Haz: Hoşa giden bir şeyin uyandırdığı duygu, hoşlanma duygusu, hoşlanma, tat alma. İstek duyulan bir şeyi elde etmekten doğan hoşnutluk duygusu.
Hedonizm: Hazcılık.
Eudaimonia: İyi ruh hali, saadet, mutluluk.
Bedenimizde nefesimizi göndermeyi unuttuğumuz alanların arzuları olabileceğini düşünmeyiz.
Bedeninle ilgili bir düşlemin var mı, hiç düşündün mü?
Bedenin neyi arzuluyor?
Hazların esiri gibi hissettiğin oluyor mu hiç?
Kaçmak isteyip de kaçamadığın
Korku, suçluluk, utanç, kaygı, hüzün… Ne kadar güçlü ise
Mutluluk, heyecan, coşku, huşu da bir o kadar güçlü…
Sen hiç susmaz mısın dediğini duyar gibiyim
Hazza geldiğinde zihin kuralsız bir trafik gibi işler
Dur bilmez… Geçmek bilmez…
Çarpışır, karışır düşünceler…
Hangisi senden hangisi serden bilinmez…
Refah seviyesi yüksek batı toplumlarında, maddi kaynakların bolluğu ve sağlık ulaşılabilirliğinin yüksek seviyede olması, o toplumlardaki insanları iyi bir hayatın ötesini arama yoluna itti. İyi şartlara sahip olmanın ötesinde, “mutluluk arayışı” batı toplumlarının gözde konularından bir tanesi oldu. Böylelikle olumlu duygulara odaklanan pozitif psikoloji alanı bilimsel çalışma alanlarını hızla büyüttü ve büyütmeye devam ediyor.
Çağlar öncesine gittiğimizde ise antik dönem filozofları “iyi bir hayat nasıl yaşanır” sorusuna cevap aradılar. Ve benzer şekilde, haz, mutluluk kavramları ile ilgili farklı görüşler ve yorumlarda bulundular. Bu beraberinde, haz ve mutluluk ile ilgili bazı ahlaki ve etik soruları da beraberinde getirdi. İnsan sadece hazzın peşinde mi koşmalıdır yoksa var olmanın daha aşkın sorumlulukları ve rolleri var mıdır?
Haz insan varoluşunun amacı mıdır?
Hoşnut olma, iyi olma, hayattan keyif alma hali; kişilerin olumlu ve olumsuz duyguları ne sıklıkla deneyimlediği ve kendi hayatından ne kadar memnun olmasıyla bağlantılıdır.
Peki iyi bir hayat nasıl yaşanır?
Neler olsa hayatını keyifli ve güzel kılardı bir düşün. Genç olmak, yüksek gelir düzeyi, iyi bir kariyere sahip olmak, belli bir ırkın mensubu olmak, kadın olmak ya da erkek olmak, mutlu bir evlilik…
Birçok insana göre bu sorunun cevabı saydığım bu etkenlerin en az biri olabilir.
Pozitif psikoloji alanında çalışan araştırmacılar, yaş, cinsiyet, ırk, gelir düzeyi gibi demografik özelliklerin iyi hissetmeyle ilişkili olduğu fakat bu ilişkinin bizim düşündüğümüz gibi çok da anlamlı olmadığını bulmuşlar. Örneğin; maaşın zaman içinde farklılaşmasının sanıldığı gibi mutluluk için önemli bir gösterge olmadığını görmüşler.
Aslında çoğu zaman nihai hedef olan mutluluk için, insanların dünyayı algılama ve yorumlama biçiminin nesnel koşullardan çok daha önemli olduğu gözlemlenmiş. (bakınız; Stoacılık)
1984’te bunu gösteren önemli bir çalışma yapıldı. Kişilerin fiziksel sağlık ölçümleri ile kendi sağlık durum değerlendirmelerini karşılaştıran bir deney düzeneği kuruluyor. Araştırmada, kişilerin kendi fiziksel sağlık ölçümlerini değerlendirmeleri ile iyi hissetmeleri arasında pozitif bir korelasyon görülürken, kendi sağlık değerlendirmeleri ile objektif fiziksel sağlık ölçümleri arasındaki korelasyon düşük çıkıyor. Buradan önemli bir sonuca varılıyor, iyi hissetme halimiz subjektif sağlık değerlendirmemizi etkilemektedir. Yani gözüküyor ki dünyayı nasıl algıladığımız nesnel olarak sahip olduğumuz koşullardan belki de daha önemli!
