X

Hayatında ne oluyorsa sebebi sensin!

“Olur mu canım öyle şey! Benim pırlanta gibi anneciğim yaşadığı ağır hastalığı kendisi mi yarattı yani? SAÇMALIK!”

İlk duyduğumda kabul etmek zor geliyordu. 1991 yılında anneme kalın bağırsak kanseri teşhisi konduğunda Evren, Kuantum Fiziği, Meditasyon, Karma Yasası ve vücudumuzda olan bitene dair çok az bilgim vardı. Hoş, internet denen şey böyle bir şey değildi ve bilgi çok daha yavaş yayıldığından günümüze kıyasla birçok insan bu kavramlardan habersizdi.

Birkaç yıl süren geleneksel tedavilerle annem hastalığı atlatmış görünüyordu. Annem ve babam doktorların “tedbir amaçlı” olarak önerdikleri “Brakiterapi”nin de uygulanmasına karar verdiler.

Hastalandığında insanlar doktorlarının her sözüne, sorgulamaksızın güveniyor.

Sorgulamadan, araştırmadan, derinine inmeden hiçbir tavsiyeye inanmamak lazım (Buna bu tavsiye de dâhil). Bu konuya döneceğim, ama önce 1999 yılına gitmek istiyorum.

‘Neden buradayım ve bunları neden yaşıyorum?’

Bu soruyu sorduğum ilk yıldı bu. Kendinize böyle tuhaf sorular sormaya başladığınızda karşınıza cevapları bulacağınız kaynaklar da hızla geliyor: Evren, enerji, insan psikolojisi, fizyolojisi ve evrensel enerjiyle ilişkimiz gibi birçok konuyla bilgilenmeye başladım. Evren’in yasalarıyla tanıştığımda “Sebep-Sonuç” ya da “Etki-Tepki” yasasını (Law of Cause and Effect) kabul etmek zor geldi. Hiç kimseye kötülüğü dokunmamış, dedikodudan uzak durmuş, gencecik 20 yaşında bir kız olarak, gerçekten güç koşullarda ikiz çocuklarını büyütmüş pırlanta gibi bir kadın ne yapmış olabilir ki, böylesi acılar çektiği ceza gibi bir 16 yıllık hastalık sürecini hak etsin?

Lütfen hatırlayın: Öfke insanın öğrenmesini engeller. Tecrübeyle sabit. Ve neden öfkelendiğimi kendime sorduğumda cevap annemin hak etmediği bir şekilde cezalandırıldığını düşünüyor olmamdı. Bu yüzden öfkeliydim. Sebebi fark ettiğimde bu konuda ne yapabileceğimi araştırmaya başladım ve artık öfke gitmişti.

Öfke insanın öğrenmesini engeller.

Bilgi o zaman geldi: E=mc2

20. yüzyılın en meşhur formülü bu: E=mc2. Albert Einstein’ın, en az kendisi kadar ünlü bu formülü her şeyin enerji olduğunu söyler. Ve formülün çıktığı tarihten bu yana da kütlenin muazzam bir enerjisi olduğuna dair sayısız deneyimlerle ispatlanmıştır. En bilineni ve en can sıkıcısı atom bombası işte! Neyse, gelin, fizik dersi kafasından çıkıp formülü bir de öyle değerlendirelim:

Bu formülü okul yıllarından beri bilmeme rağmen, ilk kez farklı bir gözle bakıyordum: Defalarca ispatlanan bu formüle göre; “Her şey enerji”ydi. HER ŞEY! Siz, ben, bu makaleyi okuduğunuz makine, yediğiniz yemek, otomobiller, yatlar, uçaklar, evler, ağaçlar, taşlar… İstisnasız her şey bir enerji içeriyor. Belki de daha doğru ifade şu olacak: Gördüğümüz, duyduğumuz, işittiğimiz, tattığımız, kokladığımız her şey enerjinin bir formu. Titreşimleri farklı; kimisi yüksek frekansta titreşiyor, kimisiyse düşük.

