Bu konuda çok fazla soru aldığım için sizlerle burada biraz daha yakından incelemeyi isterim. Genel olarak derin bir aşk yaşadığımızda ve hiç istemesek de (hayat bu şekilde getirdiği için) bittiğinde, kendimizi adeta sudan çıkmış balık gibi buluyoruz. İlk sorumuz hepimiz itiraf edelim “ben şimdi nasıl yaşayabileceğim?”, “nasıl nefes alabileceğim?”, “nasıl bir “insan” olarak, ben olarak hayatıma devam edebileceğim?” oluyor…
Bunlar (ki burada yazdığım her üç sorunun üçü de cevaplaması oldukça zor sorular) öyle kolay cevaplar bulabileceğimiz sorular olmuyor. Öncelikle görmemiz için zaman gerekiyor. Yani yaşamamız gerekiyor. Sonra bu sorulara “tarafsızca” cevap verebilmek için açıkça, korkmadan ve derinlikle kendi kendimize bakmamız gerekiyor.
Zaman geçiyor ve bizler gözüyoruz ki “ölüyorum” desek bile yaşam devam ediyor; “nefes alamıyorum” desek bile (evet kimsenin görmediği kriz anlarımız mutlaka olmuştur, ağlamak veya kırılmak insanlığımızın özündendir) bir bakıyoruz ki evren bize en güzel nefesleri sunmaya ve hatta nefesimizi tekrar “kesivermeye” bile hazır!
İşte bu yazımızda, o nefessiz kaldığımız zamanlardan biraz daha kalbimizin ferahladığı döneme geçtiğimizde, yeni bir aşk istediğimizde, “artık gücümü topladım, ben yeniden hazırım” dediğimizde bizi durduran veya istediğimiz şeyi yaşamamızı önleyen durumlara daha yakından bakalım istiyorum.
Burada bana ulaşan en ortak nokta “şikâyet” oluyor; “ben onu çok seviyordum o da beni çok seviyordu sonra ayrıldık. Yapabileceğimi yaptım, bitti. Ama yine de bana dönsün istiyorum, benden af dilesin istiyorum, benimle ilgilensin, pişman olsun istiyorum. Yeni bir ilişkiye başladım ama istediğim gibi olmuyor.”
Şimdi sizlerle bu paragrafı dikkatle inceleyelim, eğer “eski” ilişkimi bitirdiysem neden “af” dilemesini istiyorum? Af dilemesini istiyorsam neden “yeni” bir ilişkiye başladım? Eğer eski ilişkimde “yeniden” kalmak istiyorsam bunu o kişiye neden açıkça söyleyemiyorum? Neden mutlaka o diğer kişinin “gururunu” bir yana bırakarak benim arkamdan koşması gerekiyor? Eğer bu ilişki bittiyse bu bana ne kazandıracak? Ve gelip af dilediği durumda bile “ben” “yeni” bir ilişkide değil miyim? Fiziksel olarak evet, fakat psikolojik olarak duygusal olarak gerçekten o eski ilişkimi bitirebilmiş miyim?
Bir paragraf soru yazdık buraya değil mi? Ben tüm bu soruları (evet canımızı acıtacak sorulardır) kendi kendimize korkmadan soralım istiyorum ki “yeni” ilişki dediğimizde nasıl bir “yeni” gerektiğini daha iyi anlayabilelim… İşte bizler özellikle bir ilişkiden diğerine öylesine geçerken çok ama çok önemli bir noktayı atlarız aslında. Evet, ilişkimiz “yenidir” fakat bu yeni ilişki yepyeni bir “ben” gerektirir…
Bizler göz ardı ederiz, eski düşünce biçimimizle, istem dışı da olsa örneğin, aldatıldıysak ve bununla ilgili olarak oldukça şüpheci biri haline geldiysek veya huzursuzluğumuz arttıysa, sonraki ilişkimize de istemsiz olarak bunu taşıyor oluruz. “Yeni” deriz fakat bu ilişkimizde de ilk aklımıza gelen telefon açılmadığında, istediğimiz an sevdiğimiz kişiye ulaşamadığımızda veya bize haber vermeden geç kaldığında “beni aldatıyor mu?” sorusu olur. Evet, değişmemişizdir o “eski” ben içimizde yaşamaya ve bu “yeni” ilişkimizde de belki karşımızdaki kişinin hiçbir niyeti yokken ilişkiyi de sarsacak şekilde “gereksiz” kıskançlık krizlerine girmeye devam ederiz…
Kendimize dışarıdan bakacak olsaydık, ne görürdük? Yepyeni bir zamana gelmiş “eski” versiyonu ile yaşamaya devam etmeye çalışan ben… Peki, yeni bir ilişkide eski “ben” olmaya devam edecek olursam, ne kadar süre “aşkla” ve “aşk olarak” kalabilirim? Bu noktada, anlamamız gereken aslında her ilişkimizin bir bebeğin “ilk kez” elma ilk kez muz, ilk kez kiraz tadını alması gibi bizlerinde “ilk kez” âşık olmuşuz gibi bakmayı bilmemiz gerektiğidir.
Hepimiz geçmişte bir şeyler yaşadık, fakat her yeni ilişki yepyenidir, karşımızdaki kişi yenidir, ondan öğreneceklerimiz yenidir, onunla tecrübe edeceklerimiz yenidir, onunla var olacağımız anlar yenidir; kısacası onun varlığı ve bizim aramızdaki bağ da yenidir. Eski bir aşkla, evlilikle nişanlılıkla, ilişkiyle, kız arkadaş veya erkek arkadaş ile “karşılaştırılamaz” çünkü yenidir; çünkü bizlerin de işte bu yeniye “ayna” olabilmek üzere “yepyeni” olmamız gerekir…
Bu yeni olmak hali asıl bizden doğmalıdır. Bizler, genç bir kız gibi sevmiş olabiliriz, sonra olgun bir kadın gibi âşık olmuş olabiliriz, sonra kaybeden bir kadın gibi kalbimizi dengelemiş olabiliriz, sonra yüreği yorgun bir adam gibi sevgiye çılgınlıktan çok olgunluk olarak bakıyor olabiliriz, ama illaki “yeni” olmamız gerekir ki, o can-ım aşk haline bürünebilelim… Eskinin getirdiği tüm hayal kırıklıklarını, gözyaşlarını, sevinçlerini, üzüntülerini en önemlisi hatıralarını sevgi ve saygıyla yine orada bırakabilelim… Yeni ilişkimize sadece ve sadece “yeni” ben halimizden bu muhteşem varlığımızın bugün olduğu haliyle bakabilelim…
Bu yazımda bana eşlik eden sevgili sen, “yeni” bir aşk istiyorsan, yeni bir aşka kalbini açabilecek kadar yürekliysen, eğer içinde birazcık olsun cesaret varsa; bunu “yepyeni” bir sen olmak üzere kullan… Sen değiştiğinde “aşk” değişir, sen değiştiğinde aşk seni bulur ve sen “yenilendiğinde”, seni “yepyeniye” dönüştürecek o güzel sevgiler elbet yoluna çıkacaktır… Sen yeter ki “yeni” olmaktan “yeniden aşka açılmaktan” vazgeçme…
İlginizi çekebilir: Bu su hiç durmaz: Aşka “dur” demek mümkün müdür?