İyi hissetme hali ve olumlu duygular
Zor durumlardan tabiri caizse kahraman gibi çıkan ve hayattan keyif almayı sürdüren insanlar neyi farklı yapıyor olabilir?
Duygular etkin adaptasyon biçimlerini temsil eden kısa ömürlü psikolojik-fizyolojik olgulardır. Psikolojik olarak duygular odağı değiştirir, tepki hiyerarşisinde belirli davranışları öne çıkarır ve bellekteki ilgili çağrışım ağlarını harekete geçirir.
50-60 yıl önce psikoloji korku, kaygı, üzüntü, öfke gibi olumsuz duygulara daha çok odaklanmıştı. Olumsuz duyguların ortadan kaldırılması, sorun yaşayan insanların sorunlarını ortadan kaldırmak gibi gözüktüğünden oldukça önemliydi.
Kimse heyecan, keyif alma, neşe gibi olumlu duygulara yönelmiyordu. Bu açıdan baktığımızda olumlu duyguların evrimsel işlevini anlamak ve bu duygularının öneminin fark edilmesi de bu yüzden psikolojide uzun zaman aldı.
Aslında mutluluk kavramı teori olarak ilk defa Aristoteles’in muhteşem kavrayışla karşımıza çıkmıştır. Aristoteles, insanın en yüksek ve iyi durumuna “eudaimonia” demiştir. Acının giderilerek hazzın doğuşu, fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçların karşılanması fikirleri daha sonra Freud’un psikanaliz kuramı ve 70’lerde Maslow’un hiyerarşik ihtiyaçlar modeli ile doruğa çıkmıştır. Pozitif psikolojinin de gelişimi ile beraber araştırmacılar, duygusal deneyimleri; Olumsuz duygular ve olumlu duygular şeklinde 2 faktör şeklinde incelemeye başladılar. Olumsuz duygularda, öfke, kaygı, korku, suçluluk, aşağılama, iğrenme yer alırken; Olumlu duygularda, keyif, ilgi, güven, inanç, umut ve uyanıklık (atiklik) gibi duygular yer aldı. Artık bu iki duygulanım türünün de farklı evrimsel görevlere hizmet ettiğini biliyoruz.
Olumsuz duygulanım; “geri çekilme yönelimli baskılayıcı davranış” sisteminin bir uzantısı olarak ortaya çıkıyor. Temel amacı, davranışı sınırlandırarak, organizmayı tehlikeli durumlardan korumayı amaçlıyor. Böylelikle, acı, cezalandırılma, ölüm gibi istenmeyen sonuçlardan korunmuş oluyoruz. Örneğin, korku bizi potansiyel bir tehlike karşısında kaçmaya hazırlarken, aynı şekilde iğrenme bizi toksik maddelerden uzak tutuyor.
Olumlu duygulanım ise; tam tersi olarak “yaklaşım yönelimli kolaylaştırıcı davranış” sisteminin bir uzantısı. Olumlu duygulanım, organizmayı zevk ve ödülü deneyimletecek durumlara doğru yönlendiren dürtü ve motivasyonu sağlamaktadır. Bu durumun adaptif olarak ne işimize yaradığına bakarsak; yemek, su, sıcaklık, barınma, diğerleriyle işbirliği, ve partner bulma, buna bağlı üreme gibi durumlarda bize sürdürülebilirlik verdiğini görüyoruz. Bu perspektiften bakıldığında, böyle bir dengeleme olmasaydı, bireyler çoğu zaman çevreleriyle etkileşime girme konusunda, yeni nesnelere insanlara yaklaşma ve çevreyi keşfetme durumunda motivasyonsuz olurdu.
İnsan herhangi bir tehdit karşısında düşünce-eylem yelpazesini daraltarak hayatta kalmak için hızlı ve ani karar verme durumundadır. Bu yüzden olumlu duygular yaşamı tehdit eden durumlarda nadiren ortaya çıkar. Olumsuz duyguların aksine olumlu duygular, kişinin düşünce ve eylem yelpazesini genişletirler. İnsan temel fiziksel ihtiyaçlarını giderdikten sonra, yeni bilgiler, deneyimler edinme, yaratma ve benliğini genişletme arzusu duyar. Bizi bu hedefe yönelten içsel uyarımlarımızı hoşnutluk, keyif, ilgi, keşfetme gibi olumlu duygularımızdan alırız. Bu hayatın keyfini çıkarma, tadını alma hissi, bizde hayatla bütünleşme, kendimize ve bir başkasına dair yeni deneyimlere açık olma dürtüsünü uyandırır. Örneğin; Oyun oynadığınızda nasıl keyif aldığınızı ve eğlendiğinizi düşünün. Çocukluk oyunları, yaratıcılık düzeylerini artırarak, beyin gelişimi ve yaratıcı düşünceye kaynak oluşturur. Sosyal oyun, paylaşılan eğlence ve gülümsemelerle, kalıcı sosyal bağlar ve bağlılıklar oluşturur.
