Öyle zamanlardan geçeriz ki, “Ben bu kararı nasıl verebildim?” diye sorguladığımız olur kendi kendimizi. Ya da bazen buna bile gerek kalmaz fakat olaylar olup bitiverir, bizim bir şey yapmamız gerekmez, hayatımızdaki o “diğer” kişiler çoktan seçimler yapmışlardır… Yani yollarımızın kesiştiği kimselerin kendi “yollarını” seçmek hali aslında dolaylı da olsa bizim yolumuzu da etkiler. Bazen dikleştirir, bazen ayırıverir ve bazen de birleştirir. Evet, öyle anlar olur ki bu sonuçlar bize acı da verebilir veya çok uzun zamandır beklediğimiz biri hayatımıza girivermiştir bile…
Ben bugün bu yazımda sizlerle birlikte sorgulayalım istiyorum, sadece bir doğru yol mümkün mü? Yani diğer kişilere bakarız ve bu seçimi neden ve nasıl yaptı diye sorgularız. Onların adına üzülürüz, onların yaptıkları için bazen kendimizi affetmeyiz, kandırılmış hissederiz kendimizi, “Nasıl gerçekleri göremedim?” diye yılarca kendi kendimizi suçlarız bazen. Bir arkadaşımıza “sadece” yardım etmek isteriz ve sonucunda büyük bir borcun altına gireriz, bu tüm ailemizi etkiler, belki işimizi belki sahip olduğumuz mal varlığımızı. Hayatımızda o “diğer” kişi nedeniyle “kaybeden” oluruz ve evet yıllar geçer biz yine kendimizi suçlamaya devam ederiz, “Ben bu yola nasıl girdim, neden girdim?” diye döner dolaşır yine kendi kendimize konuşuruz…
Tüm bu akış içerisinde gerçekten tek bir doğru var mıdır? Yani örneğin aldatmak üzerinden gidecek olursak bir kişi eğer evliliğinde veya ilişkisinde mutlu değilse ve hayatının aşkını bulduysa, o evliliği veya ilişkiyi bitirmesi ve yeni bir ilişkiye başlaması, bu akışı hayatının aşkı için bozmayı “tercih” etmesi “hatalı mıdır?” Evet ise hangimize göre; belki geride kalan eş isek üzülürüz, yıllar boyu çok sevdiğimiz bir adamdan veya kadından vazgeçmek durumunda kalmışızdır bir kere. Haksızlığa uğramışızdır, beğenilmemişizdir, yalnız kalmışızdır, hayat bize adil davranmamıştır.
Belki tam tersinden bakmamız gerekir. Tek başınalığı öğrenmek güzeldir, daha güçlü oluruz, farklı bir yola yönlendirilmişizdir, belki hayatımızın tek ve gerçek aşkı için bizlerin de yola çıkması gerekir veya sadece ödeyecek borcumuz artık paylaşacak “gerçeğimiz” kalmamıştır ve gitmemiz gerekir. Bu iki bakış açısından veya yoldan hangisi doğrudur?
O diğer kadın veya adam olabiliriz, bir evliliğin bir ilişkinin bozulması üzerine yeni bir akışa başlarız. Çoğu kişi ne yaptığımızı neden başkasını üzdüğümüzü sorgular bizler sadece “aşkı” yaşamak isteriz hâlbuki sonuna kadar dünyadaki herkes kadar hak ettiğimize inandığımız aşkı… Ve birçok “diğeri” için öteki kişiyizdir, ikinci olan, sonradan gelen, diğer bir kişinin ilişkisini yıkan, belki gitmese de o hepimizin “muhteşem” algımızda kafalarımıza çizilmiş olan sınırlarda “sonsuza kadar mutsuz” olsak da sürdürmemiz gerekendir evlilik veya ilişki değil mi?
