Aristoteles’in “eudaimonia” olarak dile getirdiği mutluluk halinden söz etmiştim daha önce. Bu hale sadece mutluluk demek de eksik kalıyordu esasen, daha doğru bir ifadeyle insanın iyi olma halini, içindeki iyiliği ortaya çıkarma halini ve iyi yaşama halini anlatan bir kavram bu. Ve buna ulaşmanın yolu da, haz yerine anlam peşinde koşmaktan geçiyor demiştik. Peki, bizler haz yerine anlam peşinde koşuyor muyuz gerçekten?
Hayatın anlamı, yüzyıllardır tartışılagelen bir konu. Filozofların ve psikologların hayatın anlamıyla ilgili farklı görüşleri olmuştur, ancak bu anlamı nasıl tanımlarlarsa tanımlasınlar hepsi insanın hayattaki anlam arayışının ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır. Örneğin Nietzsche, “Yaşamak için bir “neden”i olan insan, her türlü “nasıl”a göğüs gerebilir” der. Buradaki neden, kişiden kişiye göre değişir pek tabii, ancak bu nedenin adını koyabilen kişi için karşılaştığı zorluklar hayatın akışında üstesinden geleceği adımlar olarak yerini alır. Çünkü kişinin yürüdüğü yolun bir anlamı vardır.
Analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung da, “Hayatta bir anlamı olan en küçük şey bile, anlamı olmayan en büyük şeyden daha değerlidir” der. Hayatımızdaki bir şeyin değerini belirleyen, bizim için anlamının ne olduğudur. Dolayısıyla, hayatın anlamını hep en büyük, en parlak yerlerde aramaya da gerek yoktur. Buralarda da aramak mümkündür, çok farklı yerlerde de.
Hatta aramak kelimesinin de tam olarak uygun olduğunu düşünmüyorum. Anlam oralarda bir yerlerde kendiliğinden olan ve bizim gidip bulduğumuz bir hazineden ziyade, bizim ortaya çıkardığımız bir şeydir çünkü. Bir şeye, sahip olduğu anlamı aslında biz veririz. Yani “kendilik” çok önemlidir. Kişinin, herkes için geçerli olacak sihirli bir hayat anlamı değil, kendi hayatının anlamının ne olduğunu sorması ve onu bulması gerekiyor.
Dönem dönem hepimiz boşluğa düşebiliyoruz, hayatımızda bir şeylerin eksik olduğu hissine kapılabiliyoruz. İşte bu zamanlar, hayatımızın anlamıyla ilgili netliğimizi kaybettiğimiz zamanlar. Bazen kendimize seçtiğimiz bir neden artık ona ulaşınca anlamını kaybediyor, bazen de farklı sebeplerden, örneğin düşüncelerimiz, duygularımız değiştiği için daha önce net olduğunu sandığımız şeyler bulanıklaşıyor. Bunların hepsi, hayatın akışında hepimizin karşılaştığı durumlar. Dolayısıyla önemli olan, bu konu üzerine kafa yormaya devam etmek. Eğer boşluğa düştüysek, kendi nedenimizin adını koymak için yola çıkmak. Rota her zaman yeniden hesaplanabilir.
Bu kadar kişisel olan bir hayat anlamını bulmanın tek yolu da, kendi içimize dönmekten geçiyor. Ancak kendimizi iyi tanırsak, bizim için anlamlı olan şeylerin farkına varabilir ve onların değerini bilebiliriz. Bizlere öğretilen, başkasında gördüğümüz için elde etmemiz gerektiğini zannettiğimiz şeylerin ve bize ait olmayan ama bizim zannettiğimiz seslerin biraz ötesine geçmeye ihtiyacımız var. Burada bizi özgür kılan şey ise, hemen hemen her şeyin bir anlamı olabileceğidir. Kendi özümüze yaptığımız bu yolculuk sayesinde, hayatımızda eksikliğini hissettiğimiz anlamı bulmanın yanında, belki de bizim için anlamı olan şeylerle meşgul olduğumuzu ancak bunun farkında olmadığımız için eksikliğini hissettiğimizi keşfetmemiz de mümkün.
İlginizi çekebilir: İnsanın mutluluk arayışı: Hedonik adaptasyon ve eudaimonia