Söz konusu duygular olduğunda pek çok zaman kendimizi olumsuz olanlara karşı korumaya almak istiyoruz. Ancak hatırlamamız gereken şey; hissetmek istediklerimiz kadar istemediğimiz duyguların da gelişmemize yardımcı olduğu. Bu yüzden kendimizi görebilmemiz büyük önem taşıyor.
Aslında duygularımızın iyi ya da kötü, olumlu ya da olumsuz olduğu görüşü biraz kalıplaşmış durumda. Çünkü hayatın güzelliğini onun hassaslığından ayırabilmemiz mümkün değil. Yaşlanana dek genç kalıyoruz. Bir gün güzelliğimizle yolda yürürken bir zaman sonra görülmediğimizi fark ediyoruz. Bir teşhis bizi dizlerimizin önüne çöktürene dek sağlıklıyız. Kesin olan tek şey belirsizlik. Ve tam olarak bu nedenle hayatın bu kırılganlığını başarılı bir şekilde yönlendirmeyi öğrenmemiz gerekiyor.
İlginizi çekebilir: Olumsuz duygularınızı ruhunuzun gelişimi için kullanın
Duyguları yaşama cesaretimiz var mı?
Harvard Tıp Okulu’ndan psikolog Susan David, uzun süredir duygular ve duygusal cesaretle ilgili çalışmalar yapıyor. David’in 70.000’den fazla kişiyle yaptığı bir çalışma sonucunda, deneye katılanların üçte birinin “kötü duygular”a sahip olduğu için kendilerini yargıladıkları ortaya çıktı. Buna göre; üzüntü, sinirlilik ve hatta yas gibi hisleri öteliyoruz ve bunu sadece kendimize değil, yetiştirdiğimiz çocuklarımıza da yapıyoruz. Onların da negatif görülen hislerden utanmalarına neden oluyor ve aslında değerli olan bu hisleri görmede onlara yardımcı olamıyoruz.
David’e göre son derece doğal olan duygularımızın bugün iyi ve kötü olarak ayrılması bir sorun. Çünkü gelinen noktada pozitif olmak yeni bir etik doğruluk biçimine dönüşmüş durumda. Kanser hastalarına ilk söylenen şey pozitif olmaları. Kadınlara sinirli olmamaları söyleniyor. Liste bu şekilde uzayıp gidiyor. Ancak David, bunun ‘pozitifliğin dayatılması’ olduğunu düşünüyor. Ve bu dayatma bazen acımasızca olabiliyor.
Bir diğer yandan; bu konuda yapılan araştırmalar, duyguların ötelendiği veya görmezden gelindiği durumlarda daha da güçlendiklerini gösteriyor. Psikologlar buna yükselme diyor. Buzdolabınızda çikolatalı bir kek olduğunu ve onu yememek için kendinizi tuttuğunuzu düşünün. Düşünmek istemedikçe aklımıza kekin gelmesi nasıl doğal bir durumsa, aynı şey ötelediğimiz duygular için de geçerli. Görmezden geldiğimizde duygularımızı kontrol altına aldığımızı sanıyoruz, ama aslında onlar bizi kontrol ediyor. Çünkü içimize attığımız ne varsa bir gün mutlaka ortaya çıkıyor.
İlginizi çekebilir: Farklı bir gözle bakma sanatı: Olumsuz duygularınızın taşıdığı anlamı fark edin
“Yanlış pozitiflik”
Yanlış pozitiflik ve duyguları ötelemenin sonucu olan inkarlar, ne bireyler ne de toplumlar için bir sürdürülebilirliğe sahip. Ayrıca acıyı yaşamanın mutlu olmayı istememek anlamına gelmediğini de bilmeliyiz. Aksine bizi olumlu ve olumsuz duygular birlikte geliştirip olgunlaştırıyor. Yanlış pozitiflik adına normal duyguları ötelediğimizde ise dünyayla başa çıkacak yetileri geliştirecek kapasiteyi de kaybediyoruz ve bu istediğimiz en son şeylerden biri.
David bununla ilgili olarak şu sözleri ifade ediyor:
“Yalnızca ölü insanlar strese girmez, kalpleri kırılmaz, başarısızlıkla gelen hayal kırıklığını yaşamazlar. Zor duygular hayatla yaptığımız anlaşmanın bir parçası. Stres ve rahatsızlık yaşamadan ne anlamlı bir kariyer yapabilir ne aile yetiştirebilir ne de dünyaya bir iyilik yapabilirsiniz. Rahatsızlık anlamlı bir hayata kabul edilmenin bedeli.”
Psikolog Susan David’den duyguları yaşama cesaretiyle ilgili daha fazla şey öğrenmek için aşağıdaki videoyu izleyebilirsiniz:
İlginizi çekebilir: Olumsuz duygularla uzlaşmanın en iyi yolu: kabullenmek