Geçen haftaki felsefe dersinde yoga hocam dikkatimi çeken bir cümle kurdu, dedi ki: “Çevremizde olan bitene verdiğimiz en ilkel tepkilerden biri duygusallık; çünkü duygu bizi alır götürür. Hatta bir duygu büyüyüp doldukça form değiştirir, düşünce olur. Duygusal yerine duyarlı olmaya çalışmalıyız; çünkü onun içinde empati var.” İlk duyulduğunda kulağa sert gelen bu sözler, içimde döndükçe anlamlanmaya başladı.
Farkındalık ve kendimi tanıma yolculuğuma ilk çıktığımda ilk hedefim düşüncelerimi susturmaktı. Daha önceki yazılarımda bahsettiğim üzere meditasyon ve andalığın böyle işlemediğini anlamam uzun sürmedi. Denemeler, düzenli pratikler, eğitimler derken düşüncelerimi tanımayı, yeri geldiğinde onları etiketlemeyi ve kendimden ayırmayı tecrübe etmeye başladım. Ve sanırım duyguları daha derinden hissetmeye de o zaman başladım. Düşünce sanki dikkat çekmeye çalışan yavru bir köpek, duygularsa gerçeğin elçileriymiş gibi algılıyordum. İkisinin de aynı mayanın farklı formları olduğunu sonradan kavradım.
Ve o zaman en azından benim için duyguların düşüncelerden daha güçlü olduğunu fark ettim; bütün bedende hissedilen, onunla arkadaş olunmadan vedalaşılmayan, göz ardı edildikçe biriken duygular, gerçeklik algısını oldukça bozabiliyorlardı. Bu sefer düşüncelerimi tanımaya çalıştığım gibi duygularıma çevirdim dikkatimi. Benim olduğunu bilip kendimle duygum arasına bir mesafe koymaya başladım. Başarılı olduğum anlar çoğunlukta olsa da bazen beni ziyaret eden kocaman duygu dalgalarına da kapıldığım oluyor tabii, neyse ki hepsi yolumda yeni birer adıma dönüşüyor.
Bahsettiğim gibi yoga hocamın sözleri bana duygusallık konusuna farklı bir bakış açısı geliştirmek için ilham verdi. Size de şöyle anlatabilirim sanırım; mesela Avustralya’da devam eden korkunç yangına duygusal bir tepki verdiğimizde içten gözyaşları dökebiliriz, yanan hayvanlar için içimiz acıyabilir, iklim krizinin gerçekliği bizi endişelendirebilir ve bu kadar duygu içinde sürüklenirken mantıklı ve yararlı kararlar almamız zorlaşabilir. İşte bu noktada duyarlı olmayı tercih edebiliriz diye düşünüyorum; tüm bu acı ve gerçeği tam kalbimizde hissedip Greta Thunberg gibi dünya liderlerine, üretim yapan firmalara ve medya devlerine sesimizi duyurmayı deneyebiliriz. Gerçekten hangisi daha içine siniyor?
Daha gündelik hayattan bir örnek verecek olursam; seni üzen ve ümidini kıran bir olay yaşadığında çevrendekilerden nasıl bir desteğe ihtiyacın oluyor? Seninle birlikte kalbi parçalanıp ağlayanları mı, yoksa seninle derinden bağ kurup “Şimdi bu konu hakkında daha iyi hissetmen için neler yapabiliriz?” diyenlere mi daha yakın hissediyorsun kendini?
Peki sen hayatında hangisi olmayı tercih edersin? Duygusal olmayı mı, duyarlı olmayı mı?
*Eğer bugün katılmak ve yorumlarını paylaşmak istersen Instagram hesabımdaki ankete göz atabilirsin!
İlginizi çekebilir: Değişim bir süreçtir: Bazen başa döner, bazen ileri gidersin ama yol hep senindir