Oysa ne huzursuzluğunu, ne de o aramızdaki güzellikler bittiğindeki halini yaşamıştır o diğer kişiler… Onlar dışarıdan bakar ve sadece yorum yaparlar… Şimdi hangimiz daha adilizdir, hangimiz daha çok doğru yolumuzdayızdır ve hangimiz bir diğerinin “üzüntüsü” veya gerçekte “kurtuluşu” istese de istemese de hayatın sunduğu özgürlüğe giden yolu olmuşuzdur…
Sevgili Hermann Hesse’nin Buda’nın yolunu anlattığı güzel eseri Siddhartha’dan bir bölüm paylaşmak istiyorum. Hayatta önümüze çıkan yollar, seçimlerimiz ve bunların hepsinin gerçekte ne kadar da “doğru” olabildiklerine bakın nasıl yaklaşıyor (sevgili Murat bu kitap için sonsuz ve her daim “az kalacak olan” teşekkürlerimle).
“… Siddhartha ormanda yürüyordu, hayli uzaklaşmıştı kentten, bildiği tek şey varsa o da artık geri dönemeyeceğiydi, pek çok yıldan beri sürdürdüğü yaşam geçmişte kalmış, tiksinti verecek kadar tadı çıkarılıp sömürülmüştü. Düşünde gördüğü şakıyan kuş ölmüştü artık. Gönlündeki kuş ölmüştü. Sansara’nın iyice gömülmüştü içine, tiksinti ve ölümü dört bir yandan soğurup içine almıştı, bir süngerin suyu sonuna kadar içine çekmesi gibi. Bıkkınlıkla, perişanlıkla ve ölümle dolup taşıyordu, onu cezbedecek, onu sevindirip avutacak hiçbir şey dünyada yoktu artık.
Bundan böyle kendisiyle hiçbir alıp vereceği olmamasını, huzura kavuşmayı, ölüp gitmeyi yürekten arzuluyordu. Ah, keşke bir yıldırım düşse üstüne, onu cansız yere serseydi! Kaplanın biri çıkıp gelse de onu yiyip tutsaydı keşke! Bir şarap, bir zehir olsaydı da, onu hiçbir şey durup hissetmez duruma soksaydı, her şeyi unuttursaydı ona, uyusa ve bir daha uyanmasaydı! Başka bir pislik kalmış mıydı kendini pisletmediği, bir günah kalmış mıydı işlemediği, bir budalalık kalmış mıydı başvurmadığı, ruhunu ıssız çöle çeviren bir adım kalmış mıydı atmadığı? Böyle bir durumda yaşayabilir miydi artık? Böyle bir durumda nefes almak, nefes vermek, hala bu işi sürekli tekrarlamak, açlık hissetmek, yemek yemek, uyumak, eskisi gibi kadınlarla yatmak mümkün müydü? Bu kısır döngü onun için son bulmuş, onun için kapanmamış mıydı? …İşte yine diye geçirdi içinden, bütün bu ölümlü şeyler elimden uçup gittiğine göre, işte yine küçük bir çocukken olduğu gibi güneşin altında duruyorum, hiçbir şey benim değil, herhangi bir beceriden, maharetten yoksunum, henüz öğrendiğim hiçbir şey yok. Ne şaşılacak şey! Artık genç sayılmayacağım, saçlarımın artık yarısı ağarmış durumda olduğu, yavaş yavaş elden ayaktan düştüğüm şu sıra yine başa dönüyor, çocukluktan başlıyorum! Bir kez daha gülümsemeden duramadı, evet tuhaf bir yazgısı vardı.”
Hayatımız boyu karşımıza çıkan yolları doğru veya yanlış olarak nitelendirmekteyiz, fakat aslında zaman geçmeden, o yollar başka yollardan ayrılmadan ve gelecekte bambaşka yollar ile birleşmeden tam yanlış veya tam doğru yolu belirlemek ve bu yetmezmiş gibi başkalarının yollarını doğru veya yanlış olarak nitelendirmek ne kadar “doğru” olur?
Bugün bu yazımı okuyorsanız, tek doğru yol var o da sizin sadece ve kendi kendinize çizebileceğiniz yol, diğerinin tercihi, yolu veya oluşu sizin muhteşem yolunuzun sadece bir durağını oluşturabilir; yolunuzu çok ama çok sevin… Ve her anında “doğru” yolda olduğunuzu bilin…
İlginizi çekebilir: Aşkın en sevdiği: Ben halini ortaya çıkartmak Aşkın en sevdiği: Ben halini ortaya çıkartmak