Birçoğumuz diğerlerini eleştirmekten hoşlanırız. Hatta kültürümüz gereğince güzel bir şeye “güzel” demek bizler için nedense en zor olandır. Beğendiğimizi göstermek yerine, takdir etmek yerine, kutlamak yerine yermeyi seçeriz genel olarak. Hatta (ne yazık ki) teşekkür etmek yani bir diğer kişiye minnettarlığımızı belirtmek de zordur bizler için. Bunun devamında ise şükür gelir, şükür etmek “aklımıza bile gelmeyendir”… Hayatımızda birçok basit ve güzel şeyi, örneğin bir ayakkabıyı çift olarak giyebilmenin lütfunu bilmeyiz. Bu bize zaten verilmiş olandır, kaybedinceye kadar aslında ne kadar büyük bir hediye olduğunu anlamamız da ne yazık ki mümkün değildir.
Ben bugün sizlerle gün boyunca dikkat verdiğimiz duygulara ve düşüncelere odaklanalım istiyorum. Neden bu şekilde bakarız dünyaya? Neden bir kişinin içindeki şefkati görmek yerine, bunu takdir etmek yerine kıskanmayı seçeriz? Onda olup da bizde olmayanlara; örneğin güzel bir kariyere, bir eşe, çocuklara ve hatta daha fiziksel şeylere; bir çantaya, ayakkabıya odaklanırız? Bu da yetmez hayat hakkında yorumlar yaparız, hayatı kolay diye düşünürüz… Aslında içinde ne olduğunu, hayatında gerçekten ne yaşadığını bilmeden sahip olmak durumuna eriştiği dış sıfatlara ve fiziksel kavramlara göre çoktan kararımızı vermiş oluruz.
Neden bir kişinin sahip olduğu merhameti ve cömertliği takdir etmek yerine sahip olduğu zenginlik hakkında, tüm o mal varlığı hakkında yorumlar yaparız? Hatta bizim olmayan her şeye odaklanıp da takdir etmekten, var olan varlığını paylaşmak erdemine erişmiş olduğu için; bu cömertliği, bu varlığı, bu bolluğu takdir etmek yerine yermeyi neden seçeriz?
Neden bir kişinin sahip olduğu sevebilmek ve gerçekten kalpten sevmek gücünü bizim olmadığı için kötülemeyi seçeriz? Bizi seçmediği için, bizimle eş olmayı istemediği için bu o kişiyi kötü yapabilir mi? Bu, bir insanın sevebilmek gücünü ve erdemini takdir etmemizden bizi alıkoyabilir mi? Sırf egomuzu tatmin etmediği için sadece bizim istediğimiz şekilde hissetmediği için onun güzelliğini görebilmemize engel midir?
Oysaki hayat bizim kendimizden sakındıklarımızı gördüğümüzce bizi ödüllendirir. Başkasındaki şefkati takdir etmeden kendi içimizdeki şefkate erişemeyiz, hayatımızda başkalarına da şefkat gösteremez ve göremeyiz. Bir diğerine teşekkür etmeden, minnet duymanın gücünü anlayamaz, kendi varlığımıza minnet duyamayız. Başkasının paylaşma cömertliğini takdir etmeden, bunu görmeden paylaşmak nedir bilemeyiz, paylaşmayı hayatımıza alamayız. Kapılarımızı paylaşarak bize gelenlere açamayız… İşte hayatımızda, etrafımızda yaşanmakta olan tüm bu olaylara nasıl bakacağımızı ve gerçekte neyi göreceğimizi belirleyen bizleriz.
Hayatta en çok istediğim şeylerden bir tanesi anne olmaktı. Bugüne kadar bir şekilde kısmet olmadı. Evet, bunun için üzüldüğüm, “yetersiz” hissettiğim dönemler de oldu. “Benim” olan bir çocuğumun olmaması, bu benim için acı verici bir şeydi ne de olsa. Hayatımda bunu değiştirmeye yıllar önce karar verdim. Evet, kendim dünyaya getirmemiş olsam da yardımcı olabileceğim, “annelik” edebileceğim, ihtiyaçlarına karşılık verebileceğim; bu dünyaya annesiz babasız gelmiş, yardıma ihtiyacı olan binlerce çocuk vardı… Sadece ben onları dünyaya getirmedim diye bu beni anneleri olmaktan alıkoyabilecek midir? Onları dünyaya getirememiş olmak, bu dünya üzerinde onları sevmeyi, onlarla paylaşmayı, onları sevindirmeyi, onları okutmayı, onların büyüdüklerine şahit olmayı ve onların güzel gözlerine bir anne gibi bakmayı engelleyebilir mi?