Eşyaların yanı sıra insanlar içinde geçerli bu: Bazı arkadaşlarınızla diğerlerinden daha rahat hissediyorsunuz mesela ya da yeni tanıştığınız ve haklarında hiçbir şey bilmediğiniz iki kişiden birini son derece itici bulurken ötekine bayılıyorsunuz. Bunun sebebi aynı veya yakın frekanslar da titreşen enerjiler olmanız; yani birbirinize “uyumlu”sunuz. Ve biz, kendi enerjimizi -bilerek ya da bilmeyerek- ama MUTLAKA, yukarıda saydığım nesne veya kavramlarla uyumluyoruz. Düşündüklerimizle, söylediklerimizle, hissettiklerimizle, eyleme döktüklerimizle hücrelerimizin titreşimini kullanarak evrene enerji dalgaları saçıyoruz, hem de her an!

Her düşünce, his, duygu, kelime ve davranışın vücudunuzun hücrelerinde yarattığı bir titreşim var ve bu titreşimler vasıtasıyla her an, her şeyle iletişim halindeyiz. Köpekten korkanların hayatlarında en az bir kez yaşamış oldukları bir olay vardır: Herkesin sevgilisi olan köpek ona hırlamıştır. Çünkü onun korkusunu hissedip bu duyguyu, ona çok yakın bir duygu olan öfke olarak yorumlayıp kendini koruma pozisyonuna geçmiştir.

Etki-Tepki

Köpeğe karşı hiçbir gareziniz yok, bırakın ona dokunmayı yanında bile durmak istemiyorsunuz; çünkü korkuyorsunuz. Bu sizin hücre altı iletişimle “etki” olarak gönderdiğiniz enerjidir ve “Etki-Tepki” yasasına göre MUTLAKA “Eşit oranda ve aksi yönde bir tepki” oluşacaktır. Hah, bu da köpeğin size hırlaması işte. Bir başka deyişle şöyle söyleyebiliriz: Köpek size hırladığı için siz korkmuyorsunuz; aslında siz korktuğunuz için köpek size hırlıyor. Çünkü ona bir enerjiyle etki ediyorsunuz ve karşılığında o da size “eşit oranda ve aksi yönde” bir tepki enerjisi gönderiyor. Hatırlayın: Her şey enerji; düşünceler, duygular, kelimeler, davranışlar…

  • Peki, her şey enerjiyse eğer, bu durumda hastalıklar da enerji öyle değil mi?
  • Yani bilerek ya da bilmeyerek her an uyumlandığımız binlerce şey arasında mutlaka onlar da var değil mi?
  • Yanlış şeylere fazladan ve giderek sürekli odaklanarak insan kendini hasta yapabilir mi?

Bunun tahminimizden çok daha kuvvetli bir şekilde mümkün olduğuna dair sayısız örnek var: Sürekli korku, endişe ya da içerleme, öfke veya kıskançlık, negatif taraftan bakma gibi alışkanlıkları olan insanlar ciddi hastalıklara daha çok ve çabuk yakalanıyorlar. Araştırmalar; kısırlık, kanser, kalp, şeker gibi ciddi hastalıklarla uzun yıllar taşınan negatif duygular arasında sıkı bir bağ bulunduğunu gösteriyor.

Annem cezalandırılmıyordu ki…

Annem yıllar boyunca içinde biriktirdiği, kırgınlık ve/veya kızgınlıklarıyla belirli bir frekansta titreşip bir etki yaratmış ve sonucunda da o titreşimle uyumlu aksi yönde bir tepki enerjisiyle uyumlanmıştı. Bu noktada bu bir ceza değildi; bilinçdışı seçimiydi. Orada bakış açım tamamen değişti: “Neden ben?” sorusunun işe yarar bir cevabı yoktu ve olmayacaktı. Kurban psikolojisinden kurtulur kurtulmaz daha faydalı sorular bir bir kafamda belirmeye başladı. Eğer annem bu soruları bilse ve içine attığı o kızgınlıkları, zorlukları, üzüntüleri anlamak için şu soruları sorabilseydi kendine, o zaman işler daha farklı olabilirdi, kim bilir?

  • Davranışlarım, söylediklerim, düşüncelerim, izlediklerim ve hissettiklerim vasıtasıyla şu anda kendime ne yapıyorum?
  • Şu anda yaptığım, söylediğim, düşündüğüm, izlediğim şey bana nasıl hissettiriyor?
  • Bu his iyi mi, kötü mü?
  • Bu hissiyatı hayatımda istiyor muyum?
  • Bu konuyla ilgili şu anda ne yapabilirim?

