Diğer şeyler… Diğerleri… Sevgili annelerimiz, sevgili babalarımız… Kardeşlerimiz ve abilerimiz veya ablalarımız… Arkadaşlarımız, dostlarımız, uzaktan şöyle bir tanıdıklarımız… Amcalar, halalar, teyzeler… Çocuklarımız, canımızdan daha çok sevdiklerimiz… Eşlerimiz, kız arkadaşlarımız, erkek arkadaşlarımız, nişanlılarımız, sevgili olduklarımız…
Burada bir paragraf daha yazarız en azından o “diğerlerini”… Ben bugün bu yazımda sizlere birlikte diğerlerini ilk noktalarımıza koyup kendimizi sonraki kaçıncı noktaya attığımız hayatımıza bakalım istiyorum. “Beni boşver” demişizdir değil mi birçok kez hayatımızda? Beni boşver, sen kıymetlisin. Beni boşver, senin ihtiyaçların önemli. Beni düşünme, sen iyi ol. Beni boşver, ben kendi başımın çaresine bakarım, önce senin önceliklerin gelir. Benim mutluluğum o kadar önemli değil, önemli olan senin mutluluğun, ben feragat ederim. Sen yeter ki üzülme, ben veririm. Sen yeter ki kırılma, bana bir şey olmaz, bir şekilde yaparım…
Bu kadarıyla da bitmez… O diğerleri işte böyle gelir hayatımızın tam ortasına yerleşir. Tam da ortasına hem de. Adeta hayatımızı biz değil de onlar yaşar. Hayat bize kendimizce yaşamamız için değil de, onlara fedakarlık ile yaklaşmamız için sunulmuştur değil mi? Kendimizden önce diğerini koyduğumuzda başımız göğe erecektir çünkü. Kendimizden önce o diğerini düşündüğümüzde çok ama çok “hayırlı” oluruz; hayırlı bir eş, hayırlı bir evlat, hayırlı bir kişi… Peki ya kendi “kul hakkımıza” girdiğimiz, kendimizden, bize bahşedilenlerden verdiğimiz, bu hayatı yaşamaktan kaçındığımız bu anları kim ödeyecektir? O kendimizi önüne attıklarımız mı, o sen yeter ki üzülme diye avuttuklarımız mı, o belki de yıllarımızı çilekeş bir şekilde türlü zorluklarla uğruna heba ettiklerimiz mi? Bu hayatın hesabını kim verecektir?
Oldukça fedakar bir insanım, itiraf etmek istiyorum. Fakat bu durum kendi hayatımı önceliklendirmenin, kendimi bir numaraya koymanın öyle çok önüne geçmişti ki bununla çok ama çok kırıcı şekilde yüzleşmek durumunda kalmıştım. O zamanlarda birlikteliğimde tüm mutsuzluğuma ve üzüntülerime rağmen verdiğim emeklerden ve yine başkasını kendi mutluluğumun önüne koyduğumdan dolayı ısrarla kalmayı ve devam etmeyi seçiyordum. İçimden geçen “Aman kötü olmasın, aman ilişkimiz bozulmasın”dı! Ve öyle bir noktada aslında “Ben bunca emek verirken sen ne yapıyorsun?’’ diye sormak durumunda kaldım ki, hayatımın en ama en büyük dersiydi…
Hayatta hiç kimse bizim fedakarlıklarımızın, kendimizi önceliklendirmememizin sorumlusu değildir… Bunu yapan bizleriz. Başkasını çok sevmemiz, başkası ile hayatımızı birleştirmiş olmamız, başkasının ihtiyaçlarına duyarlı olmamız veya başkasının hayatımıza katkısı olması, bunlar evet, güzel şeylerdir! Fakat bu durumların hiçbiri kendimizi “sona” koyarak başımızı göğe eriştirmeyecektir. Ve daha sonra ise bizler kendimizi sona koyduğumuzda, bir başkasının bizi “bir” numaraya koyabilmesine imkan da yoktur. Çünkü hayatta neye inanıyorsak bu çoğalır; biz eğer arkada olduğumuza, hak etmediğimize, başkasının isteklerinin -ihtiyaçlarının, gereksinimlerinin, varlığının- bizden daha önemli olduğunu düşünüyorsak, evet bunu yaşarız.
Bugün bu yazımda bana eşlik ediyorsanız kendinize sormanızı isterim. Neyi hayatınızda kendinizden önceye koymaktasınız? Kim veya ne sizin için sizden bile daha kıymetli? Birinciniz kendiniz olun. Tek geçtiğiniz yine siz olun. Gerçeğiniz kalbiniz olsun… Dilerim önce “siz” olun…
İlginizi çekebilir: Hayat yolculuğunun tadını çıkarmak: Kısa yollar her zaman daha mı iyidir?