Bakın sevgili Gary Zukav güzel eseri Mutlak Gücün Yolu ile hayatta odaklandıklarımın önemini nasıl vurguluyor:
“… Eğer yaşamın olumsuz yönleriyle ilgilenir, dikkatinizi başkalarının zayıflıklarına, hatalarına ve yetersizliklerine odaklamayı seçerseniz, kibir, öfke ve nefret gibi düşük frekanslı enerji akımlarını kendinize çekersiniz. Başkalarıyla ve kendinizle aranıza mesafe koyarsınız. Sevgiyi engellersiniz. Enerji ve etkiniz yavaş yavaş kişilik aleminde, zaman, uzay ve madde aleminde ilerler. Eğer enerjinizi başkalarını zayıflatma niyeti taşıyan eleştirilere yöneltirseniz, negatif karma yaratırsınız.
Eğer dikkatinizi başkalarının güçlü yönlerine, erdemlerine, yüce olana erişme çabalarına yöneltmeyi seçerseniz, sisteminizden takdir, kabul ve sevgi gibi yüksek frekanslı akımlar geçirirsiniz. Enerji ve etkiniz bir anda ruhtan ruha ışımaya başlar. Yapıcı değişinimin etkili bir aracı haline gelirsiniz. Eğer niyetiniz kişiliğinizi ruhunuzla uyum içine sokmaksa ve dikkatinizi size her durumda en yüksek-frekanslı enerji akımlarını getirecek algılara yöneltiyorsanız, mutlak güçle donanmaya doğru ilerliyorsunuz demektir.
Bilincinizin gücünü tanıdığınızda; değiş uygunsa, gözlerinizin ardında olanın, gözlerinizin önünde belirenlerden daha fazla güç taşıdığını anladığınızda, iç ve dış algılarınız değişir. Başkalarına şefkat duymaksızın, kendinize, ya da kendinize şefkat duymaksızın başkalarına şefkat duyamazsınız. Kendinize ve başkalarına karşı şefkat dolu olunca, dünyanız da şefkat dolu hale gelir. Benzer titreşimlerdeki diğer ruhları kendinize doğru çeker ve onlarla birlikte, niyetleriniz, eylemleriniz ve etkileşimlerinizle şefkat dolu bir dünya yaratırsınız.”
Hayatımız, yaşadıklarımız, yaşadıklarımızdan algıladıklarımız nasıl gördüğümüze ve aslında nasıl “bakabildiğimize” göre değişir. Bugün bu yazımda bana eşlik ediyorsanız öncelikle kendinize sormanızı isterim: En son ne zaman kendi kendinizi gönülden takdir ettiniz, ne zaman hiç kimseyi düşünmeden sadece kendi kendinize mutlu olmak için zaman ayırdınız? En son ne zaman kendinize şefkatle baktınız, cömertçe kabul ettiniz, en son ne zaman kendinize her şey için “yeterli” ve “yetenekli” olduğunuzu söylediniz? En son gerçekten ne zaman gönülden ne hissettiğinizi ne istediğinizi sordunuz? Ve yine kendinize sormanızı isterim, en son ne zaman o muhteşem yoğun programınız arasında sadece bir dakikanızı yolda durup da açmış bir gülü bir sümbülü koklamaya ayırdınız? Siz en son ne zaman başka birine gönülden ama gerçekten kalpten teşekkür ettiniz? En son ne zaman gerçekten hayatınızın bugün olduğu gibi olmasını sağlayan sağlığınıza, varlığınıza ve “olduğunuz gibi oluşunuza”, sizi böyle olduğunuz gibi sevenlere minnetlerinizi gönderdiniz?
Siz en son ne zaman gerçekten hayatınızı ellerinizle, kalbinizle, gözlerinizle, nasıl göründüğü ile değil “nasıl gördüğünüz” ile şekillendirdiniz?
İlginizi çekebilir: İlişkilerimizi ilk gün olduğu gibi canlı tutan sihir: Yıllar geçse de arkadaş kalabilmek