‘Hep ben (mi) haklıyım’: Her durumda kendi bildiğimizi doğru sanmamızın nedenleri
Düşünme şekliniz muhtemelen yanlış. Bu cümleyi okurken bile kendinizi hayal kırıklığına uğramış hissediyorsanız, yalnız değilsiniz: Her zaman, hatalı olduğumuz durumlarda bile haklı olduğumuza tüm kalbimizle inanıyor oluşumuz son derece yaygın bir durum.
Hayata gözlerimizi açtığımız ilk andan itibaren pastadaki payımızı korumak için savaşmak, kendimizi dışarıdaki tehlikelere karşı savunmak ya da en azından insanları görüşlerimizin ‘doğru’ olduğuna ikna etmek için şartlandırılıyoruz. Aile ilişkilerimizde, okulda, işyerinde ya da sosyal yaşantımızda herhangi bir konuda ‘yanıldığımız’ somut verilerle kanıtlanırsa kendimizi eksik, yenilmiş ya da aşağılanmış hissediyoruz. Hatta yanlış olduğu kanıtlanan şey kişiliğimizle bütünleşen inançlarımız ve değerlerimizse, tüm dünya görüşümüz altüst olabiliyor, yaşamla olan bağlantımızı kaybedebiliyor ve kendimizi amaçsız hissedebiliyoruz.
Sorun şu ki, hepimiz dünyaya, “Her zaman haklı olmalısın.” tuzağına düşmek için gerekli olan tüm donanımlara sahip olarak geliyoruz. Fikirlerimiz, inançlarımız ve değer yargılarımız tıpkı parmak izimiz gibi hepimizde olan ancak bizi diğer insanlardan farklı kılan, kişiliğimizi oluşturan bileşenler ve hepimizin sahip olduğu bu bileşenler anlaşmazlıkların ve çatışmaların birincil kaynağı.
İlginizi çekebilir: Ego ile sevdiklerimiz arasında: Kim ‘gerçekten’ ve ‘daha’ haklı?
Haklı olmaya neden ihtiyacımız var?
21. yüzyılın en tanınmış modern düşünürlerinden Eckhart Tolle, haklı olma ihtiyacını bir şiddet türü olarak ele alıyor ve kendimizi çok fazla haklı görmemizin zorbalık ve diktatörlükten hiçbir farkının olmadığını öne sürüyor. Dünya hakkındaki görüşlerimizi bir başkasına dayatma zorunluluğu hissetmemizin temelinde korku duygumuz yer alıyor. Bunun tam tersine, her türlü görüşe açık olan ve daha esnek bir zihniyet yapısına sahip kişilerinse alçakgönüllü ve merhametli olmaya daha yatkın oldukları gözlemleniyor.
Tolle, yaşamda iyi ilişkiler kurabilmenin ve daha mutlu olabilmenin ancak başkalarına bize davranılmasını istediğimiz şekilde davranmamızla mümkün olabileceğini; farklı fikirlere sahip insanları kendi fikirlerimizi kabul etmeye zorlamamızın, yaşamımızdan memnun olmadığımızın ve kendimizi daha iyi hissetmek için onaylanmaya ihtiyaç duyduğumuzun bir göstergesi olduğunu ifade ediyor.
İlginizi çekebilir: Kendinize karşı dürüst olmanızı kolaylaştıracak 5 öneri
Kendi önyargılarımızın ötesinde düşünmek neden bu kadar zor?
The Scout Mindset kitabının yazarı, rasyonalite uzmanı Julia Galef, fikirlerimizi ve inançlarımızı tehdit edebilecek her türlü kanıta ve fikre karşı içgüdüsel bir savunma mekanizmamızın ve motivasyonumuzun olduğunu; sonuç olarak da sosyal çevremizi bizimle aynı inançları ve değerleri paylaşan insanlarla doldurduğumuzu, sadece fikirlerimizi destekleyen sosyal medya hesaplarını takip ettiğimizi, önyargılarımızı destekleyen haber kaynaklarından beslendiğimizi ve böylelikle kendi zihniyetimizin daima en doğrusunu bildiğine inandığımızı söylüyor.
Galef’in bu argümanı aslında düşündüğümüz kadar açık fikirliği olmadığımızın ve tüm kararlarımızı kendi fanusumuzda yarattığımız ideal dünya düzenine uyum sağlayacak seçimlerle oluşturduğumuzun açık bir kanıtı gibi.
