Hayatında ne oluyorsa sebebi sensin!
“Olur mu canım öyle şey! Benim pırlanta gibi anneciğim yaşadığı ağır hastalığı kendisi mi yarattı yani? SAÇMALIK!”
İlk duyduğumda kabul etmek zor geliyordu. 1991 yılında anneme kalın bağırsak kanseri teşhisi konduğunda Evren, Kuantum Fiziği, Meditasyon, Karma Yasası ve vücudumuzda olan bitene dair çok az bilgim vardı. Hoş, internet denen şey böyle bir şey değildi ve bilgi çok daha yavaş yayıldığından günümüze kıyasla birçok insan bu kavramlardan habersizdi.
Birkaç yıl süren geleneksel tedavilerle annem hastalığı atlatmış görünüyordu. Annem ve babam doktorların “tedbir amaçlı” olarak önerdikleri “Brakiterapi”nin de uygulanmasına karar verdiler.
Hastalandığında insanlar doktorlarının her sözüne, sorgulamaksızın güveniyor.
Sorgulamadan, araştırmadan, derinine inmeden hiçbir tavsiyeye inanmamak lazım (Buna bu tavsiye de dâhil). Bu konuya döneceğim, ama önce 1999 yılına gitmek istiyorum.
‘Neden buradayım ve bunları neden yaşıyorum?’
Bu soruyu sorduğum ilk yıldı bu. Kendinize böyle tuhaf sorular sormaya başladığınızda karşınıza cevapları bulacağınız kaynaklar da hızla geliyor: Evren, enerji, insan psikolojisi, fizyolojisi ve evrensel enerjiyle ilişkimiz gibi birçok konuyla bilgilenmeye başladım. Evren’in yasalarıyla tanıştığımda “Sebep-Sonuç” ya da “Etki-Tepki” yasasını (Law of Cause and Effect) kabul etmek zor geldi. Hiç kimseye kötülüğü dokunmamış, dedikodudan uzak durmuş, gencecik 20 yaşında bir kız olarak, gerçekten güç koşullarda ikiz çocuklarını büyütmüş pırlanta gibi bir kadın ne yapmış olabilir ki, böylesi acılar çektiği ceza gibi bir 16 yıllık hastalık sürecini hak etsin?
Lütfen hatırlayın: Öfke insanın öğrenmesini engeller. Tecrübeyle sabit. Ve neden öfkelendiğimi kendime sorduğumda cevap annemin hak etmediği bir şekilde cezalandırıldığını düşünüyor olmamdı. Bu yüzden öfkeliydim. Sebebi fark ettiğimde bu konuda ne yapabileceğimi araştırmaya başladım ve artık öfke gitmişti.
Bilgi o zaman geldi: E=mc2
20. yüzyılın en meşhur formülü bu: E=mc2. Albert Einstein’ın, en az kendisi kadar ünlü bu formülü her şeyin enerji olduğunu söyler. Ve formülün çıktığı tarihten bu yana da kütlenin muazzam bir enerjisi olduğuna dair sayısız deneyimlerle ispatlanmıştır. En bilineni ve en can sıkıcısı atom bombası işte! Neyse, gelin, fizik dersi kafasından çıkıp formülü bir de öyle değerlendirelim:
Bu formülü okul yıllarından beri bilmeme rağmen, ilk kez farklı bir gözle bakıyordum: Defalarca ispatlanan bu formüle göre; “Her şey enerji”ydi. HER ŞEY! Siz, ben, bu makaleyi okuduğunuz makine, yediğiniz yemek, otomobiller, yatlar, uçaklar, evler, ağaçlar, taşlar… İstisnasız her şey bir enerji içeriyor. Belki de daha doğru ifade şu olacak: Gördüğümüz, duyduğumuz, işittiğimiz, tattığımız, kokladığımız her şey enerjinin bir formu. Titreşimleri farklı; kimisi yüksek frekansta titreşiyor, kimisiyse düşük.
