X

Hayatınızı en iyi şekilde sürdürmek mümkün: Parkinson ve yeme bozukluklarının ortak bir noktası olabilir mi?

Kronik bir hastalıkla birlikte yaşamak güç. Ama bu durumda bile hayatınızı iyi bir şekilde yaşamanızı sağlayacak psikolojik yöntemler var.

Bu haftaki yazım öncekilerden biraz daha farklı oldu. Şimdiye kadar hazırladığım yazıların hepsi doğrudan yeme bozukluklarıyla ilişkiliydi. Bunun başlıca sebebi ise uzun zamandır yeme bozukluğuyla mücadele eden biri olarak konu üzerine epey okuyup kafa yormuş olmam ve kişisel deneyimlerimi, hislerimi, yaşadığım korkuları ve güçlükleri paylaşmak istememdi.

Rahatsızlığımla mücadele bitmiş değil ve biliyorum ki dışarıdaki dünyada yeme bozuklukları gibi hem fiziksel hem psikolojik rahatsızlıklarla mücadele eden çok kişi var. Hepimiz de yana yakıla bizi iyi edecek tedavi yöntemlerini bulmaya çalışıyor, yeri geliyor ilaçlara, yeri geliyor psikolojik desteğe sığınıyor, çoğu zaman ise birden fazla tedavi yöntemini deniyoruz.

Bu haftaki yazım farklı oldu dedim, çünkü doğrudan yeme bozukluğuyla ilgili değil. Bryant Üniversitesi psikoloji departmanı profesörlerinden Joseph Trunzo’nun, Parkinson gibi kronik hastalıklarla mücadele eden hastalarına hastalıkla birlikte iyi bir yaşam sürdürmenin mümkün olduğunu göstermesi ve onlara yardım etmek için uyguladığı psikolojik yöntemler hakkındaki yazısını okuduğumda, satır aralarında yeme bozukluklarının yarattığı ruh haliyle bağdaştırdığım pek çok kısım oldu. Ve Trunzo’nun tavsiye ettiği psikolojik yöntemlerin yeme bozuklukları yaşayanlar için de faydalı olabileceğini düşündüm.

Yeme bozukluklarıyla Parkinson gibi bir hastalığı bir mi tutacağız?” diye düşünenleriniz varsa şunu söylemek isterim: Yeme bozukluklarının insanı hayattan çekip alan, güçten düşüren, sosyal hayatını sürdüremez duruma getiren ve çektiği kuyunun dipsizliği ölçüsünde ölüme kadar götüren diğer fiziksel ve psikolojik kronik hastalıklardan çok büyük bir farkı yok. En az onlar kadar tehlikeli, öldürücü. Tıpkı onlar gibi hayatımızın hırsızı.

Yazımın bundan sonrasında Trunzo’nun sözlerine yer vereceğim. Haydi, onu dinleyelim:

Donna, Parkinson hastası olduğunu öğrenmeden önce, yani 58 yaşına kadar kendini müzisyen, yoğun bir profesyonel, gönüllü, anne ve büyük anne olarak tanımlıyordu. Teşhisten sonra ise kendisini bir hasta olarak düşünmeye başladı. O zamana kadar hayatına anlam veren faaliyetlere ayırdığı vakit artık bambaşka şeylerin kontrolündeydi: Doktor randevuları, teşhis amaçlı testler, aldığı ilaçların etkileri, hastalık belirtilerinin sürekli gözlem altında tutulması… Donna inanılmaz ve yadsınamaz bir kayıp yaşıyordu.

Ne yazık ki Donna’nın içinde bulunduğu gibi bir durumla mücadele eden çok sayıda insan var. İnsanlığı etkileyen kronik hastalıkların ancak kısa bir listesini verebilirim: Kalp hastalıkları, eklem iltihabı, doku sertleşmeleri, diyabet, depresyon, kanser, astım, Crohn hastalığı, kistik fibrozis, otoimmün hastalıklar, kronik yorgunluk hastalığı… Dünyada beş ölümden üçünün kalp hastalıkları, kronik akciğer hastalıkları, kanser ya da diyabetle ilişkili olduğu biliniyor. Dahası, yetişkinlerin neredeyse üçte biri birden fazla kronik hastalık belirtisi taşırken bir yandan da yetersiz sağlık hizmetlerine ve güç mali koşullara rağmen tedavi görmeye çalışıyor.