Benzer şekilde olumlu bir duygu olan ilgiyi düşünelim. Elinizdeki okudunuz dergiye ilginiz olmasaydı bu durumun sizde yarattığı kişisel iç görü, ve entelektüel hazdan mahrum kalacaktınız. Dolayısıyla, farklı pozitif duyguların her biri, fiziksel ve sosyal kaynaklardan entelektüel ve psikolojik kaynaklara kadar bireylerin kişisel repertuarını genişletme özelliğini paylaşır.
Olumlu duygu deneyimi ile haz aynı şey midir?
Araştırmacılar, hazzın çeşitli türleri ve farklı nitelikleri olduğu düşünmektedir. Haz verici hisler, olumlu duygu deneyimine göre daha otomatik verilen tepkiler olarak kabul edilir. Fiziksel haz, vücudun dıştan basitçe uyarılmasıyla elde edilebilir bir histir. Bu duyumsal hazlar vücudun ihtiyaçlarına otomatik çıkan yanıtlardan ibarettir; sıcak basan birinin soğuk duşa girmesi, aç bir insanın kendini doyurması gibi. Cinsellik, açlığın doyurulması, susuzluğun giderilmesi gibi duyumsal hazlar pozitif duygu olarak alınabilir çünkü bu durumların fizyolojik olarak karşılanması vücudda bazı değişikliklere yol açar ve pozitif duygular ile aynı anda gerçekleşir. (Örneğin sevgi dolu bir ilişkide yaşanan cinsel haz.)
Sokrates, fiziksel hazları saf hazlar olarak görmez. Fiziksel hazlar, acıdan kurtulmanın zevkli olması nedeniyle büyük görünen hazlardır der. Eksikliği çekilenin yerine konulmasından duyulan anlık bir histen bahseder. Sokrates, saf hazları farklı bir tür olarak kabul eder. Bunlar acıdan kaynaklanmazlar. Daha önce bir eksiklik olmaksızın ortaya çıkarlar. Bir tabloyu veya heykeli görmek, bir müzik parçasını dinlemek, doğanın güzelliğini izlemek gibi estetik deneyimler insanlara bu hazzı yaşatabilir.
Olumlu duygu deneyimi ve iyi ruh hali sadece fiziksel duyumlardan alınan hazdan ibaret değildir. Olumlu duyguların başlatılması için aynı zamanda bilişsel ve anlamlı değerlendirmelerin de olması gerekir. Bu olumlu duygu deneyimi fiziksel uyarım olmadan da gerçekleşebilir. Örneğin; yeni bir fikirle ilgilenmekten keyif almak, bir bulmacayı çözmek ya da kitap okumak gibi.
Bu yüzden “iyi oluş” hali ve olumlu duygu deneyimi, fiziksel otomatik duyulan hazlardan farklıdır. Etik değerlere uygun davranışlar sergilediğimizde veya başkalarına yardım ettiğimizde duygusal bir haz ve tatmin duygusu hissederiz.
Doğruyu yapma hissimiz ve vicdanımızın rahat olması güzel bir yemekten duyduğumuz bir hazdan farklı olarak uzun soluklu bir iyi oluş halini daha iyi besler.
Hazzın Eleştirisi
Hazcılık, felsefi düşüncede birçok eleştiriye tabi tutulmuştur. Biz ne zaman hem haz duyar hem de aldığımız hazdan suçluluk duyarız. Haz ne zaman kişisel tarihimizin günahına dönüşür?
Haz objektif ve evrensel değildir. Her insanın kendi tercihleri, haz ve doyum aldığı şeyler farklı olabileceği gibi, fiziksel ve duygusal doyumunun miktarı ve sınırları da değişkenlik gösterebilir. Bir tabak makarna beni doyururken, bir başkasına yetersiz gelebilir. Toplu taşımada ihtiyacı olana yerini vermek, biri için doğruyu yapma hazzını yaşatırken, bir diğeri için rahatsızlık hissi doğurabilir. Böyle bir noktada hazza yönelme bir başkasının haklarını ihlal etme ve başkasına zarar verme kapsamına girdiğinde, burada bir doğruluktan ve iyilik halinden söz etmek ne kadar mümkün olabilir.
