Kronik bir hastalıkla birlikte yaşamak güç. Ama bu durumda bile hayatınızı iyi bir şekilde yaşamanızı sağlayacak psikolojik yöntemler var.
Bu haftaki yazım öncekilerden biraz daha farklı oldu. Şimdiye kadar hazırladığım yazıların hepsi doğrudan yeme bozukluklarıyla ilişkiliydi. Bunun başlıca sebebi ise uzun zamandır yeme bozukluğuyla mücadele eden biri olarak konu üzerine epey okuyup kafa yormuş olmam ve kişisel deneyimlerimi, hislerimi, yaşadığım korkuları ve güçlükleri paylaşmak istememdi.
Rahatsızlığımla mücadele bitmiş değil ve biliyorum ki dışarıdaki dünyada yeme bozuklukları gibi hem fiziksel hem psikolojik rahatsızlıklarla mücadele eden çok kişi var. Hepimiz de yana yakıla bizi iyi edecek tedavi yöntemlerini bulmaya çalışıyor, yeri geliyor ilaçlara, yeri geliyor psikolojik desteğe sığınıyor, çoğu zaman ise birden fazla tedavi yöntemini deniyoruz.
Bu haftaki yazım farklı oldu dedim, çünkü doğrudan yeme bozukluğuyla ilgili değil. Bryant Üniversitesi psikoloji departmanı profesörlerinden Joseph Trunzo’nun, Parkinson gibi kronik hastalıklarla mücadele eden hastalarına hastalıkla birlikte iyi bir yaşam sürdürmenin mümkün olduğunu göstermesi ve onlara yardım etmek için uyguladığı psikolojik yöntemler hakkındaki yazısını okuduğumda, satır aralarında yeme bozukluklarının yarattığı ruh haliyle bağdaştırdığım pek çok kısım oldu. Ve Trunzo’nun tavsiye ettiği psikolojik yöntemlerin yeme bozuklukları yaşayanlar için de faydalı olabileceğini düşündüm.
“Yeme bozukluklarıyla Parkinson gibi bir hastalığı bir mi tutacağız?” diye düşünenleriniz varsa şunu söylemek isterim: Yeme bozukluklarının insanı hayattan çekip alan, güçten düşüren, sosyal hayatını sürdüremez duruma getiren ve çektiği kuyunun dipsizliği ölçüsünde ölüme kadar götüren diğer fiziksel ve psikolojik kronik hastalıklardan çok büyük bir farkı yok. En az onlar kadar tehlikeli, öldürücü. Tıpkı onlar gibi hayatımızın hırsızı.
Yazımın bundan sonrasında Trunzo’nun sözlerine yer vereceğim. Haydi, onu dinleyelim:
“Donna, Parkinson hastası olduğunu öğrenmeden önce, yani 58 yaşına kadar kendini müzisyen, yoğun bir profesyonel, gönüllü, anne ve büyük anne olarak tanımlıyordu. Teşhisten sonra ise kendisini bir hasta olarak düşünmeye başladı. O zamana kadar hayatına anlam veren faaliyetlere ayırdığı vakit artık bambaşka şeylerin kontrolündeydi: Doktor randevuları, teşhis amaçlı testler, aldığı ilaçların etkileri, hastalık belirtilerinin sürekli gözlem altında tutulması… Donna inanılmaz ve yadsınamaz bir kayıp yaşıyordu.
Ne yazık ki Donna’nın içinde bulunduğu gibi bir durumla mücadele eden çok sayıda insan var. İnsanlığı etkileyen kronik hastalıkların ancak kısa bir listesini verebilirim: Kalp hastalıkları, eklem iltihabı, doku sertleşmeleri, diyabet, depresyon, kanser, astım, Crohn hastalığı, kistik fibrozis, otoimmün hastalıklar, kronik yorgunluk hastalığı… Dünyada beş ölümden üçünün kalp hastalıkları, kronik akciğer hastalıkları, kanser ya da diyabetle ilişkili olduğu biliniyor. Dahası, yetişkinlerin neredeyse üçte biri birden fazla kronik hastalık belirtisi taşırken bir yandan da yetersiz sağlık hizmetlerine ve güç mali koşullara rağmen tedavi görmeye çalışıyor.