Regresyon terapi için bana gelen danışanlarımda çok ilginç anlar yaşanıyor: Bilinçaltımızda, öyle tuhaf şeyleri kafamıza takıyoruz ki; farkında bile olmadan bu hayatımızın bir yerinde bir rahatsızlıkla rezonansa giriyor ve uyumlanıyor.

Peki, duygular nereden kaynaklanıyor?

Bunu örneklerle anlatayım: Öfkesini kontrol edemeyen ve sık sık parlayan bir danışanım içindeki bu öfkeyle ilgili çalışmak üzere gelmişti. Regresyon seansına başladığımızda 4 yaşını anımsadı:

Bayram ziyareti için babaanneye gitmişler. Tüm akrabaların bayramın ilk günü babaannede bayramlaşması ailenin bir geleneğiymiş ve herkes yine orada. Yemek sonrası büyükler kahvelerini içerken, babaanne de çikolata servisi yapıyor. Danışanımın 4 yaşındaki hali babaanneden bir çikolata alıyor. Babaanne “Bir tane daha al yavrum” diyor. Danışanımın 4 yaşındaki hali ikinci çikolatayı da alıyor; fakat alırken bir anda korkup babasına bakıyor. Babası kaşlarını çatmış dik dik ona bakıyor; çünkü hep kendisine misafirlikte bir şey ikram edildiğinde nasıl davranacağıyla ilgili anlattıkları var babanın: “İkramı geri çevirme ama sadece bir tane al; ısrar ederlerse nazikçe teşekkür et.”

Danışanım, bilinçaltına “Babamı hayal kırıklığına uğrattım” çapasını atıveriyor. Bu düşünce zaman içinde önce kendine ve sonra da genel bir karakter özelliği olarak her şeye öfkeye dönüşüyor. Yani aslında öfkeli olmasının sebebi trafik, karısı ya da siparişi getiren garson değil. Öfkesinin sebebi de sorumlusu da kendisi; bunun farkında olsa da olmasa da.

Bir başka regresyon örneği

Danışanımla regresyon çalışması öncesi yaptığımız soru cevap kısmında; hayatı boyunca kimseyle birlikte olmadığını söyledi bana. Ne çıktı biliyor musunuz? Yalnız kalma korkusu! Yani, bir anlamda yalnız kalmaktan korktuğu için yalnız kalmıştı.

Şöyle anlatayım: Annesi kendisine hamilelik dönemini, kayınvalidesinin evinde, doğru dürüst gün ışığı almayan bir odada geçiriyor. Eşi yani danışanımın babası Almanya’da çalışıyor ve dolayısıyla anne kendini yalnız, savunmasız hissediyor. Endişesi ve içinde bulunduğu kurban psikolojisi, zaman zaman kocasının kendisini yalnız bırakması nedeniyle kocasına kızgınlık halini de alıyor.

Hamileliğini karanlık bir odada, yalnız, endişeli ve kızgın bir şekilde yaşayan annesinin rahminde 9 ay geçirmek, danışanımın bilinçaltında; yavaş yavaş “Evlenirsem yalnız bırakılabilirim, iyisi mi evlenmeyeyim” düşüncesini şekillendirecek korku duygusunu yaratıyor. Ve bilin bakalım bu korku duygusundan türeyen düşünceler kim tarafından danışanıma tekrar edilip duruyor? Yazılarımı takip edenler hatırlayacaklar cevabı: Sabotajcı arketip (İlgili yazı: “Umut afyondur!”).

Bir de eylemlerimiz var elbette

Anneme “tedbir amaçlı” önerilen brakiterapi hadisesinde uzun zaman boyunca doktorları suçladım; çünkü henüz deneme aşamasında olan yeni bir tedavi biçimini, olası yan etkilerini hiç anlatmadan amaç sanki iyileşmeyi garantilemekmiş gibi aktarıp annemi resmen kobay olarak kullanmışlardı. “Doktorlar bize yeterince bilgi vermedi” savımız ne kadar doğru olursa olsun, bu tedavinin uygulanması kararındaki sorumluluk sadece ve sadece bize aitti. Kimse gırtlağımıza basıp zorla uygulamadı bu tedaviyi; biz istedik, onay verdik ve uygulattık.

