Her gün yeni bir şey öğreniyorum, keşfediyorum, hatırlıyorum ve hayatımı bu doğrultuda yeniden düzenliyorum. Her an kendimi yeniden yaratıyorum ve bu hali çok seviyorum.
Geçen aylarda Nirdosh Kohra’nın katıldığım 5 Biyolojik Yasa başlığı altında bütünsel sağlık workshop’unda Nirdosh, kahveyi gerçekten sempatik sinir sisteminin uyarılmaya ihtiyacı olduğunu hissettiğinde içtiğinden ve en son belki birkaç ay evvel tükettiğinden bahsetmişti bir konuyu anlatırken bize.
O an hala kulaklarımda çınlıyor, çünkü çok şaşırmıştım bunu duyduğumda. Çok etkilendim. Nasıl yani? Bayağı bayağı her gün otomatikman tükettiğimiz kahveyi, amacına ve işlevine göre ciddiyetle tüketen biri vardı dünya üzerinde demek. Bu benim çevreme baktığımda oldukça şaşırtıcıydı çünkü ben bu şekilde tüketen tek bir kişi bile tanımamıştım. Bu söylem o gün tüm hücrelerime girdi ve yerleşti. Hissettim.
Her gün sayısına bile bakmadan, o an canımın gerçekten isteyip istemediğini bile sorgulamadan kahve tüketen ben, o günden sonra sabah uyanır uyanmaz kahve yapmayı bıraktım kendime. Bıraktım ve hiç de aramadım. Kahve içmezsem elim ayağım titrer diyenlerden de hiç olmadım ama Selin‘le pilates dersimize başlamadan bi’ kahve yapıp iki sohbet etmeyi çok seviyordum. Aslında orada sevdiğim şey kahve bahanesiyle sabah sohbetleriydi.
Bir kere duydum ve hayat ondan sonra bu şekilde ilerlemedi tabiî ki. Zaman geçtikçe unuttum. Yeniden sohbetlere kahveyi bahane ettim defalarca. Sonra yeniden hatırladım aslında kahveye ihtiyacım olmadığını, durdum. Sonra yeniden unuttum, yeniden bir daha hatırladım derken; insan olma yolculuğumun tadını çıkardım hep düşe kalka. Hayat tam olarak da böyle bir şey değil mi zaten?
Karantina sürecinde ise bu konu kendiliğinden yerine oturdu. Bu süreçte sigarayı bir anda bıraktığım gibi bayıldığım kahveyi de içmek pek aklıma gelmedi. Annemin “Hadi bi’ kahve içelim mi?” tekliflerini geri çevirdim, çünkü içim istemiyordu. O kahveyi sırf tatlı bir alışkanlık olduğu için tüketmek istemedim.
Son 3 aya baktığımda maksimum 7 ya da 8 tane kahve tüketmişimdir ve buna ben de inanamıyorum. Oluyormuş. Her besinin, her içeceğin beden için bir amaç taşıdığından da konuşmuştuk eğitimde kahve örneği ardından. Kahve sempatik sinir sistemini aktive ediyordu, yasemin çayı rahatlama etkisi yapıyordu derken hepsinin bir işlevi olduğunu duymak ve her şeye buradan bakmak; hayatımda bana çok ciddi bir kapı açmış oldu.
Ne zaman bu hale gelmiştik?
Ne zaman yemeği sosyalleşme aracı olarak kullanmaya başlamıştık?
Halbuki yemek dediğimiz şey enerji almak ve hayatın içinde hareketteyken enerjimizi korumamız için bir araçtı sadece. Şu andaki gibi arkadaşlarımızla sosyalleşmek, iş toplantılarını gerçekleştirmek için bir amaç değildi. Kaç bin defa cumartesi akşamları yemek programlarına gitmişizdir? Kendimizi doyurmak, bununla beraber yeni tatlar tatmaksa hiç sorun yok bence ama ben kendi adıma bu şekilde kaç defa yemeklere katıldığımdan emin değilim. Belki bir elin parmaklarını geçmez. Benim için yemek hep sosyalleşmek için en büyük bahane oldu bugüne kadar.
Bu şekilde davranış alışkanlığı edindiğimizden beri de bedenlerimizin ayarlarını da bozduk, ihtiyaçlarımızı duyamaz olduk. Her şey birbirine karıştı. Araç amaç, amaç da araç oldu.
Bu nefis bilgelik bana şu an hayatımda yol göstericilerimden bir tanesi. Artık hiçbir şeyi “öylesine” yapmıyorum elimden geldiğince. Canım, arkadaşımla sohbet etmek istediyse öylesine yanıma kahve almıyorum mesela, ya da canım nohut istediyse ve nohut yoksa, nohut yok diye onun yerine öylesine ıspanak yemiyorum. Çünkü o an bedenimin ihtiyacı ıspanak değil nohut gibi bir besin belli ki. Dinliyorum artık bedenimi. Saygı gösteriyorum, değer veriyorum.
Demem o ki hepimizin olduğu gibi hayatta her var olanın bir amacı ve işlevi var bu hayatta. Bunları öğrenerek, bilerek ilerlemek bizim hayatımıza çok hafiflik ve rahatlık.
Nice uyanışlara.
Sevgiyle…
İlginizi çekebilir: İhtiyaçlarımızı duyabilmek: Kalp ne der, zihin ne der?