Yediğimiz yemekler sağlığımızı bozuyorsa, oynadığımız oyunlar ailemizi dağıtıp, kişisel sosyal ağımızı dağıtıyorsa günün sonunda kendimizi iyi hissetmeyiz. Anlık zevklerimiz için yakın gelecekteki mutluluğumuzdan peşin peşin düştüğümüzü fark etmekte yavaş kalırız. Şu andaki haz her şeyden önemlidir. Sokrates’e göre; insanlar duyacakları anlık haz için, kötü bir şey yapabilirler çünkü onu o an için iyi sanırlar. Böyle hazlar yanılsamaya dayalı arzulardan ileri gelmektedir.
Aynı şekilde şu andaki çekilen acı da her şeyden önemlidir. Yunanca “paschein” acı çekmek pasiflikle bağlantılıdır. İnsan acı çekerken, eli kolu bağlı hissetmez mi!
Bazen çekilen acı insanı paralize eder, eylemsiz bırakır. Bu yüzden insan şu anda acıdan kaçmak ister. İnsan tıpkı şu anda yaşadığı hazzın, gelecekteki zararını düşünüp eyleme geçmekte iradesiz kalması gibi, acı çekerken de, yine aynı iradesini kullanmakta zayıf kalır. Acının yakın gelecekte insana katacağı deneyim, şükran, keşif duygusunu yaşama ihtimalini düşünmekte zorlanır.
Platon hocası Sokrates gibi, hazzın iyi bir yaşamın bir parçası olduğunu ama yine de dikkatli değerlendirilmesi gerektiğini tartışır. Zevkler sorunlu olabilir, ancak aynı zamanda bizi yeryüzü ve elementleriyle olan derin bedensel bağlantılarımız konusunda uyandırabilirler. O halde bu noktada ‘ölçülülük’ oldukça önemli. İki düşünür de anlık tatminlerin kalıcı bir mutluluk getirmediğini ve insanın daha derin anlamlara ve tatminlere ihtiyaç duyduğunu savunur. İnsanın gerçek mutluluğu, anlık hazlardan daha kapsamlı ve derinlikli unsurları içerebilir.
Tam potansiyeline doğmak, irade ile doğrultulur. İnsan hazza yönelerek ruhsal, sosyal, fiziksel gelişimini ihmal ediyorsa bir olma hali, evreni ve kendini anlama ve yorumlama gibi aşkın rollerinden vazgeçmez mi?
Bu bakış açısıyla, anlık hazlar ile olumlu duyguları deneyimle hali ve iyi oluş hali arasındaki fark oldukça açık gözüküyor.
İnsan anlık hazlarını daha aşkın görevler için feda edebilecek bir iradeye sahip olmasaydı ne olurdu? Ya böyle insanlar olmasaydı?
Belki de bu yazıyı hala mum ışığında okuyor olurduk. Mesela, doğanın keşfine açılan yollardan, insanın fiziksel, zihinsel, ruhsal sağlığına yönelik önemli gelişmelere yol açan, bilimsel, sanatsal, tıbbı girişimlerin, çalışmaların hepsinden mahrum kalırdık. Kırgın, yılgın bir umutsuzluğa mahkum olurduk.
Öyle ise daha aşkın görevler uğruna, anlık acıları, anlık hazlara tercih ederek; bizi şimdi ve burada acıdan kurtaran, diri ve canlı kılan, bir zaman yaşamış ve yaşamakta olan insanların ilhamı en doyurucu hazzımız olsun.
*Bu yazı, psikeart’ın 88. sayısı Hazpsikeart’‘da yayınlanmıştır.
Kaynakça
Fredrickson, B. L., & Branigan, C. (2001). Positive emotions. In T. J. Mayne & G. A. Bonnano, Emotion: Current issues and future directions (pp. 123–151). New York: Guilford.
Fredrickson, B. L. (2001). The role of positive emotions in positive psychology: The broaden- and-build theory of positive emotions. American Psychologists, 56, 218–226.
Myers, D. G., & Diener, E. (1995). Who is happy? Psychological Science, 6, 10–19.
Okun, M. A., Stock, W. A., & Haring, M. J. (1984). Health and subjective well-being: A meta- analysis. International Journal of Aging and Human Development, 19, 111–132.
Staehler, T., & Kozin, A. (2021). “The Permanent Truth of Hedonist Moralities”: Plato and Levinas on Pleasures. Journal of the British Society for Phenomenology, 52(2), 137-154.
Watten, R. G., Vassend, D., Myhrer, T., & Syveren, J. L. (1997). Personality factors and somatic symptoms. European Journal of Personality, 11, 57–68.