Yazılarım hakkında sizlerden gelen yorumları okumak beni her zaman hem çok mutlu eden hem de çok geliştiren bir etki oluyor. Bana ulaşan tüm yorumlarınız için çok teşekkür ederek ve hepsinin çok değerli olduğunu yeniden belirterek başlamak istiyorum…
Bu yazımda bana çok derin bir konu için eşlik etmenizi istiyorum “öz-değerimiz” yani kendimize kendi kendimizce dışarıya bağımlı, bağlı, dayalı, zorunlu, yükümlü, zorunlu, kısacası “tüm dış değişkenlerden özgürleşerek” kendi kendimizi sevebilmek ve kendi kendimize değer verebilmek yeteneğimiz… Bu konu başlığı ise bana tam da kendim ile ilgili “öz-değer” konusunda düşünceli olduğum bir günde bana ulaşan sevgili Semra Hanım’ın özel sorusu, bu yazım o yüzden sevgili Semra Hanım’a hediyemdir; gelin hep birlikte kendisinin hani sınavlarda olduğu gibi hayatın “en zor” yerinden sorduğu sorulara cevaplar aramaya çalışalım; “kendi değerimizi nasıl biliriz, nasıl anlayabiliriz, kendi kendimizin değeri nedir, hayatımızda nasıl daha çok kendi değerimize odaklanabiliriz?”
Bir kere öncelikle “değer” kavramının bizler için tanımı ile başlamak istiyorum. Hayatımızda nasıl değerli hissederiz? Bu kavram genel olarak çocukluğumuzdan itibaren bizlere ailemizde öğretilir. Fakat örnek olarak “kendi kendine değer veren” bir birey etrafımızda yok ise, tanım aklımıza, bilincimize yani içimize “diğeri” kaynaklı olarak kazınır. Kocasının onu sevmesini bekleyen bir anne, sadece eşi onunla zaman geçirdiğinde kendini değerli hisseden bir kadın veya eşinin gözüne girmek değer görebilmek için üzüldüğü durumda ses çıkartmayan ebeveynler… İşte bunlar değer kavramının küçücük zihinlerimizde çarpıklıklarla gelişmesine sebep olur. Bugün o yüzden ilk adımımızda kendimize sormamız gerekiyor “bence değer ne demek, yani ben değerli olduğumu nasıl hissederim”?
Bu soruya yanıtımız çok kritiktir, ben burada kendi hayatımdan ve tecrübelerimden örnekler ile ilerliyor olacağım, fakat istiyorum ki biraz eğleniyor, biraz eleştiriyor biraz da kendi kendimize açıkça aynı soruları soruyor olalım. Benim değer tanımımda “saygı vardır, sevgi vardır, zaman ayırmak ve değeri ifade etmek vardır” diyebilirim. Peki kendime ve başkasının bana verdiği değer konusunda nasıl yanıldım, bugün yaptığım tanımlar nereden geldi biraz uzak geçmişe gidelim şimdi.
Ben ilişkim boyunca değer verilmeye “kendi öz değerime” hiç odaklanmadım örneğin. Çünkü bir kere böyle yetişmemiştim, çünkü kadın her zaman vericiydi, kadın ne istediğini söylemez, üzüldüğünde ses çıkarmaz ve sadece dinlerdi, kadın tartışmazdı evlilikte, kadın erkeğinin önüne geçmezdi, kadın sadece olduğunu olduğu gibi kabul ederdi, kadın “sorgulamazdı” benim değerim nerededir, nerededir, ben nasıl değer görmekteyim… Kadın sadece “değer verir”, hediye eder, emek verir, güzelleştirir, değer oluşturur ama değer görmez, bunu “hak ettiğini” bilmez… Peki kadının kendi kendine değerine geldiğimizde zaten “kendi” yoktur, önce erkeği gelir, çocukları gelir… Kadın dediğin kendini siler, fedakardır, öyle süslenip çıkamaz, sadece “kendi” zevki için para harcayamaz, sadece “kendi kendini” mutlu etmek için değil başka bir yere evin önündeki parka bile gidemez…
