Zevki ve mutluluğu kabul etmekle ilgili blokajlarınız olduğunun farkında mısınız? Gelin birlikte bu konuya biraz farkındalık getirelim…
İçinde yaşadığım zamanda bu sıralar bu konuyla ilgili blokajlarıma çarpıp duruyordum ve aklıma Sadhguru’nun Karpavrishka Ağacı ile Cenneti anlatışı geldi… O hikayede kişi bir gün uzunca bir yürüyüşün ardından bir ağacın altında dinlenmek için oturuyor ve orada uyuyakalıyor, uyandığında karnının aç olduğunu hissediyor ve “Şimdi şurada şöyle güzel bir kahvaltı olsa ne iyi olur” diye düşünüyor. Ve Hop! Hemen önüne leziz bir serpme kahvaltı geliyor. Kişi bu kahvaltıyla güzelce karnını doyuruyor ve ardından, “Şimdi şöyle güzel bir şerbet, içecek bir şeyler, bir şarap olsa da içsem, ne iyi olur” diyor ve önünde birbirinden farklı lezzetlerde, serin içecekler beliriyor. Kişi bu noktadan sonra artık karnı tok ve dinlenmiş olduğundan, içinde bulunduğu durumu, yani, dilediği her şeyin önünde böyle kolayca belirmesini sorgulamaya başlıyor ve soruyor, “Nereden, nasıl geliyor bunca şey böyle?” ve bu, önceden öğrendiklerinin, inandıklarının tersi bir durum olduğu için kaygılı bir şekilde bu durumun normal olmadığını ve bunları getirenlerin mutlaka etrafta dolaşan hayaletler olduğunu düşünüyor ve hop! Hemen ardından etrafında çalılıkların arasında gezen gölgeler ve sesler belirmeye başlıyor… Sonunda kişi feryat figan bulunduğu yerden kaçıyor ve dilek ağacından uzaklaşıyor.
Yaşam da aslında tam olarak bu dilek ağacı gibi zihninizdeki düşünceleri size eninde sonunda getiren, içinizden derin bir inançla inandığınız her şeyi gerçekleştiren bir ağaç. Peki, bunu bile bile neden kolaylık, keyif ve bolluk içeren, mutluluk, sevinç ve arkadaşça hisler içeren düşüncelere zihnimizde yoğun ve geniş bir şekilde yer veremiyoruz?
1. Kendini koşulsuz sevgi ve iyiliğe layık görememek…
“Mutlaka karşılığında bir şey vermeliyim, emek vermeliyim çünkü sadece uslu durduğumda babamdan/annemden sevgi aldım ve sevgi almayı böyle karşılıklı öğrendim. Allah’ın sevgisi için bile ibadet etmeliyim, namaz kılmalı, oruç tutmalıyım, alkol içmemeli ve karnım tokken üzerine tatlı yememeliyim, çünkü haketmeliyim. Karşılıksız sevgi almakla ilgili en ufak bir fikrim yok çünkü hiç görmedim ve deneyimlemedim.”
Oysa Allah sizi tahmin edebileceğinizden daha öte bir şekilde koşulsuz seviyor. Şüphesiz ki Allah lütufkârdır.
2. İnsanlara uyum sağlayabilmek ve kolayca bağlantı kurabilmek için onların çektiği acıları çekme zorunluluğuna inanmak. “Ortak acılarımız biri birbirimize daha derinden bağlar” inancı…
Dertli olmak toplumumuzda, neredeyse, kolay ve kısa yoldan iletişim kurmanın bir yolu… Hepimiz ortak acılar çekelim ki empati yapabilelim, konuşacak konumuz olsun ve ortak dertlerimiz olursa daha sıcak ve samimi bir iletişimimiz olur. Örneğin, ülkenin ekonomik durumu bu haldeyken bir esnaf, diğer esnaf arkadaşına “Nasılsın? İşler nasıl gidiyor?” dediğinde diğer esnafın işlerinin iyi gitmesinden bahsetmekten çekinmesi ve “Çok şükür, işlerim çok iyi!” diyebilmesi yerine “İdare ediyoruz, hayatta kalmaya çalışıyoruz…” vb. başarı yerine vasatlığı ifade eden bir yanıt vermesinin daha uygun bulunması… Sanki güzel bir finansal durumda olmak ayıpmış gibi… Ya da herkes, herkes ile aynı durumda olmak zorundaymış gibi…
3. Allah’a yakınlaşmak için acı çekmeliyim inancı…
Acı çekmenin ve/veya yoksunluğun, yoksulluğun bizi O’na ulaştıracağına ya da yaklaştıracağına inanabildik de, bolluğun ve bereketin, yaşamdan zevk almanın ve sevincin ve kahkahanın bizi Allah’a yakınlaştıracağı inancını neden reddederiz?
Bu kimin inancı? Ya da Allah “Bana ağlayarak gelin, mutsuzluk ve sefalet ile gelin, bana ulaşmanın yolu ancak budur” mu demiş? Hiçbir semavi dinin kitabında böyle bir söylem geçmiyor. Bunun yerine İslam dininin kitabı olan Kur’an-ı Kerim’de, “İsteyin, vereyim” demiş, “Bana dua edin, duanızı kabul edeyim…” (Mümin suresi, 60. Ayet)
4. Kolaylığı küçük görmek, zorluğu yüceltmek…
“Kendimi takdir edebilmek için zor şeyleri başarmalıyım” inancı. Böylece hayatımda bana kolaylıkla gelen bir terfi, kolaylıkla verilen bir para olması halinde huzursuzlanacak ve “Galiba sana rahat batıyor!” cümlesine maruz kalacaksınız… Zorluk bir nevi egonuzun yakıtı haline gelmiştir. Ne kadar çok zorlukla mücadele içinde olursanız kendinizi o kadar çok takdir eder ve başkalarının gözünde de takdire layık görürsünüz. Oysa eğer kişi kendini ispatlama sevdasını bırakabilirse, kolaylıkla gelen de değerlidir, “Şükretmeyi biliyorum” diyebilirse, kolaylığı da kolayca kabul eder. Artı bir de koşulsuz verileni almakta kolaylık hissederse hayatın zevklerini ve iyiliğini daha kolay alanına çekebilecektir… Çünkü kişi neyse, deneyimi de odur.
İnsanın zevki ve mutluluğu, bu dünyanın cennet olabileceğini ve kendisinin buna doğuştan layık olduğunu kabul ve idrak etmesi gerekir. Burada ben yine ilk maddeye dönerek her birimizin en başta koşulsuz sevildiğini idrak ve kabul etmesini diliyorum. Bireysel olarak geçirdiğim bir süreci de sizinle paylaşmış olmak beni çok mutlu etti.
Ben Dilek Cantimur, Meditasyon ve Theta Healing Bilinçaltı Dönüşüm tekniği eğitmeniyim, bana kolaylıkla ulaşabileceğiniz Instagram hesabım @dilekcantimur_love, daha fazla paylaşım ve farkındalık için atölyelerime ve eğitimlerime katılın…
İlginizi çekebilir: Kaliteli bir hayatın sırrı: Kendiniz için yaşamanın getirdiği özgürlük