıp sıkışıyorum. Üzerine kayboluyorum.
Kendime artık hatırlatıyorum: Her şeyi bildiğimde tam insan olmayacağım. Ben zaten tamım!
Prof. Dr. Sinan Canan eğitimimizin ilk dersinde şöyle dedi: “Size anlatacağım her şeyi öğrenmenizi beklemiyorum. Tek istediğim hayret duygunuzu harekete geçirmek. Öğrendikleriniz karşısındaki hayret duygusuyla haşır neşir olmak ve tadını çıkarmanızdır.”
Hocamın bu söylediği ne kadar da kıymetli benim için; ne kadar kuvvetli bir hatırlatıcı. Deniyorum; ihtiyacım olan bilginin ihtiyacım olan zamanda bedenime yerleşmesine izin vermeyi deniyorum. Artık fazlasının fazlalık yapmasını istemiyorum.
Her gelen bilgiye tutunmaya çalışmak yerine ihtiyacım olmayanın akıp gitmesine izin vermek. Of. Şu an yazdıkça görüyorum ki bilgilere bile sımsıkı tutunmaya çalışmışım hep bugüne kadar geçen ömrümde. Ne kadar da zorlayıcı.
Mesela bir enstrüman olsa bedenim, bilgiler de bir nota olsa; bedenime uğrayıp bende hisler uyandırıp sonra da rahatça akıp gitseler ve hayat bu akışıyla eşsiz bir senfoni yaratsa? Müdahale etmesek, aslında zaten tam olarak da bu şekilde ilerlemiyor mu?
Bu sebeple şu sıralar aldığım tüm eğitimler, çalışmalar; nörobilimden yeme bozukluğu terapilerine, oradan rahim bilgeliği çalışmalarına kadar; hepsi iç içe, hepsi girift şekilde. Hepsi birbirine hizmet ediyor. Hepsine yetişebilirim, ama bazen de yetişemeyebilirim. Buna razı mıyım?
Tüm bunları öğreniyorum diye biri sorduğunda illa “Biliyorum” diye cevaplamam da gerekmiyor. Hem ne demişti Sinan hoca: “Eğer bir bilgi sende duygusal bir hareketlenmeye yol açıyorsa ya da merak/hayret uyandırıyorsa; işte o zaman öğrenebiliyor insan. Gerisi hikaye.”
Nice hayret içeren anlarımıza. Hayat hayret duygusu ve merak hissiyle güzel.
Sevgiyle…
İlginizi çekebilir: Hayata rahat yerleşebilmek için en büyük ihtiyaç: Esneklik