İşte bu “değer” kavramı yaşımızın kaç olduğuna, hangi üniversitede okuduğumuza, ne kadar para kazandığımıza ve hayatta neler yaşayıp gördüğümüze bağlı olmadan kocaman bir “tanım” sorunudur öncelikle… Ben bu kadındım, evet ben Türkiye’nin en önde üniversitelerinden birinde, hem de iki bölümü birden bitirmiş olan ben, yurt dışında yaşamış, yabancı dil bilen, en güzel işlerde çalışan, her zaman fikir sorulan ve iyi kötü insan olan ben bu kadındım; “sadece vermeye odaklı, kendini silmiş, kendi değerini hiç ama hiç bilmeyen” kadın…
Ne oldu diye soralım peki hayatımda ne tezahür etti? Evlendim, öyle bir noktaya geldim ki, tüm ev işlerini kendim yaptım çünkü “kadın vericidir, önce diğer kişi mutlu olsun” dedim üzüldüğüm hiçbir noktayı dile getirmedim çünkü kadın kendi değerini bilmez çünkü o susmayı bilmelidir ve ne yaptım sonunda aldatıldım. Anlayamamıştım bir adam beni “nasıl sevebilirdi bende ne bulmaktaydı, neden bana bakmaktaydı, bende sevilecek değer verilecek ne vardı? Çünkü kadın vericidir, zaten oradadır, her ne olursa olsun gitmez, değer görmese de kendi değerini kendi kendinin kıymetini zaten bilmez…
İşte o kadın öyle bir “öz-değer” yoksunuydu ki, kendinin bir değeri bile olabileceğini düşünememekteydi. Sonra ne oldu? Evet, derin bir sessizlik, ne olursa olsun dönülemeyecek bir ayrılık hali. Ve kendi kendim ile baş başa kalmak… İşte bu nokta çok önemlidir, değer tanımızı sorduk, şimdi sıra kendimiz ile baş başa kalarak “ben kendi kendime şu anda hayatımda ne kadar değer veriyorum?” sorusuna yanıt aramak…
Ben bu soruya tahmin edersiniz “hiç” yanıtı ile karşılık verebiliyordum bir zamanlar… Bu soruya yanıtınız, “biraz, gerektikçe” veya “çokça” da olabilir ki bunlar “hiç” yanıtına göre çok iyi seviyede öz-değer bilincini yansıtır. Kendi seviyemizi belirledikten sonra kendi kendimize bunu değiştirmek için adımlar atmamız gerekiyor.
Gelin benim kendim için oldukça “büyük” adımlar olan değişimime bir bakalım. Bir kere 30 yaşımdan beri her doğum günümde sadece “kendi kendimi mutlu etmek” için dünyada en çok sevdiğim şeylerden biri olan uzak diyarlara seyahat ediyorum, Arjantin’den Bali’ye kadar farklı zamanlarda unutamayacağım güzellikte oluşlar, maceralar ve değişimler benimle oldu… Şimdi açıkça paylaşmak istiyorum Roma’da bir bankım var, son iki yıldır doğum günümü sakince, sessizce, tek başıma sadece gelip geçenleri izleyerek ve 2 euro maliyetinde bile olmayan yandaki muhteşem sokak büfesinden aldığım şarabım eşliğinde yine “sadece” kendi kendime olabilmenin sağlıklı, huzurlu, güzel bir yaş geçirmiş ve geçirecek olmanın umuduyla kutluyorum…
Sabah uyandığımda kendi kendime hatırlattığım ilk şey “bugün çok değerli”, bugünün her saniyesi, her nefesi, söylediğim her cümle sevgiyle paylaştığım anlar değer kattığım insanlar işler amaçlar içtiğim su yediğim yemek her şey “çok değerli” oluyor, tekrar tekrar “ben çok değerliyim” diyorum… Bazen yıllar boyunca nasıl olup da dünyada bir tane benden yaratılmışken kendimi bu kadar değersiz bu kadar kırılabilir bu derece değersizleştirilebilir gördüğümü anlamakta da zorlanıyorum… Bu yüzden her günümüzün güzelliğinin, her anımızın değerinin ve o her anın güzelliğini yapanın da yine bizler olduğumuzu anlayabilmek çok ama çok önemli bir etken…