Eşyaların yanı sıra insanlar içinde geçerli bu: Bazı arkadaşlarınızla diğerlerinden daha rahat hissediyorsunuz mesela ya da yeni tanıştığınız ve haklarında hiçbir şey bilmediğiniz iki kişiden birini son derece itici bulurken ötekine bayılıyorsunuz. Bunun sebebi aynı veya yakın frekanslar da titreşen enerjiler olmanız; yani birbirinize “uyumlu”sunuz. Ve biz, kendi enerjimizi -bilerek ya da bilmeyerek- ama MUTLAKA, yukarıda saydığım nesne veya kavramlarla uyumluyoruz. Düşündüklerimizle, söylediklerimizle, hissettiklerimizle, eyleme döktüklerimizle hücrelerimizin titreşimini kullanarak evrene enerji dalgaları saçıyoruz, hem de her an!
Her düşünce, his, duygu, kelime ve davranışın vücudunuzun hücrelerinde yarattığı bir titreşim var ve bu titreşimler vasıtasıyla her an, her şeyle iletişim halindeyiz. Köpekten korkanların hayatlarında en az bir kez yaşamış oldukları bir olay vardır: Herkesin sevgilisi olan köpek ona hırlamıştır. Çünkü onun korkusunu hissedip bu duyguyu, ona çok yakın bir duygu olan öfke olarak yorumlayıp kendini koruma pozisyonuna geçmiştir.
Etki-Tepki
Köpeğe karşı hiçbir gareziniz yok, bırakın ona dokunmayı yanında bile durmak istemiyorsunuz; çünkü korkuyorsunuz. Bu sizin hücre altı iletişimle “etki” olarak gönderdiğiniz enerjidir ve “Etki-Tepki” yasasına göre MUTLAKA “Eşit oranda ve aksi yönde bir tepki” oluşacaktır. Hah, bu da köpeğin size hırlaması işte. Bir başka deyişle şöyle söyleyebiliriz: Köpek size hırladığı için siz korkmuyorsunuz; aslında siz korktuğunuz için köpek size hırlıyor. Çünkü ona bir enerjiyle etki ediyorsunuz ve karşılığında o da size “eşit oranda ve aksi yönde” bir tepki enerjisi gönderiyor. Hatırlayın: Her şey enerji; düşünceler, duygular, kelimeler, davranışlar…
- Peki, her şey enerjiyse eğer, bu durumda hastalıklar da enerji öyle değil mi?
- Yani bilerek ya da bilmeyerek her an uyumlandığımız binlerce şey arasında mutlaka onlar da var değil mi?
- Yanlış şeylere fazladan ve giderek sürekli odaklanarak insan kendini hasta yapabilir mi?
Bunun tahminimizden çok daha kuvvetli bir şekilde mümkün olduğuna dair sayısız örnek var: Sürekli korku, endişe ya da içerleme, öfke veya kıskançlık, negatif taraftan bakma gibi alışkanlıkları olan insanlar ciddi hastalıklara daha çok ve çabuk yakalanıyorlar. Araştırmalar; kısırlık, kanser, kalp, şeker gibi ciddi hastalıklarla uzun yıllar taşınan negatif duygular arasında sıkı bir bağ bulunduğunu gösteriyor.
Annem cezalandırılmıyordu ki…
Annem yıllar boyunca içinde biriktirdiği, kırgınlık ve/veya kızgınlıklarıyla belirli bir frekansta titreşip bir etki yaratmış ve sonucunda da o titreşimle uyumlu aksi yönde bir tepki enerjisiyle uyumlanmıştı. Bu noktada bu bir ceza değildi; bilinçdışı seçimiydi. Orada bakış açım tamamen değişti: “Neden ben?” sorusunun işe yarar bir cevabı yoktu ve olmayacaktı. Kurban psikolojisinden kurtulur kurtulmaz daha faydalı sorular bir bir kafamda belirmeye başladı. Eğer annem bu soruları bilse ve içine attığı o kızgınlıkları, zorlukları, üzüntüleri anlamak için şu soruları sorabilseydi kendine, o zaman işler daha farklı olabilirdi, kim bilir?
