Hayatımızda tezahür eden olayları genel olarak “iyi” veya “kötü” olarak sınıflarız. Örneğin istediğimiz bir şey gerçekleştiğinde bu bizim için hemen “iyi” kategorisine girer ve bunun henüz sonuçlarını veya sonunu bile görmemişizdir. Bazen de tam tersi olur, istediğimiz, kalbimizden geçirdiklerimiz olmadığında “kötü” olur gidişat bizler için. Şükretmeyiz, teşekkür etmeyiz, çok daha basit bir aksiyon vardır; şikayet ederiz. Hem de bol bol şikayet ederiz. Hemen kurban rolüne de geçeriz, nasıl olsa kader bize istediklerimizi vermemiştir, ne kadar şanssız bir insanızdır…
Ben bu durumlara sizinle yakından bakmak istiyorum bu yazımda. Acaba gerçekten akış bu şekilde mi gerçekleşmektedir? Örneğin biriyle birlikte olmayı çok istedik, sonra o kişiyi bulduk, o kişiyle evlendik ve ayrıldık. Bu süreçte gerçekten bizler tamamıyla “izleyici” konumda mıyız? Hiçbir etkimiz olmadı mı gerçekten, bizler seçim yapmadık mı, huzursuzluk oluştu ise bunun oluşumuna bir şekilde katkımız olmadı mı?
Bir ilişkimiz biterken “dur” demek istedik ama diyemedik. Şimdi kaybettiğimiz bir sevgili oldu bu, geçmiş aşkımız… Peki bu durumun şu an kaybedilmek halinde olmasında bizim rolümüz nedir? Orada gururumuzdan diyemediğimiz o “dur” kelimesi eğer sesli olarak söylenebilmiş olsaydı bugün hangi noktada olurduk?
İşte bizler aslında hayatımızda oluşan birçok durum ve olayı kendimiz dışında gelişirmiş gibi değerlendirmekteyiz fakat tüm bu süreçler aslında yine bizden kaynaklanmaktadır. Yani aslında iç dünyamız dışımıza da yansımaktadır. Eğer bizler gururlu hissediyorsak, gururumuz incindiyse bunu bize gösterecek ilişkiler ve kişiler hayatımıza girer ve biz bu ilişkimizde örnekte vermiş olduğumuz gibi dur diyemeyiz. Ve yine sonraki ilişkimizde de almamız gereken dersi almadıysak, halen bu durumlara “gurur” gözünden, yani egonun savaşçı gözünden yaklaşmaktaysak aslında kaybetmekteyizdir.
Peki bu kadar basit mi Pınar diyeceksiniz, ‘evet ben içimden çok iyiyim, kendimi çok seviyorum ama her zaman bana değer vermeyen insanlar bir şekilde beni buluyor, ilişkilerim kısa süreli oluyor’ diyeceksiniz. Neden diye sorabilirsiniz, buna verebileceğimiz “tek” bir yanıt ne yazık ki bulunmuyor. Ama bu soru bile bizler için o kadar kıymetli ki en azından “anlama” derecemizi bir üst boyuta taşıyor olduğuna inanıyorum. Biz bunu sorduğumuzda belki kendimizce verebileceğimiz bazı cevaplarımız oluyor. Örneğin ben kimi değersiz görüyorum ki hayat benim karşıma beni değersiz görecek insanlar çıkarıyor diye sorgulayabiliriz. Eğer bizler kendi değerimizi bilmiyorsak yaşadığımız ilişkiler ve bu tezahür sadece bize bunu yansıtan birer ayna olacaktır.
