Yaşarken zor bir deneyimin tam ortasındayken öyle gelmese de her şey olması gerektiği oluyor! “Neden?” diye koşturup, suçlu aradığımız sürece almamız gereken öğretiyi alamıyor ve öğrenemediğimiz için benzer hikâyeleri yaşayıp duruyoruz.
“Neden ben?” ile başlayan cümleler kurduğumuz sürece, kısır döngü sarmalına takılı kalıyoruz.
Resmin büyüklüğünü sorgulamaya gelmedik!
Onu adım adım yaşamaya geldik!
O yüzden geriye dönüp baktığımızda hayatımızın sahneleri daha anlam kazanır.
Her şey tam da olması gerektiği gibi oluyor. Olmaması gerekse zaten olmazdı.
“Ama şunu yapsaydım,
Ama şunu yapmasaydım,
Gitmeseydim,
Kalmasaydım,
Koşmasaydım,
Dursaydım,
Kalsaydım…”
Liste eminim herkesin deneyimine göre uzun… Ve maalesef farkında olmadan listelerimizi bir sonraki ilişkilerimize, işlerimize taşıyoruz. Evet, taşıdığımızı fark etmeden taşıyoruz ve döngülerimiz kendini tamamlamak için her seferinde yeniden ve yeniden başlıyor. Sonra ortalık karışıyor ve dünya bana karşı gibi hissetmeye başlıyoruz.
Kalp açan bir haberim var: YAŞAM, ÇOK ŞÜKÜR Kİ, HİÇBİRİMİZE KARŞI DEĞİL! Onun bir parçasıyız, nasıl bize karşı olabilir?
Geçen sene kaktüsümü başka bir çiçeğin yanına diktim. Bir sene boyunca öyle güzel ve canlıydı ki, anlatamam. Bu sene ise solmaya başladı ve ne yaparsam yapayım kurtaramadım.
Bir çiçeğin solmasındaki ve açmasındaki zarafeti, eğitimlerde, derslerde hep anlatırım.
Zarafet nereden geliyor?
Deneyime tamamen kendimizi bıraktığımızda, deneyimi yapandan ziyade deneyimin kendisi olduğumuzda zarafet beliriyor.
Deneyimler, bir sonraki durağa taşınmıyor ve her deneyimin sürprizlerini zarifçe karşılayabiliyoruz.
İster yoga pozlarını yapış şekliniz,
İster bir işten ya da ilişkiden ayrılma şekliniz,
İster bir ilişkiye başlama şekliniz,
Buraya ne eklemek isterseniz onu ekleyin,
Ama zarafet yoksa, teslimiyet de belirmeyecek.
Zarafet yoksa döngü yeniden ve yeniden kendini tamamlamak için farklı suretlerle hayatınıza girip duracak.
Zarafetin kilit eylemi, aslında teslimiyet. Çoğu zaman teslimiyet, başınıza ne gelirse gelsin onu kabul etmek sanılıyor. Oysa teslimiyet, yeri geldiğinde olanı kabul etmek, yeri geldiğinde olanı değiştirmek için elinden geleni yapmak ve daha da önemlisi aradaki farkı görmekte yatıyor.
Hayat sizin önünüze bir deneyim sunuyorsa, muhtemelen size anlatmak istediği bir şey vardır. Hayır, yaşamın size kastı yok ama öğretmek istediğini görebilmek için olanı görme istekliliği geliştirmek çok değerli.
Genelde zor, yorucu bir deneyimle baş başa olduğumda Özde’nin dram yaratma eğilimine kapılmadan hayatın bana ne anlatmak istediğini görmeye çalışırım. Elimden gelen bir şey var mı? Varsa ne? Ayrımı belirlediğimde ardından en gerçek pratik başlar: Teslimiyet.
Biliyorum, teslimiyet büyük bir kelime ama herhangi bir sağlık sorununuz yoksa, her dolan ve boşalan nefeste bunu istemsizce yapıyorsunuz.
Nefesi almıyoruz, nefes doluyor ve nefesi vermiyoruz, nefes boşalıyor. Her boşalan nefeste bilmiyoruz, nefes dolacak mı? Ama yine de teslim oluyoruz farkında mısınız?
Neden aynısını hayatta denemeyelim! Zaten bizde var bu bilgi!
İlginizi çekebilir: Karanlığın içindeki umudu görmek: Biten yollar, yeni yolların başlangıcıdır