Bu hastalıklar nasıl engellenir ve dünyadaki sağlık krizini nasıl çözeriz? Elbette bu soruların cevabı bende değil. Ya da bunlara karşı kökten çözümlerim olduğunu iddia edemem. Epidemiyolojist, sağlık uzmanı, ekonomist ya da hekim değilim. Ama klinik psikolog kimliğimle her gün kronik hastalıkların kıskacında yaşamlarını sürdürmeye çalışan pek çok insanla bir araya geliyorum. İster kanser, Parkinson, kistik fibrozis, obezite veya kalp rahatsızlıkları gibi hastalıklar ister depresyon, kaygı bozukluğu, travma, bipolar bozukluk gibi ruhsal sağlık sorunları olsun bu türden kronik hastalıklarla mücadele eden insanların daha iyi, daha anlamlı yaşamlar sürmesini sağlayacak bazı birleştirici ilkeler var. Benim yaklaşımım kabullenme ve kararlılık olarak bilinen terapötik bakış açısından besleniyor.
Kronik hastalıklarla mücadele ederken daha iyi bir hayat yaşamak için her şeyden önce psikolojik esnekliğe sahip olmamız gerekiyor. Kronik hastalıklar, kişiyi sıkı kalıplar içine hapsetmesiyle bilinir ve belli başlı düşünce şekillerinin ve davranışlarının dışına çıkılmasını neredeyse imkânsız hale getirir. Hepimiz belli bir dereceye kadar planlamayı ve rutini sever, dahası bunun faydasını görürüz. Fakat kronik hastalıklarla yaşarken bırakın yarının nasıl olacağını, bir saat sonra bile nasıl hissedeceğinizi, ne kadar süre dinlenmeye ihtiyaç duyacağınızı, aldığınız ilacın nasıl bir etki yaratacağını vb. durumları öngörmeniz çok zor. Bu noktada psikolojik esneklik denilen yetinin önemli olduğunu düşünüyorum.
Psikolojik esnekliği kısaca açıklarsak: Şu anda yaşananları herhangi bir yargılamada bulunmadan kabullenmek ve hissettiğimiz duygu, korku ve endişelere hapsolmaktansa önümüze bakmak ve bu hislerden kurtulmak için kendimize dönmemizi, farkındalığa kavuşmamızı sağlayacak şekilde davranmak. Bu, zamanla ve pratikle geliştirilebilecek bir yeti. Şimdi psikolojik esnekliği geliştirmeye yardımcı olacak, kronik hastalıklarla mücadele ederken hayatınızdan ödün vermeden yaşamanızı sağlayacak bazı tekniklerden bahsetmek istiyorum.
Siz düşünceniz değil, düşünen tarafsınız: Bu ifadeden kasıt, tüm gün susmaksızın konuşan iç sesimizin yorum ve yargılarına nasıl tepki verdiğimizdir. İç sesimiz maalesef son derece yargılayıcı, eleştirici hatta çoğu zaman zalim olabilir. Zihnimiz bize bir şey söylediğinde onun doğru olduğuna inanmaya meyilliyizdir. İnsanın doğası böyle. Bu eğilim, gerçekliği nasıl algıladığımız üzerinde büyük bir etki yaratır ve bizi çoğu zaman zor durumlarda bırakan yönlere çeker, tepki ve davranışlarımızı kontrol altında tutar.
Siz düşünceniz değil, düşünen tarafsınız; yani, düşüncelerinizin farkına varıp düşünce ile gerçeklik arasına belli bir mesafe koymalı, bu mesafeden gözlem yaparak düşüncenize göre nasıl bir tavrın ya da tepkinin size iyi geleceğine karar verebilmelisiniz.
Peki, bu nasıl olacak?
Elbette ki düşüncelerinizi tamamen silin ya da onları kontrol edin demiyorum; bu nafile bir çaba olurdu. Daha çok, düşünceyi fark edin ve kendinizi ondan ayrı tutarak nasıl davranacağınıza karar verin diyorum. Söz gelimi, kronik bir hastalıkla mücadele ediyor ve ailenize, çevrenize “yük” olduğunuzu düşünüyorsunuz. “Çevreme yüküm” diye düşünmek ile “çevreme yüküm” düşüncesine sahip olmak arasında nasıl bir fark var diye sorsam?
Evet, aradaki fark davranışlarınızı ve tepkilerinizi etkileyerek sizi daha iyi, daha huzurlu bir yöne çekebilir. Yeter ki bu farkı siz de fark edin. Düşünceniz sizin için faydalıysa, söz gelimi ailenizin sizi sevdiğini ve önemsediğini, dolayısıyla ilaçlarınızı alıp kendinize iyi bakarak onları da mutlu edeceğinizi düşünüyorsanız, bu düşünceye sıkı sıkı yapışın ve bu doğrultuda hareket edin. Ama çevreme yüküm düşüncesinin size ne kadar yardımcı bir düşünce olduğunu sorguladığınız noktada, işte ancak o zaman, düşünce şeklinizi daha faydalı, daha besleyici bir tarafa çekmek üzere adım atabilirsiniz.
Kısacası, düşüncelerinizle sonu belirsiz tartışmalara girmek, onları değiştirmeye ya da ortadan kaldırmaya çalışmak işe yaramaz ama işlevsel ve faydalı olmadıklarını fark ettiğiniz anda onları başka türde –daha olumlu daha yapıcı ve daha az yargılayıcı– düşüncelerle değiştirmeyi, bakış açınızı farklı bir yöne çekmeyi deneyin.
Kabullenmeye açık olun. Hissettiğiniz duyguları kabullenmek, bu duygulardan uzaklaşarak daha anlamlı bir hayat yaşayacak şekilde davranmanıza ve kararlar almanıza yardım eder. Her gününüzü her anınızı hastalığınızın olumsuz sonuçları ve tahribatıyla cebelleşerek ya da olumsuz hisleriniz, düşünceleriniz, korku ve kaygılarınızla kavga ederek geçirmektense şu anda nerede ve nasıl olduğunuzu kabul edin. Böylece, kendinizle kavga etmekle ya da duygularınızı yadsımakla geçireceğiniz zamanı bulunduğunuz noktadan daha iyi, daha huzurlu bir “ben” yaratmak için neler yapabileceğinizi düşünerek geçirebilirsiniz. Enerjinizi ve vaktinizi ailenizle, arkadaşlarınızla, yapmaktan zevk aldığınız uğraşılarla değerlendirdiğinizde artık eskisi kadar “hasta” olduğunuzu düşünmezsiniz.
Donna’nın öyküsünden devam edelim. Donna bir müzisyen ve son derece yetenekli bir gitarist. Parkinson nedeniyle yeteneklerinin bir kısmını kaybetti, hatta bazı zamanlar gitarı çalamaz oldu. Bunun onun üzerindeki yıkıcı etkisini hayal etmek zor olmasa gerek. Gitarı eline alınca hissettiği stres, öfke, kaygı gibi duygulardan kaçmak için gitarını bir köşeye kaldırdı ve hayatta ona en fazla zevk veren yeteneğine küstü.
Hâlbuki yeniden çalabilmek için kaybettiği şeyleri kabullenmesi ve elinde kalanlarla neler başarabileceğini düşünmesi gerekiyordu. Bu, daha dönüştürücü ve daha iyi bir hayat için atılacak en doğru adımdı. Donna beklentilerini daha gerçekçi bir düzeye oturttu, tatsız duygulardan kaçmak yerine onları kabullendi ve yeniden gitar çalmaya başladı. Hastalığın getirdiği kısıtlamalar yüzünden eskisi gibi çalamasa da bu kısıtlamalara rağmen gitar çalmanın yeni yollarını, olasılıklarını keşfetti. Yenilik, keşif, dönüşüm…
Eskiden neler yapabildiğini hatırladığında elbette üzülüyor ama acının, kendisi üzerinde hâkimiyet kurmasına izin vermediği ölçüde ve duygularını kabullendikçe gitara küsmek zorunda olmadığını, bu şekilde de ondan keyif alabileceğini fark etti.
Kabullenme ve Kararlılık yaklaşımına göre, ânı fark etmek tam da şu anda neler olduğunu, nasıl hissettiğinizi, aklınızda hangi düşüncelerin dönüp durduğunu gözlemlemek anlamına geliyor. Yaşadığınız anda değilseniz, geçmişe ya da geleceğe saplanıp kaldıysanız, mevcut koşullarınızı doğru bir şekilde algılayamaz, olumsuzlukların üzerinden gelecek şekilde davranamazsınız.
Psikolojik esneklik için düşünceleri fark etmenin ve kabullenmenin öneminden bahsetmiştim, bunun için de yaşanılan ânın ayırdında olmak çok önemli. Önünüzde ne var, işte bunlarla yüzleşmelisiniz. Acı, öfke, pişmanlık, suçluluk, neşe, korku ya da sevgi. Hepsi size ait. Unutmayın, ânınızdan uzaklaşmak düşünce ve duygularınızdan kaçmak demektir. Onlardan kaçmayın, onları yadsımayın ki sizi daha iyi edecek, daha anlamlı bir hayata taşıyacak faydalı düşüncelere ve olumlu hislere yer açılsın.
Şimdi ve burada olun, çünkü orası geçmişte kaldı. Hiç kimse hasta olmayı istemez ama hastalandığımızda da geçmişteki bizi, eski günlerimizde neler yapabildiğimizi düşünmekten ve geleceği hayal etmekten kendimizi alıkoyamayız. Elbette geçmişi hatırlamanın ya da geleceğe dair planlar yapmanın kendi başına kötü bir yanı yok ama bunun üzerimizde moral bozucu bir etki yaratmaması mühim.
Eskiden son derece enerjik ve üretken biriydiniz belki ama hastalandığınızdan beri vücudunuz enerjisiyle sizi eskisi kadar desteklemiyor olabilir, bu durumda halen eskisi kadar aktif olmayı beklerseniz ciddi sorunlarla karşılaşırsanız. Birkaç saatlik zorlama sizi tamamen halsiz bırakabilir, günlerce yatağa hapsedebilir ve daha düşük bir tempoda kendinizle, ailenizle ve arkadaşlarınızla geçireceğiniz zamanları elinizden alabilir. Şimdi ve burada olmaktan kasıt, şu anki haliniz ve koşullarınız ile geçmişteki ve gelecekteki siz arasında farklar olduğunu unutmamak ve mevcut koşullarınızı en iyi, size en keyif verecek şekilde değerlendirmenin yolunu bulmaktır.
Düşüncelerimizi zihnimizden silemeyiz ama bu düşüncelerin bize fayda getirip getirmediğini fark edip davranışlarımızı bu doğrultuda şekillendirebiliriz. Yani zihnimizde düşünceler dönüp duracak ama bu bizim her düşünceye inanmamız, bize zarar vermeleri pahasına onlara göre davranmamız gerektiği anlamına gelmiyor. Sizin için önemli olan nedir? Sağlığınız mı? O halde her şeyden önce, her şeyden fazla tedavinize odaklanın. Randevularınızı atlamayın. Yeterince uyuyun ve dinlenin. Önemli bulduğunuz ve sağlığınızı olumsuz etkilemeyeceğini bildiğiniz faaliyetlerde bulunun. Kimseyi kırmamak ya da reddetmemek için kendinizden ödün vermeyin. Aile, sağlık, maneviyat, hobiler, tatiller… Tüm bunları ve daha fazlasını önünüze koyun, hangileri sizin için önemli karar verin ve mevcut koşullarınıza göre bunlardan en iyi şekilde yararlanmaya bakın.