Hep başkası için çalışmak, hep başkasını memnun etmek… Bugün karşıma çıkan ve gerçekten memnun olmadığım her durumu “yüksek ses” ile ve son derece dürüst olarak ifade ediyorum örneğin; kendi değerim için “ifade etmek”. Bu yıllarca yine anlayamamış olduğum diğer bir öz-değer belirteci; kendimizi “X ne düşünür, Y beni sevmez, A yanımda olmaz, B beni beğenmez” diye değil, sadece ve sadece kendimiz için ifade etmek. Diğeri üzülmesin kimse etkilenmesin diye içeriye attığımız her istek ifade edilmemiş her söz her duygu yine bizden alıp götürmektedir…
Öz-değerin diğer bir ifadesi kendi kendimizin en önemli yaşam koçu olmak yani güzel yemek, güzel beslenmek, egzersiz yapmak… Bu yüzden spora olan tutkumu daha da ön plana alıyorum hayatımda ve ne olursa olsun antrenmanlarım benim için günümün “benden alınamayacak” ve sadece “kendim ile olmak üzere” oluşturduğum çok önemli bir parçası… Her türlü spor, kendimiz ile ilgilenmemiz, kendi kendimize bakmamız demek. Bedenimizi anlamamız, kalbimiz ile sohbet etmemiz, ayaklarımıza nasılsınız yola devam ediyoruz değil mi diye sorup gülebilmemiz demektir değil mi? Bu yüzden kendinize değer vermek yolunda daha çok spor yapın bedeninize kendinize oluşunuza daha çok bakın; yaratılışınızın size verilen ellerin, gövdenin, karnın veya bacakların ne kadar mükemmel olduklarına ve sizinle olduklarına daha çok teşekkür edin…
Ve tabi ki “kendimize gülebilmek”. Bu öz-değerimizi her ne olursa olsun kaybetmemek üzere odaklanmak demek. Evet geçmişte aldatılmış olabilirim, bugün hala geçmişte yaşıyor olsaydım kendime verdiğim değer başkasının ve hatta sadece bir kişinin tercihine bağlı olsaydı, bu benim değersiz olduğumu, yaradılışımın bir amacı olmadığını gösterseydi, gerçekten doğru olur muydu? Kendime gülebilir miydim? Bazen çocukları izleriz, düşerler, hiç ağlamazlar kendi kendilerine gülerler “nasıl düştüm” diye ve en önemlisi işte yeniden ayağa kalkarlar… Çünkü öz-değerlerini bilirler başkasının ne kadar “iyi yürüdüklerini” söylemesine, “başkasının onu sevmesine” ve başkası alay etmiş bile olsa “ben asla yürümeyeceğim” gibi özünden uzak bir bilinçte değillerdir. Sadece doğrulurlar ve yürüyüverirler… İşte her şey bu kadar basittir… O yüzden hatalarımı tecrübeler olarak gördüğümde, kendime gülebildiğimde, “nasıl da düştüm” haydi Pınar kalk gidiyoruz o zaman yola devam diyebildiğimde sizce öz-değerim incinir mi? Ben kendimle barıştıkça ve hayatı olduğu gibi kabul ettikçe ve tabiki kendimi de aynı şekilde kabul ettikçe “başka bir kişinin” onayına ihtiyaç duyacak mıyım?
Bu yüzden öz-değer ve kendimize değer vermek son derece öznel bir bilinçtir, bunu dışarıdan kimse bize öğretemez. Adımlarımızı yavaş yavaş atacağız, kendimize karşı sabırlı olacağız, evet düştüğümüz de olacak, güzel aksiyonlar aldığımız ama bir o kadar da yeni deneyimlediğimiz keşke böyle yapmasaydım dediklerimiz de olacak.
Eğer bu yazımda bana eşlik ediyorsanız, hemen değiştirin “siz sadece oluşunuz ile dünya üzerinden tek yaratılmış olmanız ile” zaten sonsuz değerdesiniz. Kimsenin bunu size “vermesi” mümkün değildir, X mesleğinde yükselmekte olduğunuz için, A’nın eşi olduğunuz, B’nin annesi olduğunuz, C okulunu bitirdiğiniz, bankada sizi bekleyen paranız veya kapının önünde duran araba markanız için değil, sadece “siz” olduğunuz için değerlisinizdir… Hayatınızdaki en büyük değer yine sizsiniz…