Hastalıklar kişinin bedeni ile birlikte ruhlarına da zarar vererek, beraberinde travmaları, yas tepkilerini, örselemeleri ve hayatla uyumu bozan psikolojik reaksiyonları da beraberinde getirmektedir. Hastanın hastalıktan sonra yeni bedenine uygun yeni bir ruh, bakış açısı ve yaşam oluşturması, hastalıkla savaşı kadar önemlidir. Hastalıktan sonra kişide hayatın ve ilişkilerin anlamına dair kendini sorgulama başlar ve bu nedenle hastalıktan sonra bir olgunlaşma ve hayatı anlamlandırma sürecine girilmektedir. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Sedat Özkan hastalıkların kişi ve ilişkiler üzerindeki etkileri hakkında verdiği bilgileri siz sevgili okuyucularımızla paylaşıyoruz.
Hastalıkların etkisi hastanın kişiliğine göre farklılık gösterir
Hastalıkların bedendeki ve ruhtaki etkileri kişiden kişiye farklılıklar göstermektedir. Liyezon Psikiyatrisi hastalığı, hasta ve hastanın çevresini bir bütün olarak ele almaktadır. Hastalığın ne olduğu kadar, kişinin kim olduğu da çok önemlidir. Hastalık ve hastanın bedeni ile birlikte tedavi süresince ve sonrasında beyni, ruhu, ailesi, geçmişi, bilinci, bilinçaltı da önemli rol oynamaktadır. Hastalığın seyri, komplikasyonları ve hastalığa verilen yanıt kişinin psikolojisi ile ilgilidir. Bu nedenle ruh ve beden arasındaki etkileşimi anlamak, tedavinin başarısını arttıran önemli unsurların başında gelmektedir. Liyezon psikiyatrisi hastaya, tedavi ekibine ve aileye bütünleştirici bir yardım sunmaktadır.
Ailenin yaklaşımı hastalık üzerinde kilit rol oynar
Hastalığa kadar kişilerin ilişkilerinde ya da aile yaşamlarında farkında olmadan bastırdıkları duygular krizle birlikte açığa çıkmaktadır. Bu çatışma ve duygular liyezon psikiyatrisi için fırsat olarak kabul edilerek, çözümlenebilmektedir. Ailenin ve aile kavramının da hastalık üzerinde etkileri tartışılmaz bir gerçektir. Aileler bazen doktorun işini kolaylaştırırken bazen de zorlaştırmaktadır. Hastalıklar karşısında ailelerin yaklaşımlarını dört ana başlıkta değerlendirmek mümkündür.
- Aşırı koruyucu ve kaygılı aileler
- Aşırı hoşgörülü ve teslimiyetçi aileler
- Mükemmelliyetçi ve denetleyici aileler
- İlgisiz ve reddedici aileler
Aile bağlarının güçlü oluşu ülkemizde olumlu bir faktördür. Bununla birlikte Türkiye’de iki uç yaklaşım bulunmaktadır. Birincisi aşırı koruyucu ve hastanın bağımsız hareket etmesini kısıtlayıcı, diğeri hastayı “sen bilirsin” diyerek tamamen yalnızlaştıran yaklaşımdır. Aileler aşırı kaygılı ve koruyucu olmaktan kaçınmalıdır. Aşırı koruyucu olan aile hastanın bireysel adım atmasını zorlaştırırken hastalıktan sonra özgürlüğünü de kısıtlamaktadır. Hastayı tamamen kendi kararlarını alması konusunda yalnız bırakmak da doğru değildir. Hasta en iyi kararı verecek kadar yetkin olsa da, bu süreçte aile desteği hastayı psikolojik anlamda güçlendirmektedir.
Hastalıklar ilişkileri sağlamlaştırdığı gibi çökertebilir
Hastalıklar insanlar için olduğu kadar ilişkiler içinde bir sınavdır. Hastalıkla ve hayatla nasıl başa çıkacaklarını bilmeyen çiftlerin ilişkisi çökmektedir. Hastalığı doğru biçimde ele alarak, yeni bir yaklaşım, bilinç ve ilişki tarzı ile ilişkileri güçlendirmek de mümkündür. Hastalık öncesine göre hastalık sonrası çok daha mutlu ve başarılı olan çiftlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Burada belirleyeci olan kişilerin hayatlarında çıkan krizleri nasıl yönettikleridir. İnsanlar hayatla nasıl baş ediyorlar ise, hastalıkla da öyle baş etmektedirler.
Kadınlar daha çok terk ediliyor
Hastalık sonrasında kadınlar erkeklere oranla daha çok terk edilmektedir. Bu durum kültürle ilişkilendirilebilmektedir. Ayrıca kadının ekonomik anlamda özgür olmaması da önemli bir faktördür. Özellikle cinsel yaşamı etkileyen hastalıklarda erkek yeni bir arayışa girer, fakat kadınlar için bu çok kolay olmamaktadır. Kadının üzerindeki ailesel ve toplumsal baskı, çocuklarına daha düşkün olması boşanma kararını almasını güçleştirmektedir. Avrupa’da ise aile ve toplum baskısı az olduğu için çiftler hastalıklar karşısında birlikte mücadele etmektense ayrılmayı tercih etmektedirler. Bu aslında etnik değil daha çok kültürel bir fenomendir. Örneğin Beyrut’tan gelen bir hasta için Müslüman ya da Hristiyan olmasının bir önemi yoktur. Çünkü tutum ve davranışlarını “Ortadoğu Kültürü” belirlemektedir. Bu ülkemiz için de böyledir. Doğu’da yaşayan insanlarla yine doğudan batıya göç etmiş insanlar arasında da fark gözlemlenmektedir. Bunun nedeni göç eden kişilerin batının kültürüne adapte olmasıdır. Bir anlamda olay ve durumlara karşı bakış açılarının değişmesidir.
Bakım veren eş olmamalı!
Yatağa mahkum yaşamak zorunda kalan hastaların kişisel bakım ve temizliğini üstlenmek büyük bir sorumluluk ve anlayış gerektirmektedir. Türkiye’de hastaya bakım veren genellikle eş ya da çocuklardır. Ancak özellikle eşler, hastanın bakımını üstlenen taraf olmamalıdır. Çiftler arasında çok özel ilişkinin dinamikleri bu süreçte bozulmaktadır. Bu hastalara tıbbi bir ekip hizmet etmelidir.