Julia Galef, kendi önyargılarımızın dışına çıkamamamızın ve diğerlerinin fikirlerini kendi fikirlerimiz kadar sahiplenemememizin birkaç farklı sebebi olduğunu söylüyor:
1. Bilişsel efor
Hali hazırda hemfikir olduğumuz, zihnimizde geçmişten beridir önemli bir yer edinmiş olan fikirleri dinlemek ve anlamlandırabilmek tahmin edebileceğiniz üzere çok daha az bilişsel çaba gerektiriyor. Herhangi bir fikri kabul edebilmek için o fikirle ilgili yeterince veriye sahip olmanız, zihninizde hali hazırda var olan bağlantıların arasında bu yeni fikrin ‘sırıtmayacağı’ bir alan yaratmanız, doğru olduğuna emin olduğunuz bu fikirle ters düşen tüm düşünce kalıplarınızı teker teker yıkmanız ve enkazlarını zihninizden uzaklaştırmanız gerekiyor. Dolayısıyla değerlerimizle ve düşünce yapımızla uyuşan bir fikri kabul etmeye kıyasla önyargılarımızın dışına çıkmak, zihin için oldukça yorucu ve tüketici bir süreç.
2. Aidiyet hissi
İnsan, doğası gereği sosyal bir varlık ve tüm varoluşunu koşulsuzca kucaklayan bir gruba ait olmak en temel ihtiyaçlarından biri. Herhangi bir gruba ait olmanın en kolay yoluysa, aynı değerleri ve fikirleri paylaştığımız, ortak bir paydada buluşabildiğimiz kişilerle bir arada olup, bu sınıflandırmanın dışında kalanları diskalifiye etmek.
Kendimizi bir gruba ait hissetmek temel bir ihtiyaç olduğu için, gruplaşmak da otomatik olarak gerçekleşen bir davranış. Bu gruplaşma bazen ırk ya da cinsiyet gibi demografik özelliklere göre olsa da, çoğu zaman inançlarımıza ve değer yargılarımıza göre şekilleniyor. Birinin bizimle aynı fikirde olduğunu, düşüncelerimizi ve hayata bakışımızı desteklediğini, paylaşımlarımıza alkış ve tezahüratla karşılık verildiğini görmek çok doğal olarak bize kendimizi daha iyi hissettiriyor.
3. Duygular
İnançlarımız, değerlerimiz ve dünya görüşümüz kişiliğimizin büyük bir kısmını oluşturuyor. Bunu test etmek için kendinizi 10 cümleden oluşan bir yazıyla, sizi hiç tanımayan birine anlatırmış gibi anlatmaya çalışın. Cümlelerinizin doğrudan ya da dolaylı olarak inançlarınıza ve değer yargılarınıza temas ettiğini göreceksiniz. Dolayısıyla, varoluşunuzla bu kadar iç içe olan ve kimliğinizi oluşturan fikirlerinizi bir kenara bırakıp başka birinin fikrine değer vermek yoğun bir duygusal çaba gerektiriyor.
Sürekli haklı olma ihtiyacıyla baş etmenin yolları
Kendi değerlerimize ve fikirlerimize çok fazla takılı kalmamız farklı fikirlerden beslenmemizin ve bakış açımızı geliştirmemizin önündeki en büyük engellerden biri. Ancak zihniyetimizi dönüştürerek önyargılarımızın daha fazla farkında olabilmemiz ve daha esnek bir bakış açısına sahip olabilmemiz mümkün.
1. Önyargılarınızın düşüncelerinizi kontrol ettiğinin farkına varın
Tutkularımız, değerlerimiz ve inançlarımız her ne kadar bir amaç doğrultusunda ilerlememiz ve yaşam yolculuğumuzu daha güvenli hale getirebilmek için çevresel koşullarımızı düzenlememiz konusunda hayatımıza katkı sağlıyor olsalar da, muhakeme yeteneğimizi ve objektif düşünme becerimizi gölgeledikleri de kaçınılmaz bir gerçek.
Herhangi bir düşünceye tutkuyla bağlanmakla onu kimliğimizin bir parçası haline getirmek arasında oldukça ince bir çizgi var. Yukarıda bahsettiğimiz gibi, düşüncelerinizi ve fikirlerinizi kimliğinizle ilişkilendirmeniz, sizden farklı fikirlere sahip insanlarla ilişki kurmanızı oldukça zorlaştırabilir. Peki, bu sınırı aştığınızı nasıl anlayabilirsiniz?