Bu hastalıklar nasıl engellenir ve dünyadaki sağlık krizini nasıl çözeriz? Elbette bu soruların cevabı bende değil. Ya da bunlara karşı kökten çözümlerim olduğunu iddia edemem. Epidemiyolojist, sağlık uzmanı, ekonomist ya da hekim değilim. Ama klinik psikolog kimliğimle her gün kronik hastalıkların kıskacında yaşamlarını sürdürmeye çalışan pek çok insanla bir araya geliyorum. İster kanser, Parkinson, kistik fibrozis, obezite veya kalp rahatsızlıkları gibi hastalıklar ister depresyon, kaygı bozukluğu, travma, bipolar bozukluk gibi ruhsal sağlık sorunları olsun bu türden kronik hastalıklarla mücadele eden insanların daha iyi, daha anlamlı yaşamlar sürmesini sağlayacak bazı birleştirici ilkeler var. Benim yaklaşımım kabullenme ve kararlılık olarak bilinen terapötik bakış açısından besleniyor.

Kronik hastalıklarla mücadele ederken daha iyi bir hayat yaşamak için her şeyden önce psikolojik esnekliğe sahip olmamız gerekiyor. Kronik hastalıklar, kişiyi sıkı kalıplar içine hapsetmesiyle bilinir ve belli başlı düşünce şekillerinin ve davranışlarının dışına çıkılmasını neredeyse imkânsız hale getirir. Hepimiz belli bir dereceye kadar planlamayı ve rutini sever, dahası bunun faydasını görürüz. Fakat kronik hastalıklarla yaşarken bırakın yarının nasıl olacağını, bir saat sonra bile nasıl hissedeceğinizi, ne kadar süre dinlenmeye ihtiyaç duyacağınızı, aldığınız ilacın nasıl bir etki yaratacağını vb. durumları öngörmeniz çok zor. Bu noktada psikolojik esneklik denilen yetinin önemli olduğunu düşünüyorum.

Psikolojik esnekliği kısaca açıklarsak: Şu anda yaşananları herhangi bir yargılamada bulunmadan kabullenmek ve hissettiğimiz duygu, korku ve endişelere hapsolmaktansa önümüze bakmak ve bu hislerden kurtulmak için kendimize dönmemizi, farkındalığa kavuşmamızı sağlayacak şekilde davranmak. Bu, zamanla ve pratikle geliştirilebilecek bir yeti. Şimdi psikolojik esnekliği geliştirmeye yardımcı olacak, kronik hastalıklarla mücadele ederken hayatınızdan ödün vermeden yaşamanızı sağlayacak bazı tekniklerden bahsetmek istiyorum.

Siz düşünceniz değil, düşünen tarafsınız: Bu ifadeden kasıt, tüm gün susmaksızın konuşan iç sesimizin yorum ve yargılarına nasıl tepki verdiğimizdir. İç sesimiz maalesef son derece yargılayıcı, eleştirici hatta çoğu zaman zalim olabilir. Zihnimiz bize bir şey söylediğinde onun doğru olduğuna inanmaya meyilliyizdir. İnsanın doğası böyle. Bu eğilim, gerçekliği nasıl algıladığımız üzerinde büyük bir etki yaratır ve bizi çoğu zaman zor durumlarda bırakan yönlere çeker, tepki ve davranışlarımızı kontrol altında tutar.
Siz düşünceniz değil, düşünen tarafsınız; yani, düşüncelerinizin farkına varıp düşünce ile gerçeklik arasına belli bir mesafe koymalı, bu mesafeden gözlem yaparak düşüncenize göre nasıl bir tavrın ya da tepkinin size iyi geleceğine karar verebilmelisiniz.
Peki, bu nasıl olacak?