Yaklaşık bir sene içinde annemin sağlığı (tamamen bu tedavinin yan etkilerinden kaynaklı olarak) bir daha hiç düzelmemek üzere bozuldu. 2005 yılında da kanser tekrar etti ve 2 yıl içinde annemi kaybettik. Eğer bu terapinin yan etkilerini araştırsak ve farklı doktorlardan aldığımız ikinci ve hatta üçüncü fikirleri dikkate alsak belki de bu tedaviyi reddedecektik. Ve o eylemin elbette farklı sonuçları olacaktı.

Hem yapacağımız davranışlarda hem de nasıl hissettiğimiz konusunda yegâne karar mercii biziz. Kendinizi kötü, depresif, kızgın, stresli hissediyorsanız ve bu hisler hayatınızın bir parçasıysa kendi sağlığınızı bozuyorsunuz demektir. Bu yüzden sizi sıkan, üzen, kızdıran olaylara verdiğiniz duygusal reaksiyonlara daima dikkat etmekte fayda var. Aynı şekilde aldığınız kararları korku mu yoksa sevgi ve heyecan mı motive ediyor buna da dikkat etmelisiniz.

Bu “Etki-Tepki” (veya “Sebep-Sonuç”) yasasını kullanırken bilmemiz gereken en önemli şey şu: Hayatta hiçbir şey şans eseri ya da kazayla olmaz. Yaşanan her sonucun belirli ve tahmin edilebilir bir sebebi vardır ve aynı şekilde yaptığınız, söylediğiniz, düşündüğünüz ve hissettiğiniz her şey belirli ve tahmin edilebilir bir sonucun oluşmasının sebebidir. Bunlar küçük ya da büyük kararlarımız ve gün içinde yaptıklarımızdır. Geçmişte yaptığımız her şeyi, hissettiğimiz tüm duyguları, aldığımız her kararı ve şu anda içinde yaşamakta olduğumuz belirli sonuçları biz yaratırız.

Yaptığımız, söylediğimiz, düşündüğümüz ve hissettiğimiz her şey belirli ve tahmin edilebilir bir sonucun oluşmasının sebebidir.

Bu durum elbette hedeflediğimiz konularda başarılı olup olmamakla da ilgilidir. Şöyle açıklayayım: Hayatınızın herhangi bir alanında başarı/başarısızlık, geçmişte atmış olduğunuz adımların ve aldığınız kararların sebep olduğu direkt ve endirekt sonuçlardır.

Yani başarıya ulaşmak öngörülebilir ve eğer ne yaptığınızın farkındaysanız tekrar da edilebilir. Bir başka deyişle, farkında olun ya da olmayın; eğer doğru kararları alıp uyguluyorsanız; şüphesiz ki kafanızda canlandırdığınız başarıya ulaşırsınız. Bunun anlamı başarıyı modelleyebileceğinizdir. Yapılması gereken; başarılı insanların

  • Ne yaptıklarını,
  • Nasıl düşündüklerini,
  • Alışkanlıklarını,
  • İnançlarını,
  • Değerlerini,
  • Hissiyatlarını,
  • Davranışlarını ve
  • Aksiyonlarını

öğrenip anlamaktır. Çünkü bilimsel araştırmalarla ispatlanmıştır ki; başarı şans eseri ya da tesadüfen gerçekleşmez: Sizi başarıya götüren bir şeyler yapmışsınızdır, farkında olun ya da olmayın.

Özgür İrade ve Seçim Hakkı

Bu dünyada kontrolümüz altında olan tek şey; düşünce süreçlerimiz üstündeki bilinçli gücümüz. Yani özgür irademizle yaptığımız seçimleri yüzde yüz kontrol edebiliriz. Etki-Tepki yasası der ki; “Deneyimlerimize ne anlam vereceğimizi biz seçeriz.”

