Günlük hayatta toplumda sık kullanılan bazı kavramları fazla genelleştirmeye eğilimliyizdir. Mesela ‘tutku’, ‘hayal’ gibi kavramlar… Tutku kavramı sadece iki kişi arasında hissedilebilecek bir şey gibi bilinir. Genellikle ilk seanslarımda ‘tutkun nedir’ sorusunu sorarım ancak nadiren gerçek bir cevap alabildiğim bir sorudur. Aslında tutku ‘yargıları aşan güçlü bir coşku’ olarak tanımlanmaktadır. Hayatın bu tarafına bakmayı farkında olmadan atlayabiliyoruz. Yaşamımızda tutku ile yaptığımız bir şey yoksa, kişilerden bağımsız bir olguya, bir uğraşa sahip olmadan ne kadar mutluluktan doyumdan bahsedebiliriz?
Hayal kavramı da buna benzerdir aslında. Hedef ve hayal kavramı genelde birbirine karışmakta. Hedeflerimiz var; fakat hayallerimiz mi gerçekten onlar? Aslında pek çoğumuz hayal etmeden yaşıyoruz. Sistemin bize sunduklarını hayal ediyoruz. İyi bir ev, araba, yat, iş, para, fit bir beden, başarı, ödül…
Hayal ile hedefin farkı içinde bulunduğumuz dünyanın bahşettiklerinin ötesinde bir arzu, haz ve zevk aramaktan geçer. Hayalin içinde küçük hedefler yer alabilir ama hayalin amacı sonuçla ilgili değildir. Yoluyla ilgilidir. Gerçekleştiğinde ne hissedeceğini bilmemektir hayali hayal kılan. Hayal kuranlar ve hayalleri gerçek olma yolunda olanlar aslında bu dediğimi daha iyi anlarlar. Yolcusu olduğunuz yaşamınızda ne kadar su içerseniz için, ne kadar yerseniz yiyin ve ne kadar gezerseniz gezin, hayatımda bir şey eksik diyorsanız tutkularınıza ve hayallerinize bakın derim. Çocuğumuzun büyüdüğünü, başarılı, mutlu olduğunu görmeyi hayal edebiliriz ve bu bizi memnun da eder tabii ki; fakat ben daha özgün bir mutluluktan, sadece size ait bir hayalden ve tutku ile yaptığınız bir şeyden bahsediyorum. Bunun yolu kendimizi iyi tanımaktan, potansiyelimizin farkında olmaktan geçer.
Tüm kadim dinlerin ve felsefelerin ortak yönde bir görüşü vardır. İnsanların tek bir yetenek ve beceri ile dünyaya gelmediğinden bahseder. Kişi bu yeteneklerini kullandığı bir yaşam içinde ise varlığının amacını gerçekleştirebilir.
Eski zamanlarla kıyasladığımızda oldukça iyi koşullarda yaşıyoruz. Bize düzenli gelir sağlayan bir işimiz var (bu iş iyi gitmezse hemen internetten yeni iş bakarız), canımız sıkıldığında arkadaşlarla dışarda toplanıp yiyoruz içiyoruz eğleniyoruz. Arkadaşlarımızla hatta sevgilimizle tatile, yurtdışına çıkabiliyoruz. Kısaca hayatı belirli bir standartta yaşıyoruz. Aile kuruyoruz. Çocuklarımız için iyi bir gelecek inşa etmeye çalışıyoruz. Bizler için gördüğümüzden geri kalmamak çok önemli. Tüm bu olanaklara sahipsek bunlar pek çoğumuza mutluluk için yeterli aslında. Peki ne oluyor da bu olanaklara, yaşam şekline sahip kimi insanlara yeterli gelmiyor ve tatmin olamıyoruz? Bu haz ve zevk dolu yaşam bir süre mutlu etse de, ne yaparsak yapalım açlığımız susuzluğuz geçmiyor sanki. Bütün bu güzel şartlara rağmen bazılarımızın içinde doymayan bir kara delik var. İşte tam o kara deliğin varlığını hissettiğimizde kasvetli bir duygu kapımızı çalıyor. Ve yeni bir ihtiyaç ve arayış başlıyor. Çevremize bakıyoruz ve ‘bende bir sorun var, bir ben mutsuzum herhalde’ diyoruz. ‘Nerede hata yaptım, sorun ne?’ demeye başlıyoruz. Bir günah keçisi arıyoruz. ‘Mutlaka böyle olduğum için bir suçlu var. Ailem yüzünden, patronum yüzünden şartlar yüzünden, eşim yüzünden, çocuklarım yüzünden…’ Bu liste uzayıp gider…
Bazen bu acı o kadar büyüyor ki bir umut kırıntısı arıyor, çevremizden destek almak için soruyoruz yakınlarımıza. Sanırım bu acıyı yaşamış ve çözüm aramış pek çoğumuz duymuşuzdur şu yorumları; ‘Daha ne istiyorsun işin var maaşın var geziyorsun.’, ‘ Sana rahat batıyor…’, ‘Kabul et artık hayatın gerçekleri bunlar.’ gibi sözleri. Zorlu yaşamları olanlar, hayatta kalma savaşı verenler belki bu arayışa hiç girmeyebilirler. Bununla beraber eğer bu boşluk duygusu tüm içiniz kapladıysa içinize dönmenin, kendinize daha yakından bakmanın vakti gelmiş demektir. İşte o ‘size rahat batıyor’ cümlesinin bize büyükler tarafından kurulmasının sebebi budur. İş o raddeye geçmişte çok daha nadir geliyordu. Eğer bu duygu size geldiyse onu, minnetle karşılayın ve sımsıkı tutunun. Çünkü artık evren size hizmet etmek istiyor. Size daha fazla doyum aldığınız bir yaşam teklif ediyor aslında. Sadece başlarda yöntemi size biraz sert gelebilir. Bunun sebebi ise yeterince acı yok ise değişime ihtiyaç duyulmayacağı gerçeğidir.
Bazen fark ederiz bir değişim ihtiyacını. Ve deneriz ama şartlar istediğimiz gibi olmayınca hemen şevkimiz kırılır. En sonunda ‘benim yüzümden böyle’, ‘ben seçtim bu yaşamı ve artık çok geç dönmek için’ diyerek öğrenilmiş çaresizlikler ve anlık tatminler ile dolu yaşamımıza, kendimize yaptığımız haksızlığın farkında olmadan geri döneriz.
İç dünyamızı besleyecek ve daha fazla doyum alacağımız bir hayata ulaşmak tutkularımızın hayallerimizin yaşamımıza yansıması ile olabilir. Tutkumuzu bulmak demek, herkesin biricik yeteneğini bulması ve bunu ifade etme şeklidir. Bir müzisyen müzik yapar, bir şarkıcı şarkı söyler, kimisi yemek yapar, kimisi de kitap yazar… Kendini adama enerjisi ile yapılan her şeyden bahsediyorum. Bu spontane akışta bir çatlama veya bir kırılma olur ve kişiye yeni kapılar açılır. Daha fazla doyum yaşayacağı bir hayat için destek gelir… Çatlamalar ve kırılmalar hayatın en önemli dinamiklerindendir. Burada önemli olan kırılmanın nasıl yaşandığıdır. Bir yumurtayı düşünün. Yumurta içeriden kırılırsa hayat başlar. Dışarıdan kırılırsa o zaman bir hayat son bulur. Yani içten başlamayan dönüşümler yıkıcıdır, ölümcüldür. Şu anda hayatın bir kabuk ve senin elinde duruyor ve karar senin. Bir kırılma olacak ve bu kırılmanın nereden olacağı tamamen senin elinde. Yeniden başlamaktan korkma. Belki de yeni hikayeni eskisinden daha çok seveceksin.
İlginizi çekebilir: Pozitif psikolojik sermaye nedir, nasıl geliştirilir?