Elbette ki düşüncelerinizi tamamen silin ya da onları kontrol edin demiyorum; bu nafile bir çaba olurdu. Daha çok, düşünceyi fark edin ve kendinizi ondan ayrı tutarak nasıl davranacağınıza karar verin diyorum. Söz gelimi, kronik bir hastalıkla mücadele ediyor ve ailenize, çevrenize “yük” olduğunuzu düşünüyorsunuz. “Çevreme yüküm” diye düşünmek ile “çevreme yüküm” düşüncesine sahip olmak arasında nasıl bir fark var diye sorsam?

Evet, aradaki fark davranışlarınızı ve tepkilerinizi etkileyerek sizi daha iyi, daha huzurlu bir yöne çekebilir. Yeter ki bu farkı siz de fark edin. Düşünceniz sizin için faydalıysa, söz gelimi ailenizin sizi sevdiğini ve önemsediğini, dolayısıyla ilaçlarınızı alıp kendinize iyi bakarak onları da mutlu edeceğinizi düşünüyorsanız, bu düşünceye sıkı sıkı yapışın ve bu doğrultuda hareket edin. Ama çevreme yüküm düşüncesinin size ne kadar yardımcı bir düşünce olduğunu sorguladığınız noktada, işte ancak o zaman, düşünce şeklinizi daha faydalı, daha besleyici bir tarafa çekmek üzere adım atabilirsiniz.

Kısacası, düşüncelerinizle sonu belirsiz tartışmalara girmek, onları değiştirmeye ya da ortadan kaldırmaya çalışmak işe yaramaz ama işlevsel ve faydalı olmadıklarını fark ettiğiniz anda onları başka türde –daha olumlu daha yapıcı ve daha az yargılayıcı– düşüncelerle değiştirmeyi, bakış açınızı farklı bir yöne çekmeyi deneyin.

Kabullenmeye açık olun. Hissettiğiniz duyguları kabullenmek, bu duygulardan uzaklaşarak daha anlamlı bir hayat yaşayacak şekilde davranmanıza ve kararlar almanıza yardım eder. Her gününüzü her anınızı hastalığınızın olumsuz sonuçları ve tahribatıyla cebelleşerek ya da olumsuz hisleriniz, düşünceleriniz, korku ve kaygılarınızla kavga ederek geçirmektense şu anda nerede ve nasıl olduğunuzu kabul edin. Böylece, kendinizle kavga etmekle ya da duygularınızı yadsımakla geçireceğiniz zamanı bulunduğunuz noktadan daha iyi, daha huzurlu bir “ben” yaratmak için neler yapabileceğinizi düşünerek geçirebilirsiniz. Enerjinizi ve vaktinizi ailenizle, arkadaşlarınızla, yapmaktan zevk aldığınız uğraşılarla değerlendirdiğinizde artık eskisi kadar “hasta” olduğunuzu düşünmezsiniz.

Donna’nın öyküsünden devam edelim. Donna bir müzisyen ve son derece yetenekli bir gitarist. Parkinson nedeniyle yeteneklerinin bir kısmını kaybetti, hatta bazı zamanlar gitarı çalamaz oldu. Bunun onun üzerindeki yıkıcı etkisini hayal etmek zor olmasa gerek. Gitarı eline alınca hissettiği stres, öfke, kaygı gibi duygulardan kaçmak için gitarını bir köşeye kaldırdı ve hayatta ona en fazla zevk veren yeteneğine küstü.

Hâlbuki yeniden çalabilmek için kaybettiği şeyleri kabullenmesi ve elinde kalanlarla neler başarabileceğini düşünmesi gerekiyordu. Bu, daha dönüştürücü ve daha iyi bir hayat için atılacak en doğru adımdı. Donna beklentilerini daha gerçekçi bir düzeye oturttu, tatsız duygulardan kaçmak yerine onları kabullendi ve yeniden gitar çalmaya başladı. Hastalığın getirdiği kısıtlamalar yüzünden eskisi gibi çalamasa da bu kısıtlamalara rağmen gitar çalmanın yeni yollarını, olasılıklarını keşfetti. Yenilik, keşif, dönüşüm…

Eskiden neler yapabildiğini hatırladığında elbette üzülüyor ama acının, kendisi üzerinde hâkimiyet kurmasına izin vermediği ölçüde ve duygularını kabullendikçe gitara küsmek zorunda olmadığını, bu şekilde de ondan keyif alabileceğini fark etti.