- Davranışlarım, söylediklerim, düşüncelerim, izlediklerim ve hissettiklerim vasıtasıyla şu anda kendime ne yapıyorum?
- Şu anda yaptığım, söylediğim, düşündüğüm, izlediğim şey bana nasıl hissettiriyor?
- Bu his iyi mi, kötü mü?
- Bu hissiyatı hayatımda istiyor muyum?
- Bu konuyla ilgili şu anda ne yapabilirim?
Regresyon terapi için bana gelen danışanlarımda çok ilginç anlar yaşanıyor: Bilinçaltımızda, öyle tuhaf şeyleri kafamıza takıyoruz ki; farkında bile olmadan bu hayatımızın bir yerinde bir rahatsızlıkla rezonansa giriyor ve uyumlanıyor.
Peki, duygular nereden kaynaklanıyor?
Bunu örneklerle anlatayım: Öfkesini kontrol edemeyen ve sık sık parlayan bir danışanım içindeki bu öfkeyle ilgili çalışmak üzere gelmişti. Regresyon seansına başladığımızda 4 yaşını anımsadı:
Bayram ziyareti için babaanneye gitmişler. Tüm akrabaların bayramın ilk günü babaannede bayramlaşması ailenin bir geleneğiymiş ve herkes yine orada. Yemek sonrası büyükler kahvelerini içerken, babaanne de çikolata servisi yapıyor. Danışanımın 4 yaşındaki hali babaanneden bir çikolata alıyor. Babaanne “Bir tane daha al yavrum” diyor. Danışanımın 4 yaşındaki hali ikinci çikolatayı da alıyor; fakat alırken bir anda korkup babasına bakıyor. Babası kaşlarını çatmış dik dik ona bakıyor; çünkü hep kendisine misafirlikte bir şey ikram edildiğinde nasıl davranacağıyla ilgili anlattıkları var babanın: “İkramı geri çevirme ama sadece bir tane al; ısrar ederlerse nazikçe teşekkür et.”
Danışanım, bilinçaltına “Babamı hayal kırıklığına uğrattım” çapasını atıveriyor. Bu düşünce zaman içinde önce kendine ve sonra da genel bir karakter özelliği olarak her şeye öfkeye dönüşüyor. Yani aslında öfkeli olmasının sebebi trafik, karısı ya da siparişi getiren garson değil. Öfkesinin sebebi de sorumlusu da kendisi; bunun farkında olsa da olmasa da.
Bir başka regresyon örneği
Danışanımla regresyon çalışması öncesi yaptığımız soru cevap kısmında; hayatı boyunca kimseyle birlikte olmadığını söyledi bana. Ne çıktı biliyor musunuz? Yalnız kalma korkusu! Yani, bir anlamda yalnız kalmaktan korktuğu için yalnız kalmıştı.
Şöyle anlatayım: Annesi kendisine hamilelik dönemini, kayınvalidesinin evinde, doğru dürüst gün ışığı almayan bir odada geçiriyor. Eşi yani danışanımın babası Almanya’da çalışıyor ve dolayısıyla anne kendini yalnız, savunmasız hissediyor. Endişesi ve içinde bulunduğu kurban psikolojisi, zaman zaman kocasının kendisini yalnız bırakması nedeniyle kocasına kızgınlık halini de alıyor.
Hamileliğini karanlık bir odada, yalnız, endişeli ve kızgın bir şekilde yaşayan annesinin rahminde 9 ay geçirmek, danışanımın bilinçaltında; yavaş yavaş “Evlenirsem yalnız bırakılabilirim, iyisi mi evlenmeyeyim” düşüncesini şekillendirecek korku duygusunu yaratıyor. Ve bilin bakalım bu korku duygusundan türeyen düşünceler kim tarafından danışanıma tekrar edilip duruyor? Yazılarımı takip edenler hatırlayacaklar cevabı: Sabotajcı arketip (İlgili yazı: “Umut afyondur!”).