Tutkuyla bağlandığınız inançlarınıza ya da yaşam tarzınıza yönelik herhangi bir eleştiriyi kişiliğinize yapılan bir hakaret ya da olarak algıladığınızda, sahip olduğunuz değerleri ve fikirleri kimliğinizin bir parçası haline getirdiğiniz çıkarımını yapabilirsiniz. Bu sınırı aştığınızı fark ettiğinizdeyse, inançlarınızı var oluşunuzla hangi noktada birleştirdiğinizi ve neden esnetemediğinizi düşünmek ve anlamak için kendinize zaman ve alan yaratmalısınız.
2. Geçmişinizi gözden geçirin
Düşünce yapınızı ve zihniyetinizi daha esnek hale getirebilmenizin en önemli gerekliliklerinden bir diğeri de; geçmişte fikirlerinizin, inançlarınızın ve değerlerinizin sınandığı zamanlarda nasıl tepkiler verdiğinizi, hangi tutumların sizi zorladığını ve karşıt fikirlerle baş etmek için hangi yollara başvurduğunuzu değerlendirmeniz olacaktır.
Zihinsel kalıplarınızın farkında olmamanızın sebebi muhtemelen kendi tepkilerinizin de farkında olmamanızdan kaynaklanıyor. Kendinize, “Şuan kendimi savunmaya geçiyorum” ya da “Sadece karşı tarafın fikrini çürütmeye ve haklı görünmeye çalışıyorum.” diyebilecek kadar eleştirel ve alçakgönüllü bir tutumla yaklaşmanız, tartışmalarınızı daha entelektüel bir seviyede tutmanıza ve farklı fikirlere daha açık olmanıza yardımcı olacaktır.
3. Farklı bakış açılarından beslenmeyi öğrenin
Sizden farklı düşünen, dünya görüşü sizinkinden bambaşka olan insanlarla bir araya gelebileceğiniz fırsatları kovalayın. Ancak bunu yaparken çok fazla radikal olmayan ve fikirlerini mantık zemininde aktarabilen kişiler seçtiğinizden emin olmalısınız.
Düşüncelerini mantıklı önermelerle aktarmayan, fikirlerine körü körüne bağlanmış insanlarla tartışmaya girmek muhtemelen yalnızca kendi fikirlerinizin ve değerlerinizin en doğrusu olduğuna ve ne kadar haklı olduğunuza dair inancınızı pekiştirecektir. Dolayısıyla, fikirleriniz uyuşmuyor olsa bile, en azından aynı dili konuştuğunuz ve sağlıklı iletişim kurabildiğiniz insanlarla bir arada olduğunuzdan emin olun. Kendinizi yeterince güvende hissettikten ve karşınızdaki kişiyle tartışabileceğinizden emin olduktan sonra ‘Sence düşünce yapımda nasıl eksiklikler var?’, ‘Bu konuyla ilgili neyi gözden kaçırdığımı düşünüyorsun?’, ‘Sence neden yanılıyorum?’ gibi sorularla bakış açınızı esnetebilir ve genişletebilirsiniz.
4. Karşı tarafın haklılığını kabul etmenin zayıflık olmadığının farkında olun
Farklı bir dünya görüşüne saygı göstermek ve sizinkiyle aynı ölçüde değerli olduğunu kabul edebilmek, yüksek empati yeteneğinin, özgüvenin, duygusal olgunluğun ve şefkatin göstergesidir. Yoga pratiklerinin sonunda verilen Hindu selamı ‘namaste’ kelimesi, ‘sana boyun eğiyorum’ anlamına gelir ve bu kabullenici bakış açısının en iyi örneklerinden biridir. Kabulle birlikte egoyu bir kenara bırakarak başka bir ruhun dünyasına kapı aralamak, iç huzura, genişlemiş bir bakış açısına ve anlamlı ilişkilere kavuşmanın en önemli adımıdır.
