“Anda kalmak” çokça duyduğumuz ama yapmakta bir o kadar da zorlandığımız bir eylem.
“Anda kal, içinde bulunduğun anı hisset, ne geçmiş ne gelecek, sadece şimdi…”
Peki ama nasıl?
Teknoloji çağında, onca uyaranın, telefon bildirimlerinin, televizyon sesinin, gürültünün arasında o kadar zor ki anda kalmak ve sadece bulunduğun zaman dilimine odaklanmak. Biraz da olsa kendi içimize dönebilmeye, daha farkındalıkla anı yaşamaya, içimizde akan yaşam enerjisini daha derinden hissedebilmeye götüren yollardan en keyiflisi ve derini kuşkusuz yoga…
“Yuj” kelimesinden türeyen yoganın kavuşma, bir araya gelme, birlik ve karşılaşma gibi anlamları mevcut. Kendi öz benliğinle karşılaşmaya, kavuşmaya giden bir yol aslında. Her bir asananın içeride uyandırdığı enerji ve yarattığı farkındalık yepyeni bir pencereden bakmayı sağlıyor hayata.
Sadece içinde bulunduğun an ve matın üzerindeki sen… Pratiğine odaklısın. Dışarıdaki uyaranların tümü adeta sistem dışında. Düşünceler bir süre bulunduğun ortamdan izole. Nefeslerin sakin ve farkındalıkla akıyor.
Onca zorlu asana, içeride “Ben aslında bu şekilde de var olabiliyormuşum, sadece ayaklarımın üzerinde değil, ellerimin, dirseklerimin, hatta başımın üzerinde de dengede durabiliyormuşum” farkındalığını sağlayarak günlük hayattaki değişkenlere, zorluklara daha kolay uyum sağlayan, her türlü şartta dengeyi bir şekilde kuran bireyler haline dönüşmemizi sağlıyor. Yogayı özel kılan da bence bu. Sadece o zorlu asanaların içinde kalarak çok güçlü veya muazzam bir poz vermenin ötesinde, zihinlerimizde yarattığı dönüşüm tüm bu felsefeye adanmayı sağlayan ve bizi daha çok bulunduğumuz anda tutan bir motivasyon.
Mat üzerinde karşılaştığımız haller tamamen içten, kendi hallerimiz: Düşüşlerimiz, dengesizliklerimiz, güçlü yanlarımız, öfkelendiğimiz anlar, en güçlü zamanlarımız, hepsi bizim birer karakter analizimize dönüşüyor aslında. Karşılaştığımız her bir yanımızı yargılamadan kucaklayabildikçe ve bıraktıkça, kendimizi daha çok benimsiyor, kabul ediyoruz. Cyndi Lee’nin ifadesiyle: “Yogada aktifin zıttı pasif değil, kabul edicidir. Değişmesine ihtiyaç duymadan, kontrol etmeye ya da yönetmeye çalışmadan, her anın zenginliğinin farkındalığı içinde kalabilme becerisi…” Bu tavrı hayatımıza tamamen uygulayabildiğimizi düşünsenize, her şey, tüm sosyal ilişkilerimiz çok daha rahat ve sorunsuz hale gelmez miydi?
Mattaki tavrımız hayattaki tavrımız aslında. Ve hayattaki tavrımızı dönüştüren de yine mattaki istikrarımız, emeğimiz ve bizde uyandırdıklarının farkındalığıyla sadece yolda olmanın keyfini sürerek akmak. İşte o zaman bulunduğumuz her anı daha içten yaşamaya, kendimizdeki dönüşümü görebilmeye başlıyoruz.
Keyifle ve farkındalıkla akmaya…
Namaste…