En son 2 yıl önce Göbeklitepe gezimin son durağı olan Nemrut Dağı’na çıkmışım. Evet, telefonumun albümlerine baktığımda en son orada müthiş bir günbatımı ile bilmeden bir kapanışa aslında tanıklık etmişim. O durmadan nereye gideceğini planlayan, uçak bileti eksik etmeyen o kişi değilim artık. Bence yani. Bilmiyorum açıkçası ama bildiğim şey bir yerden bir yere gideceksem “Süresi kısa olmasın” derdim, yeni pandemi sendromum bu bekli de. Ya da o durmamaların acısı çıkacaktı belli ki.
Nemrut Dağı son gezimdi şimdilik ve ne güzeldi. Biraz silik bir anı gibi bazı yerleri ama kalıcı olacak kısmı o günbatımı ve soğuyan havası olacak herhalde. O kadar çok yazıldı, çizildi ki tekrar “Nasıl gidilir?” tarzı bir yazıya döndürmek istemiyorum şu an burayı. Çok heybetli kalıntıları ve hissettirdiği enerji çok yoğundu. Mutlaka gidilmeli, hatta 2. kez gitmeliyim. Ah yine bir plan mı yapıyorum yoksa?
Şimdiye dönersek, çok zaman sonra yeniden yazmaya başlamak için bir itici güç lazımmış, tetikleyecek bir an ya da. Benim için bu an bir kitapla oldu. Geçmiş bir zamanda bu satırlara bulabildiğim az biraz zamanda gittiğim, gördüğümü sandığım yerleri yazarmışım. Nasıl cümle değil mi? Aslında ne görmüşüm ne gezmişim sanırım… Bunu yaşanan pandeminin 2. yazında fark etmek. Evet, zaman alıyor her şeyi fark etmek. “Görmeye izin vermek” diye bir söz var, bu aralar çokça duymaktasınızdır. Ah o rahat mı rahat konforlu alanlardan çıkamamak! Nasıl tatlı, güvenli bir his değil mi hep bilinenin içinde kalmalar… O zehirli rutinler, hep aynı kısır döngüler. Süreç aynı böyleymiş benim pandemiden önceki hayatımda. Şimdi neler olduğunu anlamak için anlatmaya başlayacağım bir yazı serüveni olacak bence. Burası hayal atlası olsun bir süre. Bilmiyorum ne kadarlığına. İlhamlar bu ara durmakla ilgili olduğum yerde.
Bu ara uzun süreler dikkatinizi odaklayabiliyor musunuz, saatlerce okuyabiliyor musunuz bilmiyorum ama ben akıcı bir şeylerde okuduğumda kaptırıyorum zamanı, yoğun bilgi içerenlerde odak zor oluyor. Böyle akıcı tarz bir şey yakalayınca sevindim ve etkisinde kaldım. Aslında çok düşünülmeyecek bir konu değil zaman, şimdi bu ara böyle olmasaydı… Nasıl mı? Yani her şeyi baştan yaşadığımız, aldığımız oksijenin bile değerli olduğu, özgürlüğün tanımının yeniden yapıldığı bu zamanlar.
Kitap, hayatında her şeyin yokuşa geçtiği bir kadın hakkında. Hep “Geçmişte keşke şöyle yapsaydım” diyen şimdiden bihaber bir kadın… “Daha kötüsü olmaz” dedikçe başına geliyor. Yapayalnız kalması da cabası. Sonunda intihar ettiğinde kendini arafta bir kütüphanede buluyor. Evet, kütüphane… Orada karar vermediği ya da seçseydi hayatı nasıl olurdu dediği OLASILIKLARDAN oluşan hayatını buluyor. Hep keşkeler içinde ya, inanamıyor. Pişmanlıkları ya da seçmediği yollardan oluşan binlerce olasılık ve sonuçları… En iyi dediği, istemediği şekilde sonuçlandığını gördüğü ah o potansiyel olasılıklar…
Peki sonunda ne mi oluyor? Ta taaa! Pandemide benim uyandığım gibi, o da o hayatta uyanıyor gerçeklere. Bir hayatı var ve görebilse ne kadar şükürlerden oluşuyor! Evet, olmasa, yapmasa dedikleri var. Peki ya iyi ki dedikleri? Hayat hep drama içinde olunca o dramalar birbirini takip ediyor. Peki koskoca 24 saat olan bir günde “Oh, iyi ki var!” dediğin bir şey olduğunda, bir nefes alsan, bir o anda kalsan neler olur? Denemesi bedava! Sonuçta kitap klişe gibi değil mi? Ama bana çok iyi geldi sade dili ile… Bilmiyorum, bu da çekim yasası belki. “Şimdide ne varsa o iyi ve daha iyi ne yapabilirsem kar” dediğim günler. Bu aralar geziler içe doğru. Dışarıyla pek alakası yok gibi. Bakalım yolculuklar nereleri görecek. Şimdi biraz akılla gezdik, bir sonraki yazı kalbe doğru yolculuk olacak. Bir başka ilham konusu var aklımda. Ne de olsa o kara bulutları gökyüzünden çekince gökyüzü hep mavi!
İlginizi çekebilir: “Şimdi ne gerek var” cümlesine veda edin: İstekleriniz gerçekleşmek için sizi bekliyor