Bir de eylemlerimiz var elbette
Anneme “tedbir amaçlı” önerilen brakiterapi hadisesinde uzun zaman boyunca doktorları suçladım; çünkü henüz deneme aşamasında olan yeni bir tedavi biçimini, olası yan etkilerini hiç anlatmadan amaç sanki iyileşmeyi garantilemekmiş gibi aktarıp annemi resmen kobay olarak kullanmışlardı. “Doktorlar bize yeterince bilgi vermedi” savımız ne kadar doğru olursa olsun, bu tedavinin uygulanması kararındaki sorumluluk sadece ve sadece bize aitti. Kimse gırtlağımıza basıp zorla uygulamadı bu tedaviyi; biz istedik, onay verdik ve uygulattık.
Yaklaşık bir sene içinde annemin sağlığı (tamamen bu tedavinin yan etkilerinden kaynaklı olarak) bir daha hiç düzelmemek üzere bozuldu. 2005 yılında da kanser tekrar etti ve 2 yıl içinde annemi kaybettik. Eğer bu terapinin yan etkilerini araştırsak ve farklı doktorlardan aldığımız ikinci ve hatta üçüncü fikirleri dikkate alsak belki de bu tedaviyi reddedecektik. Ve o eylemin elbette farklı sonuçları olacaktı.
Hem yapacağımız davranışlarda hem de nasıl hissettiğimiz konusunda yegâne karar mercii biziz. Kendinizi kötü, depresif, kızgın, stresli hissediyorsanız ve bu hisler hayatınızın bir parçasıysa kendi sağlığınızı bozuyorsunuz demektir. Bu yüzden sizi sıkan, üzen, kızdıran olaylara verdiğiniz duygusal reaksiyonlara daima dikkat etmekte fayda var. Aynı şekilde aldığınız kararları korku mu yoksa sevgi ve heyecan mı motive ediyor buna da dikkat etmelisiniz.
Bu “Etki-Tepki” (veya “Sebep-Sonuç”) yasasını kullanırken bilmemiz gereken en önemli şey şu: Hayatta hiçbir şey şans eseri ya da kazayla olmaz. Yaşanan her sonucun belirli ve tahmin edilebilir bir sebebi vardır ve aynı şekilde yaptığınız, söylediğiniz, düşündüğünüz ve hissettiğiniz her şey belirli ve tahmin edilebilir bir sonucun oluşmasının sebebidir. Bunlar küçük ya da büyük kararlarımız ve gün içinde yaptıklarımızdır. Geçmişte yaptığımız her şeyi, hissettiğimiz tüm duyguları, aldığımız her kararı ve şu anda içinde yaşamakta olduğumuz belirli sonuçları biz yaratırız.
Bu durum elbette hedeflediğimiz konularda başarılı olup olmamakla da ilgilidir. Şöyle açıklayayım: Hayatınızın herhangi bir alanında başarı/başarısızlık, geçmişte atmış olduğunuz adımların ve aldığınız kararların sebep olduğu direkt ve endirekt sonuçlardır.
Yani başarıya ulaşmak öngörülebilir ve eğer ne yaptığınızın farkındaysanız tekrar da edilebilir. Bir başka deyişle, farkında olun ya da olmayın; eğer doğru kararları alıp uyguluyorsanız; şüphesiz ki kafanızda canlandırdığınız başarıya ulaşırsınız. Bunun anlamı başarıyı modelleyebileceğinizdir. Yapılması gereken; başarılı insanların
- Ne yaptıklarını,
- Nasıl düşündüklerini,
- Alışkanlıklarını,
- İnançlarını,
- Değerlerini,
- Hissiyatlarını,
- Davranışlarını ve
- Aksiyonlarını
öğrenip anlamaktır. Çünkü bilimsel araştırmalarla ispatlanmıştır ki; başarı şans eseri ya da tesadüfen gerçekleşmez: Sizi başarıya götüren bir şeyler yapmışsınızdır, farkında olun ya da olmayın.