5. Küçük adımlarla ilerleyin
Bir gecede Mevlana gibi ‘Kim olursan ol gel.’ diyebilecek kadar açık fikirli ve esnek zihniyetli biri olabilmeniz tabii ki imkansız. Ancak kendi kendinize, küçük pratiklerle bu bakış açısını geliştirmek ve yaklaşımınızı değiştirmek için adım atabilirsiniz. Örneğin, önümüzdeki 24 saat içinde sizin fikirlerinize aykırı olan herhangi bir fikri yok etmeye çalışmadan, kendinizin haklı olduğunu savunmadan, kabullenici bir bakış açısı sürdürmeye çalışın. Bunu yaparken kendi fikirlerinizden vazgeçmek zorunda olmadığınızı kendinize sık sık hatırlatmanız; karşı tarafa ise anlaşıldığının ve bakış açısını saygıyla karşıladığınız mesajını iletmeniz işinizi kolaylaştıracaktır. Yapmanız gereken tek şey anında savunmaya geçmeden dinlemeyi öğrenmek ve duygularınızı kontrol etme becerinizi geliştirmek.
6. Katılmadığınız her fikri değiştiremeyeceğinizi kabul edin
Kabul edin ya da etmeyin, hiç kimsenin fikrini değiştirmeye çalışmak gibi bir hakkınız yok ve bunu yapabilmeniz teknik olarak pek mümkün de değil. Dalai Lama gibi iyi niyetli ve dünyaya iyiliği yaymak için yaşayan bir insan bile olsanız sizinkinden farklı fikirler her zaman vardı ve var olmaya devam edecek. Bu fikirlerin ‘doğru’ ya da ‘yanlış’, ‘haklı’ ya da ‘haksız’ olduğunu belirleyecek şeyse sadece bakış açısı olacak. Mantık zemininde savunabileceğiniz fikirlerin her zaman arkasında dursanız da, savunamayacağınız fikirlerin yanlış ya da hatalı olduğu hakkında yorum yapmamanız ruh sağlığınızı koruyabilmeniz için önemli ve gerekli.
7. Haklı olmak yerine nezakete ve şefkate öncelik verin
Söz konusu ne olursa olsun karşınızdaki insanlara ve fikirlerine karşı nezaket ve şefkat dolu bir tutum içinde olmanız, kabul etmeseniz de ‘sınırlı’ olan dünya görüşünüzü başkalarına kabul ettirmeye ya da dayatmaya çalışmanızdan çok daha önemli.
Yaşam yolculuğunda hepimiz farklı zorluklarla karşılaşıyor, kayıplarla ve acılarla sınanıyoruz ve dünya görüşümüz yaşadığımız bu zorluklarla şekilleniyor. Başka birinin hayatını başından sonuna kadar, bire bir deneyimlemediğimiz sürece o kişinin neden böyle bir zihniyete sahip olduğunu; fikirlerini, inançlarını ve değerlerini neye göre şekillendirdiğini, kendisini neden haklı gördüğünü tam olarak anlamlandırabilmemiz imkansız. Bunun yerine iletişim kurmak için alan açıp zihniyet yapısının ardındaki argümanları dinlemek, o kişiyle olan bağlantınızı derinleştirebilir ve dünya görüşünüzü genişletebilir.
8. Fikirlerinizi dönüştürebilecek fırsatları kollayın
Başka bir insanla fikir çatışması yaşadığınız bir durumla karşı karşıya kaldığınızda, iyi bir gerekçe sunarlarsa, görüşlerini kabul etmeye açık olduğunuzu söyleyin. Bu yaklaşımınız belki fikrinizi ya da haklılığınızı değiştirmeyebilir, ancak yine de görüşlerini kendi görüşünüz olarak kabul etmeseniz de fikirlerinin ardındaki düşünce sürecini anlayabilir ve düşünmenin farklı yollarını keşfedebilirsiniz.
Zeytinyağı gibi üste çıkmak yerine, su gibi duru, berrak ve alçakgönüllü olmak ilişkilerinize, hayatı algılayışınıza, yaşam yolculuğunuza ve kişisel gelişiminize sayısız fayda sağlayacaktır. Haklı olmanın tek seçenek olmadığını kabul etmeye ve farklı fikirlerden beslenmeye yönelik tüm çabanız, beraberinde daha mutlu, huzurlu ve farkındalıkla dolu bir yaşamın kapılarını aralayacaktır.
İlginizi çekebilir: Haklı olmak mı daha önemli, yoksa mutlu olmak mı?
Kaynaklar: Mind Body Green, Harvard Bussiness Review, Forbes, TED Talks