“Hayatını çok doldurursan, hayatın sana dolmasına izin vermezsin.”
Son zamanlarda bu cümle üzerinde epey düşünmeye zamanım oldu. Geçtiğimiz günlerde derslerine katıldığım yoga hocam Berivan’ın ağzından dökülen bu sözler, bir şeylerin farkına varmama, bir şeyleri sorgulamama sebep oldu.
Aslında birçoğumuzun hayatta yaptığına dikkat çekmek bir noktada. Çoğumuz iş, çocuk, arkadaş, dost, aile derken oldukça yoğun programı olan ve genellikle hem bundan vazgeçemeyip hem de şikayet eden insanlarız. Hep bir sosyal aktivitemiz söz konusu boş zamanlarımızda; bazen keyif alarak, bazen de “mecburiyetten” gittiğimiz. Hadi ama dürüst olun kendinize. Evet tabii mecburiyet çoğu… Davet edilen yere gitmezsek ayıp olur tedirginliği, herkesi bir arada görüp aradan çıkartayım telaşı, gitmeye gitmeye unutulup davet edilmem endişesi, yalnızlaşırım ve yalnız kalırım korkusu.. Yanlış mıyım? Tabii ki hepsi için konuşmuyorum ama eminim hepimizin hayatlarının bazında bunlar da bulunuyordur. İnsanız normal; hemen redde, savunmaya geçmeyiniz…
Eskiden ne çok böyle yaşardım. Günde 8 program yapardım hepsi saatli. Ailem dalga geçerdi hatta benimle. Aman da ne yoğundum, ne çok arkadaşım vardı! Marifetti çok. Öyle sanardım. Hala da bir çoğumuz için makbul olan bu sanırım.
Neden hiç yalnız kalmazdım? Bilmem, yalnızlık iyi bir şey değildi o zamanki bakış açımla. Ne yapılırdı ki tek başına? Hayat kaçırıyorum gibi gelirdi. Hayat devam ediyor bir yerlerde ve ben hep bir şeyleri kaçıracağım gibi bir his. Gece 01:00’de bile arkadaşlarımdan gelen ‘haydi klüpteyiz gelsene’ mesajlarına 20 dakika sonra hemen orada bulunarak cevap vermiş olurdum. Ah ne hayat! İyi enerjim varmış! Gerçi hala o enerjiye sahibim çok şükür ama artık daha farklı kullanmayı tercih ediyorum diyebilirim.
Şimdi de başınıza gelmiyor mu? Hafta içi yoğun iş temposundan sonra ‘hafta sonunu evde oturarak değil de dolu dolu geçireyim bari’ diyoruz… Yorgun olmamıza rağmen dinlenmek ve biraz olsun durmak yerine tam gaz devam! Sonra mı? Sonrası çok belli. Bir anda sağlık bozulmaları, hastalıklar.. Neden acaba? ‘Ne oldu ki birden anlamadım’lar. Halbuki olan çok belli.. Durmuyoruz, dinlenmiyoruz, kendimizi dinlemiyoruz..
Boş olduğumuz an doldurma çabasındayız çoğumuz hayatlarımızı. En son ne zaman SADECE karın yağışını izlediniz? Ya da en son ne zaman tek başınıza kahve içmeye gittiniz? Ne zaman evde sadece öylece müzik dinlediniz? Ne zaman “durdunuz”?
Hatırlayabiliyor musunuz?
Durmak önemli. O boşlukta öylece durmak. Tek yaptığınızın nefes alıp vermek olması mesela? Bana sanki her nefesle hayat her hücremize yeni ve yeniden gibi geliyor. Önemli yani çok aslında durmak. Durup hayatın içimize dolmasına izin vermek. Sonrasında ise karşımıza çıkardığı fırsatlara karışmak… Sonunu düşünmeden sadece hayatın sunduğu deneyimlerde var olmak.. Ne kadar bırakabiliyoruz kendimizi yaşama?
Berivan’ın dediği gibi eğer ki hayatlarımızı çok doldurursak, hayatın bize kendiliğinden dolmasına ne kadar izin vermiş oluyoruz ki? Mesela gittiğimiz bir tatilde her anı dolu dolu yaşamak uğruna programdan programa koşup helak olmak yerine acaba sokaklarda boş boş gezinmeye mi bıraksak kendimizi? Belki hiç ummadığımız bir yerde hiç ummadığımız birilerini karşımıza çıkaracak hayat ve bize bambaşka kapılar açıyor olacaklar. Hiç beklemediğimiz fırsatların, mucizelerin içinde bulacağız belkide bir anda kendimizi? Ne dersiniz?
Bu yüzden, diyorum ki “durmak” önemli. Biraz kendimizi hayatın akışına, getirdiklerine bırakmak. Teslim olmak. Her anı kontrol etmeye ve her ana hükmetmeye çalışmak yerine bize verdiklerine kabul olmak. Artık biraz güvenmek yaşama; güvenmek ki belki de bize vereceği yepyeni tecrübelerden geçmek ve büyümek. Hayatta, hayatla büyümek. Korkmadan, çekinmeden, olana razı olarak genişletmek kalbimizi.
Eninde sonunda buralarda buluşacağımıza inanıyorum. İster istemez…
İlginizi çekebilir: Yogadan çıktım yola, yolum bağlandı hayata