Kabullenme ve Kararlılık yaklaşımına göre, ânı fark etmek tam da şu anda neler olduğunu, nasıl hissettiğinizi, aklınızda hangi düşüncelerin dönüp durduğunu gözlemlemek anlamına geliyor. Yaşadığınız anda değilseniz, geçmişe ya da geleceğe saplanıp kaldıysanız, mevcut koşullarınızı doğru bir şekilde algılayamaz, olumsuzlukların üzerinden gelecek şekilde davranamazsınız.

Psikolojik esneklik için düşünceleri fark etmenin ve kabullenmenin öneminden bahsetmiştim, bunun için de yaşanılan ânın ayırdında olmak çok önemli. Önünüzde ne var, işte bunlarla yüzleşmelisiniz. Acı, öfke, pişmanlık, suçluluk, neşe, korku ya da sevgi. Hepsi size ait. Unutmayın, ânınızdan uzaklaşmak düşünce ve duygularınızdan kaçmak demektir. Onlardan kaçmayın, onları yadsımayın ki sizi daha iyi edecek, daha anlamlı bir hayata taşıyacak faydalı düşüncelere ve olumlu hislere yer açılsın.

Şimdi ve burada olun, çünkü orası geçmişte kaldı. Hiç kimse hasta olmayı istemez ama hastalandığımızda da geçmişteki bizi, eski günlerimizde neler yapabildiğimizi düşünmekten ve geleceği hayal etmekten kendimizi alıkoyamayız. Elbette geçmişi hatırlamanın ya da geleceğe dair planlar yapmanın kendi başına kötü bir yanı yok ama bunun üzerimizde moral bozucu bir etki yaratmaması mühim.

Eskiden son derece enerjik ve üretken biriydiniz belki ama hastalandığınızdan beri vücudunuz enerjisiyle sizi eskisi kadar desteklemiyor olabilir, bu durumda halen eskisi kadar aktif olmayı beklerseniz ciddi sorunlarla karşılaşırsanız. Birkaç saatlik zorlama sizi tamamen halsiz bırakabilir, günlerce yatağa hapsedebilir ve daha düşük bir tempoda kendinizle, ailenizle ve arkadaşlarınızla geçireceğiniz zamanları elinizden alabilir. Şimdi ve burada olmaktan kasıt, şu anki haliniz ve koşullarınız ile geçmişteki ve gelecekteki siz arasında farklar olduğunu unutmamak ve mevcut koşullarınızı en iyi, size en keyif verecek şekilde değerlendirmenin yolunu bulmaktır.

Düşüncelerimizi zihnimizden silemeyiz ama bu düşüncelerin bize fayda getirip getirmediğini fark edip davranışlarımızı bu doğrultuda şekillendirebiliriz. Yani zihnimizde düşünceler dönüp duracak ama bu bizim her düşünceye inanmamız, bize zarar vermeleri pahasına onlara göre davranmamız gerektiği anlamına gelmiyor. Sizin için önemli olan nedir? Sağlığınız mı? O halde her şeyden önce, her şeyden fazla tedavinize odaklanın. Randevularınızı atlamayın. Yeterince uyuyun ve dinlenin. Önemli bulduğunuz ve sağlığınızı olumsuz etkilemeyeceğini bildiğiniz faaliyetlerde bulunun. Kimseyi kırmamak ya da reddetmemek için kendinizden ödün vermeyin. Aile, sağlık, maneviyat, hobiler, tatiller… Tüm bunları ve daha fazlasını önünüze koyun, hangileri sizin için önemli karar verin ve mevcut koşullarınıza göre bunlardan en iyi şekilde yararlanmaya bakın.