Donna gitar çalmayı çok seviyordu ama bu sevginin kökeninde müzik vardı. Gitarı artık istediği kadar çalamaz olduğunda, müzikle ilgilenmenin başka biçimlerini keşfetti. Sevdiğiniz faaliyetlerin altında yatan değeri bulmanız önemli; daha önceden zevkle ve zorlanmaksızın yaptığınız şeyler artık sizi zorluyor olabilir ama bu yüzden sizin için anlamı olan değerlerden vazgeçmeniz gerekmez. Resim mi yapmak istiyorsunuz? Durmayın yapın. Ama sağlığınız buna izin vermiyorsa, sanat eserlerini inceleyin, galerileri gezin. Okuyun. Değerleriniz çerçevesinde kendinizi iyi hissedeceğiniz faaliyetlerde bulunurken daima bunların size yararlı olup olmayacağını sorgulayın.
Öfkelenmek, kızgın ve kırgın hissetmekte haklısınız. Kimse de çıkıp bunun aksini söyleyemez. Hisleriniz gerçek ama bu hislerin ya da onları kontrol etme çabasının hayatınıza emirler yağdırmasına izin vermemek de sizin elinizde. Psikolojik olarak daha uyumlu ve esnek olursanız, kronik hastalıkların neden olduğu boğucu duygulara hapsolmaktan kurtulur, hem kendiniz hem de sevdikleriniz için daha iyi ve anlamlı bir yaşam sürdürürsünüz.”
Joseph Trunzo’nun yazdıklarını ve tedavi yöntemini siz nasıl buldunuz bilmiyorum ama özellikle psikolojik uyumluluk fikri üzerine düşünmeye değer gibi geliyor bana. Gerçekten de düşüncelerimizi, sürekli konuşan zihnimizi asla susturamıyoruz. Hatta biz onları kontrol etmeye çabaladıkça sanki daha da güçleniyorlar, yargılayıcı iç sesimiz daha da acımasızlaşıyor. Gerek Trunzo’nun bahsettiği kronik hastalıklarla, gerek yeme bozuklukları, depresyon, kaygı bozukluğu gibi psikolojik temelli hastalıklarla mücadele ediyor olalım öncelikle şu andaki halimizi, nasıl koşullara sahip olduğumuzu ve iyileşmek için adımlar atarken elimizde olanları en iyi şekilde nasıl değerlendireceğimizi düşünelim. Sanırım en iyisi bu.
Trunzo’nun yazısı hayli uzun ve kapsamlıydı, sizler için elimden geldiğince anlamlı bir şekilde özetleyerek aktarmaya çalıştım. Son olarak Trunzo’nun makalesini okurken ve ardından bu yazıyı hazırlarken yeme bozukluklarıyla ilişkilendirdiğim kimi noktalarla ilgili bazı bağlantılar eklemek istiyorum. Özellikle yeme bozuklukları yaşayanlarınız ya da ailesinde, çevresinde bu hastalıklarla mücadele edenlere yardımcı olmak isteyenleriniz için faydalı olacaktır:
https://www.uplifers.com/yeme-bozukluklarini-taniyin-bu-tur-bir-rahatsizlik-yasayan-birine-nasil-yardimci-olabilirsiniz/
https://www.uplifers.com/yeme-bozuklugu-genclere-ozgu-bir-hastalik-degildir-orta-yas-ve-yaslilik-doneminde-yeme-bozukluklari/
https://www.uplifers.com/yeme-bozukluklari-ve-duygularimiz-arasindaki-iliski-duygusal-dengenizi-bulmaya-yardimci-olacak-bir-kriya-pratigi/
https://www.uplifers.com/yeme-bozukluklariyla-mucadeleye-yeni-bir-bakis-yeme-bozuklugunuz-aslinda-bir-aliskanlik-olabilir-mi/
https://www.uplifers.com/degisimin-baslangic-noktasi-kendiniz-olma-aliskanligini-kirmak/
https://yalnizanoreksi.wordpress.com/2019/11/12/bir-dinlesek-asil-sesimiz-ne-derdi-acaba/
https://yalnizanoreksi.wordpress.com/2018/11/08/yeme-bozukluklari-uzerine-istatistikler/
https://yalnizanoreksi.wordpress.com/2020/02/20/kendi-dusuncelerimizin-esiri-oldugumuzda/
Kaynak:
Joseph Trunzo’nun yazısı için:
https://aeon.co/essays/it-takes-psychological-flexibility-to-thrive-with-chronic-illness