Özgür İrade ve Seçim Hakkı
Bu dünyada kontrolümüz altında olan tek şey; düşünce süreçlerimiz üstündeki bilinçli gücümüz. Yani özgür irademizle yaptığımız seçimleri yüzde yüz kontrol edebiliriz. Etki-Tepki yasası der ki; “Deneyimlerimize ne anlam vereceğimizi biz seçeriz.”
Dikkat edin; hissedeceğimiz duyguları bilinçli ya da bilinçsiz olarak mutlaka seçeriz. Nasıl davranacağımızı da insanlar, olaylar, dünya ve kendimizle ilgili düşüncelerimize göre yine biz seçeriz. Özetleyelim:
- Farkında olsak da olmasak da düşünce süreçlerini özgür irademizle kontrol ediyoruz.
- Düşüncelerimiz bizi belirli sonuçlar deneyimlemeye götüren sebeplerin ta kendisi.
- Biz aslında hayatı şu anda bildiğimiz haliyle deneyimlemeyi özgürce seçiyoruz.
Anahtar bunu, mümkün mertebe bilinçli yapmakta ve bu konuda dikkatli bir farkındalık ile kendimizi geliştirebiliriz. Yasanın belirlediği bir başka ifade de şu: “Özgür irade; öğrenilmiş davranışlar, cevaplar/tepkiler, düşünceler ve hayata ve koşullara dair yorumlamalar yaratır.”
Daha açık bir ifadeyle; hayatı şu anda bildiğimiz haliyle deneyimliyoruz; çünkü geçmişte öğrenip kendimizi koşullandırdığımız psikolojik paternlerimiz var. Bunları da tüm hayatımız boyunca yaptığımız seçimlerle zihnimizde önceden programlamış bulunuyoruz. Dahası, bu psikolojik programlama; kendi varlığımızı ve gerçeklik deneyimimizi son derece ön yargılı (ve tahmin edilebilir bir tutumla) yaratıp yorumluyor.
İkilem gibi gözükse de çözüm yine Etki-Tepki yasasının tespitinde duruyor. Özgür irade sahibi olduğumuz için, paterne dönüşen düşüncelerimizi, davranışlarımızı ve reaksiyonlarımızı unutup yenileriyle değiştirmeyi de özgürce seçebiliriz. Olana bitene tepki verip duran “reaktif” bir birey olmaktansa “proaktif” ve bilinçli düşünüp hareket ederek, “farkında” olmayı seçebiliriz.
Özgür irade sahibi olmak demek; koşullar nasıl görünürse görünsün (adaletsiz, karanlık vb.), kendinizle ilgili neye inanıyor olursanız olun (şanssız, beceriksiz vb.) yeni bir seçim yapabileceğiniz anlamına geliyor. Bunu daima aklınızda tutmanızı diliyorum. Çünkü değişim ihtiyacı doğduğunda, size adım attıracak bilgi, bu bilgi.
Güçlü sorularla dönüşüme hazırlanın!
“Etki-Tepki” yasasından öğrendiklerimizle; her durumda daima farkında kalmak için aşağıdaki soruları kullanabiliriz:
- Düşüncelerim; şu anda içinde bulunduğum yaşam koşullarına nasıl sebep oluyor, onları nasıl yaratıyor ve sürdürüyor?
- Dünyamı şimdiye kadar yaptığımdan farklı yorumlamaya başlamak için ne yapabilirim?
- Düşünce paternlerimi nasıl değiştirebilirim?
- Diğer insanların başarılı davranış, düşünce, alışkanlık, karar ve aksiyonlarını nasıl modelleyebilirim?
Eğer regresyonla içinizde biriken negatif duyguları temizleyip frekansınızı yükseltmek ya da başarılı insanları modellemek konusunda çalışmak isterseniz bana yazın: [email protected]
Bu hafta gidin ve kendinize harika bir hayat yaratmaya başlayın! Görüşmek üzere…