Donna gitar çalmayı çok seviyordu ama bu sevginin kökeninde müzik vardı. Gitarı artık istediği kadar çalamaz olduğunda, müzikle ilgilenmenin başka biçimlerini keşfetti. Sevdiğiniz faaliyetlerin altında yatan değeri bulmanız önemli; daha önceden zevkle ve zorlanmaksızın yaptığınız şeyler artık sizi zorluyor olabilir ama bu yüzden sizin için anlamı olan değerlerden vazgeçmeniz gerekmez. Resim mi yapmak istiyorsunuz? Durmayın yapın. Ama sağlığınız buna izin vermiyorsa, sanat eserlerini inceleyin, galerileri gezin. Okuyun. Değerleriniz çerçevesinde kendinizi iyi hissedeceğiniz faaliyetlerde bulunurken daima bunların size yararlı olup olmayacağını sorgulayın.

Öfkelenmek, kızgın ve kırgın hissetmekte haklısınız. Kimse de çıkıp bunun aksini söyleyemez. Hisleriniz gerçek ama bu hislerin ya da onları kontrol etme çabasının hayatınıza emirler yağdırmasına izin vermemek de sizin elinizde. Psikolojik olarak daha uyumlu ve esnek olursanız, kronik hastalıkların neden olduğu boğucu duygulara hapsolmaktan kurtulur, hem kendiniz hem de sevdikleriniz için daha iyi ve anlamlı bir yaşam sürdürürsünüz.

Joseph Trunzo’nun yazdıklarını ve tedavi yöntemini siz nasıl buldunuz bilmiyorum ama özellikle psikolojik uyumluluk fikri üzerine düşünmeye değer gibi geliyor bana. Gerçekten de düşüncelerimizi, sürekli konuşan zihnimizi asla susturamıyoruz. Hatta biz onları kontrol etmeye çabaladıkça sanki daha da güçleniyorlar, yargılayıcı iç sesimiz daha da acımasızlaşıyor. Gerek Trunzo’nun bahsettiği kronik hastalıklarla, gerek yeme bozuklukları, depresyon, kaygı bozukluğu gibi psikolojik temelli hastalıklarla mücadele ediyor olalım öncelikle şu andaki halimizi, nasıl koşullara sahip olduğumuzu ve iyileşmek için adımlar atarken elimizde olanları en iyi şekilde nasıl değerlendireceğimizi düşünelim. Sanırım en iyisi bu.

Trunzo’nun yazısı hayli uzun ve kapsamlıydı, sizler için elimden geldiğince anlamlı bir şekilde özetleyerek aktarmaya çalıştım. Son olarak Trunzo’nun makalesini okurken ve ardından bu yazıyı hazırlarken yeme bozukluklarıyla ilişkilendirdiğim kimi noktalarla ilgili bazı bağlantılar eklemek istiyorum. Özellikle yeme bozuklukları yaşayanlarınız ya da ailesinde, çevresinde bu hastalıklarla mücadele edenlere yardımcı olmak isteyenleriniz için faydalı olacaktır:

https://www.uplifers.com/yeme-bozukluklarini-taniyin-bu-tur-bir-rahatsizlik-yasayan-birine-nasil-yardimci-olabilirsiniz/
https://www.uplifers.com/yeme-bozuklugu-genclere-ozgu-bir-hastalik-degildir-orta-yas-ve-yaslilik-doneminde-yeme-bozukluklari/
https://www.uplifers.com/yeme-bozukluklari-ve-duygularimiz-arasindaki-iliski-duygusal-dengenizi-bulmaya-yardimci-olacak-bir-kriya-pratigi/
https://www.uplifers.com/yeme-bozukluklariyla-mucadeleye-yeni-bir-bakis-yeme-bozuklugunuz-aslinda-bir-aliskanlik-olabilir-mi/
https://www.uplifers.com/degisimin-baslangic-noktasi-kendiniz-olma-aliskanligini-kirmak/
https://yalnizanoreksi.wordpress.com/2019/11/12/bir-dinlesek-asil-sesimiz-ne-derdi-acaba/
https://yalnizanoreksi.wordpress.com/2018/11/08/yeme-bozukluklari-uzerine-istatistikler/
https://yalnizanoreksi.wordpress.com/2020/02/20/kendi-dusuncelerimizin-esiri-oldugumuzda/

Kaynak:
Joseph Trunzo’nun yazısı için:
https://aeon.co/essays/it-takes-psychological-flexibility-to-thrive-with-chronic-illness

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale