X

Hep ve çok yoğun olma haline son: Hayat senin için zamanım var!

Çoğunlukla zaman bulamayız, o kadar hafta sonu gelip geçer istediğimiz gibi iki yaşındaki kızımızı parka götüremeyiz örneğin… Neden diye soracağım sizlere, cevaplar gelecek eminim, ne diyeceksiniz toplantılarım vardı, sunum hazırlamam gerekiyordu, iş yemeğine katılmam gerekiyordu, başka planlarım vardı… Binlerce cevap verebiliriz…

Peki kaç zamandır ziyaret etmediğimiz baba evimiz? İşte buna verecek cevaplarımız da oldukça fazladır, bir kere haftasonumuz sadece iki günden ibarettir rüzgar gibi gelip geçiverir, kendimize ancak zaman ayırabiliyoruzdur, sonra çok yoğunuzdur, hep bir yoğun olmak halimiz vardır. Bir sürü plan bir sürü yetişmek zorunda olunan aktivite… Durmadan kendimizi alamadığımız spor salonu gitmezsek “eksik” kalırız değil mi? Olmazsa olmazımız oluverir, peki bir gün bir değişiklik olsa? Yani bir düşünelim sizlerle hayatımız bu kadar “yoğun” olmasa örneğin?

Biz her şeyi mükemmel şekilde başarmak zorunda olmasak, hafta sonlarımızı bu denli yoğun bir şekilde planlamasak. Örneğin koltukta yığılıp kalsak kimseyle konuşmasak bir hafta sonu, hiç anlatacak hikayemiz olmasa, kimsenin umurunda olmak” için binlerce plan yapmaya veya planlara ortak olmaya çalışmasak? Sadece olduğumuz gibi olsak, olduğumuz gibi kendimiz gibi, varlığımızla olduğumuz gibi muhteşem olsak…

İşte hayatımızın her anını o derece yoğunlukla doldururuz ki hatta bu bir yoğunluk “hastası” veya “bağımlısı” olmak hali olarak da yorumlanabilir. Boş zamanımız kalmasın isteriz; neden diye soralım mı cesaretle? Cevap oldukça açıktır; kendimize katlanamayız… Kendimizle baş başa kalamayız, kaçarız değil mi? İçimizden yükselen seslerden, kendimize ayna olmaktan sonra kendi kendimize hatır sormaktan… Ne yapıyorsun, mutlu musun, elini tutan adam kalbine ulaşabiliyor mu diye sorgulamak başlar değil mi o “muhteşem yoğunluk halimiz” uçup gittiğinde… Sonra vicdan gelir, sonra isteyip de ifade edemediklerimiz, belki bastırılmış öfkelerimiz önceki gece “çok mutlu olduğumuz” o kalabalık iş yemeğinde yüzümüz güler de hiç tek başımıza kalmak istemeyiz, bu mutsuz olduğumuz giderek daha da mutsuz bir hale sürüklenen evliliğimizi sorgulamamak için…

Nereye kadar kaçabileceğiz peki? Tabi ki o sonsuz yoğunluk halimiz ile nereye kadar gidebilirsek, nereye kadar devam edebilirsek… Bakın sevgili Sharon Wegscheider-Cruze bu halimizi nasıl irdeliyor (Kıymetinizi Bilin! Kendini Sevmeyi Öğrenmek isimli eserinden):

“…Kendimize yarattığımız hırslı, meşgul yaşamlar içinde özdeğer duygumuzu sıklıkla yitiriyoruz. Koşuşturma (egzersiz, spor, toplantılar, okul, iş, daha da toplantılar) enerjimizi emip bizi fiziksel olarak yorgun, duygusal olarak da uyuşmuş hale getiriyor. Faaliyet sağlık ve serbest zamanları değerlendirmede elbette çok önemli. Ancak zorlanımlı bir biçimde koşuşturan kişi, etkinliği duygularını uyuşturmada kullanır.

…İşkolik neden durmadan çalışır?:

  • Duyguları uyuşturmak için
  • Güvensizlik hislerini örtmek için (çalışma kişiyi önemli gösterir)
  • Başkalarından teşekkür ve takdir almak için (sevgi eksiğine karşın)
  • Fark edilmek ve beğenilmek için
  • Serbest zamanında bulamadığı zevk için

Birinin bize şöyle demesi ne kadar güzel olurdu: Çok iyi iş çıkardın. Şimdi git, kendine bolca zaman ayırarak bir iyilik et. Oyuna, zevk aldığın şeylere, rahatlamaya zaman ayır. Başarmak istediklerine yine de zamanın kalacak.”

Aslında o “doldurmaya” çalıştığımız zamanlarda, yani kendimize bir türlü “layık” görmediğimiz zamanlarda yapabileceğimiz o kadar çok şey vardır ki… Yeter ki isteyelim, yeter ki devam eden hafta sonları boyunca çalışmamız ertesinde bizlerin de az da olsak nefes almaya, insan hissedebilmeye ve sunum hazırlamak, toplantı planı yapmak veya sadece spor salonunda üç saat geçirmek kriterleri dışında zamanımızı muhteşem şekilde harcayabileceğimiz başka aktiviteler de olduğunu bilelim.

Aynı eserden “zorlanımlı meşguliyete karşı alternatifler” ile önerilerilen bazı çözümler:

  • Müzik dinleyin
  • Ekmek pişirin
  • Sevdiğiniz biriyle sırlarınızı paylaşın
  • Eski fotoğraflara bakın
  • Yeni bir şehri keşfedin
  • Mektup yazın
  • Dua edin
  • Bir müzik aleti çalmayı öğrenin
  • Çocuklarınızla oynayın
  • Kitap okuyun

Hayat aslında her hafta ertelediğimiz sunumları, toplantıları ve iş yemeklerini bekleyecek kadar uzun değildir. Sevgili çocuklarımız bizler onların o güzel yüzlerini göremeden belki günde sadece beş dakikalık bir ilgiyi bile veremeden büyümekteler… Annemiz ve babamız haftalardır yolumuzu gözlemekteler belki de… Sevdiğimiz adam veya kadın onun evin “diğer” bireyi olduğunu anlamamız için gözümüzün içine bakıyor değil mi? Peki biz hala neden bir an olsun o muhteşem “iş başarısı” olmaktan kafamızı kaldıramıyoruz? Kol kaslarımızı büyütmek için ayırdığımız zamanı sevgili oğlumuzu parkta beş dakika da olsa sallayabilmek için ayıramıyoruz? Kaç hafta sonudur bizimle bir saat sohbet için tekrar tekrar arayan sevgili dostumuzu yapacağımız “sunumlara” zaman kalmayacak diye geçiştiriyoruz ve can-ım bir sohbeti kendimize fazla görüyoruz? Yıllardır yurtdışında yaşayan ve sadece iki günlüğüne aynı şehirde olacağımız kadim dostumuzun bir çay içmek teklifini “gideceğimiz” iş yemeğinden “eksik kalacağız” diye geri çeviriyoruz?

İşte bu soruların hepsi yine bizlerde gizli… Bugün bu yazımı okuyan sen, biliyorum ki ben de öyleyim evet hayat bana geldiğinde “ben çok yoğunum” yetiştireceğim sunumlar, gideceğim iş seyahatlerim, hazırlanmam gereken yarışmalarım, iyi olmam gereken spor derslerim, dikkat etmem gereken beslenme ve antrenman programım ve bir de çok değer verdiğim bu yazmak halim var, aklıma düşen binlerce kitap ve yazı fikri ve hepsi için ayırmam gereken zaman… Peki ya sevgi bunun neresinde? Önce kendine sevgi sonra sevdiğin adama veya kadına sevgi.

Ben bu yazımda dediğim gibi gel diyorum; yeni bir başlangıçla, hayat evet buradayım ve seni yaşamaya da, koklamaya da, hissetmeye de zamanım var, gel ben seni yepyeni bir ben olarak bekliyorum…

Pınar Özeken (Ulus): 2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini aldı. Özellikle 2011’den bu yana moda ile ilgili çalışmalara ağırlık verdi ve hala moda üzerine yazı dizileri, farklı moda kaynaklarında yayınlanmaktadır. Yoga eğitmeni olma yolunda ilerleyen Pınar, bir Arjantin Tango aşığı. Gerçek tutkularından bir diğeri ise seyahat etmek."Dünya üzerinde ayak basılmadık toprak kalmasın" mottosu ile dünyayı dolaşmaya devam ediyor.
İlgili Makale