Pazarlama sistemi içinde kendi gerçekliğimizi arıyor, varsayımlara kendimizi bırakıveriyoruz. İkna ediliyoruz, bir şeylerin doğrusunun belirtilen şekilde olduğuna, aslında bilmem ne çeşit şeylere ihtiyaç duyduğumuza, hatta onlarsız bu günlere kadar nasıl yaşadıklara!
İkna edilmek! Manipüle edilmek!
Her durumda seçme şansın varmış gibi davranılır, oysa seçenekler arasından bir seçim hakkı bırakırlar sana.
Sonsuz seçenekler arasından bir seçim değildir bu, oyun alanının içerisinde izin verilen ölçüde… Annemizin bahçesinden, buradan ayrılma denilen kum havuzundan çıkamamışızdır hala!
Çünkü sistem, şimdilik pazarlama/satış sistemi diyelim; herkesin ortak, toplumların ortak travmalarını, hayata bakış açılarını, korkularını, inançlarını bilir ve kullanır.
Satmak istediği ürüne seni yönlendirmek için de, bu korkuları baz alarak bir hareket planı çizer.
Bu elbette tartışmalı ve uzun bir konu. Bu verileri kullanmak ile ilgili bir sorun yok, bunu manipüle edip sömürmek ile ilgili bir problem var maalesef..
Maalesef dediğime de bakmayın, süper bir çalışma alanı!
“Kendini hipnozlardan ne kadar koruyabiliyorsun?”
“Ne kadar kendi kararının arkasında olabiliyorsun?”
“Fikrin, görüşün sana mı ait, dış seslerden etkileniyor mu?”
“Kendin ile tam olarak barışık ve bir misin?”
Hepsi bir alışveriş sırasında mı çıkar bu cevapların?
Cevabım evet!
Hayatımız aslında yaralı olduğumuz yerlerden, zaafımız olan konuların değişik şekillerdeki hallerini yaşamak ile geçiyor. Hayatın her anında hem de. Bu durumları salıvermek ve kendimizi geliştirmek için illa ki bir ruhsal çalışmada olmamız gerekmiyor çünkü biz her an ruhsal çalışma içindeyiz zaten! Biz ve yaşam “ruhsal”, “spiritüel”!
Bu bizden, yaşamımızdan ayrı bir konu değil. İstediğimiz zaman olup, istediğimiz zaman bırakabileceğimiz bir hobi değil, bu mutlak gerçeğimiz!
Dolayısı ile, eğer bir dilenci geldiğinde ve sizden para dilendiğinde “açım” diyerek gözlerinizin içine baktığında;
“Aynı duruma düşersem?” korkusunu, yaşama güvensizlik hissimizi,
“Birileri şu insanlara yardım etsin!” ayrılığını
“Bu insanların da başka çaresi yok!” acıma ve kibirini taşıdığımızı görmeliyiz kendimizde. Bu yaşamı algılama şeklimize bir işarettir ve araba camımıza yapışan o dilenci tesadüf eseri orada değildir!
Estetik doktorunuzun size kaşınızı şuradan kaldırıp, kaz ayaklarınızı… diye başlayan cümlesinde, kozmetik satıcısının yaşınıza uygun krem diye başlayan sunumunda, elinizdeki aynada saniyeler içinde yaşlandığınızı fark ederek, “di mi çok fazlalar?” derken… Yaşlanma, ölüm korkumuzu belki dolaylı yalnızlığı tetikleyen… Tercih edilmeyenler sırasına doğru koşar adımlar ile gittiğini hatırlatan… Hayatının şeridini göz bebeklerinden akıttığın anlar mı yaşıyorsun?
Çünkü burada, senin hissettiğinden, korkularından, onaya bağlı varoluşundan, kabul edilme kaygından bahsediyoruz.
Satın alma işlemin korkundan mı kaynaklı?
Olduğun hali kabulde misin?
Tam olarak anda, bedende misin? Beraber misin?
Satın aldığın şey bir reddediş hali mi?
Çünkü pazarlama, halihazırda “tam hissetmeyen” seni onaylayarak, eksikliğini gidermek için birtakım seçenekler sunar. Ve bu seçenekler, her karşına çıkışında senin eksikliğini kesinlikle onaylar!
En çok da fiziksel özellikler, hani değiştirmenin pek de kolay olmadığı durumlarda daha da vahimdir durum.
Yeteri kadar iyi değilsindir, yeteri kadar güzel, yeteri kadar zayıf, genç, atletik…
Yetersizliğimiz gözümüze sokuldukça daha da işlenir bu fikir, bu hipnoz beynimize… Kendimize objektif bakamaz oluruz, olması gereken gözlüğüyle bakıyoruzdur artık!
“Gizli akıl nakli!”
Tüm bunlar bize karşı bir dünyadan haberler değil, tüm bunlar kendimizi her durumda test edebileceğimiz açık hava dersleri!
Olduğun hal ne ise, fikrin ne ise, tüm otantikliğin ve sivriliğin ile, tüm “garip” yorumları arasında, kendini kucaklamış durumda mısın?
Senin kararın, senin kararındır!
Kendine, fikrine, o anki bakış açına sahip çıkabiliyor musun?
Belki evet, belki hayır! Ama her an, bunu görebileceğin milyon tane yer var!
“Saçlarınız çok kuru, bu bakım…” dediğinde, “evet yapısı öyle, çok merciii!” deyip, saçım kuru diye dert edinmeden, milyon para verip olmayacak duaya amin demeyip, o kazık saçlarınla mutlulukla çıkabiliyorsan o kuaförden; herkes oyununu güzellikle ve başarıyla oynamış, kendi kerterizinde kalabilmiştir!
Bu sınav değil, bu alıştırmadır. Kendimizi minik minik eğittiğimiz tatlı oyun alanları.
Yaşam, sen kendine sahip çık diye uğraşır.
Şişman da olsan, yaşlı da olsan, kel, göbekli de olsan, dünya güzeli de olsan, değişik bir zeka tipine de sahip olsan, özel durumlara da ihtiyaç duysan, akıllı telefonun son model olsa da olmasa da, namaste ne demek bilmesen de…
Hepimiz her halimizle, değişip gelişen, dönüşen her halimizle kendimize has hisler, duygular yaşarız. Tamamen bize ait! Kimsenin bizim için yaşayamayacağı, anlayamayacağı ve genellenemez! Sahip çıkalım!
Kendinde beğenmediğin belki de, başkalarının sözüdür aklında yankılanan.
Kendinde övündüğün de sana ait değildir belki…
Biz bir bahçenin rengarenk çiçekleriyiz, en güzel yanımız farklılıklarımız, kabullerimiz…
Sen ver kendi kendine onayını, her şeyden bağımsız ve hür!
Sevgiyle…
İlginizi çekebilir: Kendinizi nasıl yakalayabilirsiniz: Çırılçıplak kalana kadar üzerimizdeki maskelerden arınmak