Veya şöyle bir sorumuz olabilir, biz kime güvenmiyoruz ya da mutluluğu kime layık görmüyoruz ki ilişkilerimiz kısa sürede sona eriyor? Evet bu sorunun da cevabı kendimizden geçiyor, ne yazık ki biz kendimize güvenmedikçe veya karşımızdaki kişiden şüphe ettikçe hayat karşımıza çıkarıyor ve bu ilişki bizim muhteşem bir yansımamız oluyor. Bizler kendimizi güzel bir ilişkiye layık görmedikçe, karşımıza bizi bunu harfi harfine yaşatacak kişiler çıkıyor. Yani ne düşünüyorsak, ilişkilerimizde ne bekliyorsak, nasıl diliyorsak, ne bizi korkutuyorsa veya ne bizim için “yargılama” unsuru ise işte o olağanüstü şekilde hayatımızda tezahür ediyor; yani benden yansıyan “ben” oluyoruz…
Sevgili Tuğçe Işınsu kitabı Ol Der ve Olur ile bakın bu durumu nasıl açıklıyor:
“…Her şey yansımadır. Sizde ne varsa, iç dünyada yani, bu yansır. Siz yansıtırsınız, evren onu size geri sunar, yansıtır tekrar. Dünyada muhteşem bir aşk eğitimi almak üzerine bulunuyoruz.
…En derin hırs, istek, tutku, beklenmedik anda ve ilişkilerde önümüze sunulur. Olan biten her şey bizimle ilişkili. İçinizde olan dışınızda da olur, yani yaşamımızda bulunan kişiler bizim bir özelliğimizi bize yansıtmak için geldiler. Çok kıskanç ise siz de belki öylesiniz, aramıyor sormuyorsa belki sizdeki kaybetme korkusu durumu tetikliyor, patronunuz sizi eleştiriyorsa belki aslında siz o iş yerinden gitmeyi seçtiğiniz için.
…Kişiyi değiştirmek diye bir şey yoktur; ya o aşk bitecek ya da siz değişip-dönüşüp daha doğru bir ilişki yaratmaya bakacaksınız. Değişmesi gereken o değil, en azından ilk etapta.
…Ne olursa olsun, sonuçta her şey bizimle ilgili. Kendisinden sorumlu olmayı başarabilmiş güçlü bir birey kendindeki her şeyi yansıtmaz, kendiniz ile yüzleşin.”
Yansıma yasası, gerçekte kendimizde yüzleşemediğimiz belki bilinçsiz olarak algımızın en derinlerine itmiş olduğumuz ön yargılarımızı, korkularımızı, ilişki anlayışımızdaki boşlukları veya “incinmişliklerimizi” bizler kendi içimizde tamir edemedikçe işte böyle tek tek karşımıza çıkartır.
Bu akışta ilk aşama dışarıdakini “suçlamaktan” vazgeçmektir. Bir kişiye aksiyon almadığı için mi hırslanıyoruz, aslında biz hangi konularda aksiyon almıyoruz, bir arkadaşımız bizi erteliyor mu, biz neyi erteliyoruz hayatımızda, sevgilimizi ilgi göstermemesi ile mi suçluyoruz, biz kime gereken ilgiyi göstermemekteyiz, hangi sevdiğimiz bizden beklediği zamanı veya değeri alamıyor?
İşte bu sorular kendi kendimize hayatımızda tezahür edenlerin, kişilerin ve olayların cevaplarına giden o patika yolu oluşturmaktadır. Bizler cevabı yine içimize dönerek aradığımızda yani değişime kendimizden başladığımızda olaylara bakış açımız da değişecektir. Bu yüzden hayatınızda bugün her ne oluyor, olmuş ya da olacak olursa, farklı gözlerle bir kez daha bakın, siz neyi yansıtmaktasınız, neyi kendinizce değiştirebilirsiniz, bunu gerçekten kalpten hissederek yaptığınızda hayatınız nasıl olurdu?
Benden bugün hayatıma yansıyan “ben”e bir mesaj gönderseydiniz bu ne olurdu? Unutmayın hayatınızın muhteşem yazarı sizlersiniz, içeride ne varsa dışarıda da o tezahür edecektir…
“Neyi arıyorsan sen, O’sundur…” -Mevlana Celaleddin Rumi