Dikkat edin; hissedeceğimiz duyguları bilinçli ya da bilinçsiz olarak mutlaka seçeriz. Nasıl davranacağımızı da insanlar, olaylar, dünya ve kendimizle ilgili düşüncelerimize göre yine biz seçeriz. Özetleyelim:

  • Farkında olsak da olmasak da düşünce süreçlerini özgür irademizle kontrol ediyoruz.
  • Düşüncelerimiz bizi belirli sonuçlar deneyimlemeye götüren sebeplerin ta kendisi.
  • Biz aslında hayatı şu anda bildiğimiz haliyle deneyimlemeyi özgürce seçiyoruz.

Anahtar bunu, mümkün mertebe bilinçli yapmakta ve bu konuda dikkatli bir farkındalık ile kendimizi geliştirebiliriz. Yasanın belirlediği bir başka ifade de şu: “Özgür irade; öğrenilmiş davranışlar, cevaplar/tepkiler, düşünceler ve hayata ve koşullara dair yorumlamalar yaratır.”

Daha açık bir ifadeyle; hayatı şu anda bildiğimiz haliyle deneyimliyoruz; çünkü geçmişte öğrenip kendimizi koşullandırdığımız psikolojik paternlerimiz var. Bunları da tüm hayatımız boyunca yaptığımız seçimlerle zihnimizde önceden programlamış bulunuyoruz. Dahası, bu psikolojik programlama; kendi varlığımızı ve gerçeklik deneyimimizi son derece ön yargılı (ve tahmin edilebilir bir tutumla) yaratıp yorumluyor.

Etki-tepki yasasına göre, deneyimlerimize ne anlam vereceğimizi biz seçiyoruz.

İkilem gibi gözükse de çözüm yine Etki-Tepki yasasının tespitinde duruyor. Özgür irade sahibi olduğumuz için, paterne dönüşen düşüncelerimizi, davranışlarımızı ve reaksiyonlarımızı unutup yenileriyle değiştirmeyi de özgürce seçebiliriz. Olana bitene tepki verip duran “reaktif” bir birey olmaktansa “proaktif” ve bilinçli düşünüp hareket ederek, “farkında” olmayı seçebiliriz.

Özgür irade sahibi olmak demek; koşullar nasıl görünürse görünsün (adaletsiz, karanlık vb.), kendinizle ilgili neye inanıyor olursanız olun (şanssız, beceriksiz vb.) yeni bir seçim yapabileceğiniz anlamına geliyor. Bunu daima aklınızda tutmanızı diliyorum. Çünkü değişim ihtiyacı doğduğunda, size adım attıracak bilgi, bu bilgi.

Güçlü sorularla dönüşüme hazırlanın!

“Etki-Tepki” yasasından öğrendiklerimizle; her durumda daima farkında kalmak için aşağıdaki soruları kullanabiliriz:

  • Düşüncelerim; şu anda içinde bulunduğum yaşam koşullarına nasıl sebep oluyor, onları nasıl yaratıyor ve sürdürüyor?
  • Dünyamı şimdiye kadar yaptığımdan farklı yorumlamaya başlamak için ne yapabilirim?
  • Düşünce paternlerimi nasıl değiştirebilirim?
  • Diğer insanların başarılı davranış, düşünce, alışkanlık, karar ve aksiyonlarını nasıl modelleyebilirim?

Eğer regresyonla içinizde biriken negatif duyguları temizleyip frekansınızı yükseltmek ya da başarılı insanları modellemek konusunda çalışmak isterseniz bana yazın: tolga@powercoaching.us

Bu hafta gidin ve kendinize harika bir hayat yaratmaya başlayın! Görüşmek üzere…

V. Tolga Hancı: Doğma büyüme İstanbul'lu Tolga, 20 yıllık reklamcılık kariyerini danışmanlığa, ve oradan da koçluk ve eğitmenliğe dönüştürmüş bir yüksek performans stratejisti. Çalıştığı kişi ve kurumların; hayatın her alanında sınırsız potansiyellerinin % 100'ünü kullanarak, daima yüksek performansta kalabilmeleri için stratejiler üretiyor. Power Coaching'in ve Anthony Robbins Türkiye oluşumlarının kurucu ortağı. Birlikte çalışacağı kişi ve kurumların hedef ve hayallerini merak ediyor ve şöyle söylüyor: "İstiyorsan yaparsın! Asıl soru şu: Harekete geçmek için ne kadar isteklisin?"

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale