“Gideceğin yoldan eminsen, engeller dinlenme noktan olmaktan öteye gidemez.” – Paulo Coelho
Kendin olmak; olduğun gibi… Kim isen, ne isen, ne kadar isen… Olduğunca, büyüklüğünce, kendiliğince, yorgunluğunla, sessizliğinle, coşkunluğunla, tutkularınla, sevdiklerinle, özlemlerinle, heveslerinle, gizlediklerinle, üzerini örtüp kapattıklarınla, hüzünlerinle, tekliklerinle, bir başınalıklarınla, özgürlüklerinle, tutsaklıklarınla, sahip olduklarınla…
İşte kendin gibi olmak böyle bir şeydir; kendin olmak aslında hayatımıza büyü gibi gelen en muhteşem ilaçtır. Fakat ne yazıktır ki günümüzde aslında olunabilecek en zor şeylerden biridir “kendimiz gibi olabilmek”. Neden diye soralım istiyorum bu yazımda sizlerle, ben neden “benden” geçerim, neden sadece olduğum gibi olamam, rengim maviyse ve mavi diğerlerini yeterince mutlu etmiyorsa yeşil olmak zorunluluk mudur? Yeşil olduğumuzda ve yeşil olduğumuz için sevildiğimizde maviliğimize ne olur? Benliğimiz, “ben” kişiliğimiz, “olmuşluğumuz”, “özümüz” kısacası “dünyaya olmak için geldiğimiz kişiye” ben olamadıkça ne olur?
Kendimiz olmak neden bunca öğretilmiş, kendimiz “olamamak” ardına saklanmıştır? Bunu soralım istiyorum hep birlikte. Bizler küçük yaşımızdan itibaren öğreniriz kendimiz gibi davrandığımızda kaybetmeyi… Kendimiz gibi olup dans etmek istediğimizde “Okuyup adam ol” denir, kendimiz gibi olup seviyorum dediğimizde “Sen yeterince iyi değilsin, ben seni bu yüzden sevemiyorum” olur, anne-baba ben şarkıcı olmak istiyorum dediğimizde “Hayır doktor olacaksın” denir…
Kendimiz gibi olmak hakkımız, diğerlerinin “önceliklerinden” sonra gelir (bizlere böyle öğretilir). İyi olabilmek adına “iyi” olarak nitelendirebileceklerimizi seçeriz. Diğerlerinin “iyileri” bizim kendimiz gibi olabilmemizden çok daha değerlidir. Hayatımız boyu hep o “iyi olanı” yapabilmek amacında oluruz (ki hayatımızın anlamı beğeni toplayabilmek değil midir, diğerlerinin takdirini kazanamadığımızda hayatın ne anlamı kalır ki).
İşte diğerlerinin o paha biçilmez bulduğu gerçek olmayan ben ile bir hayat geçirmek doğru mudur? Hayatın yüklediği sorumluluklara tam bir kabul ile kucak açabilirken “kendi olmak” meselemize aynı şekilde kucak açmayız…
Örneğin, hayat bize baba olma sorumluluğunu getirdiyse, uzun yıllardır hayalini kurduğunuz o uzun seyahate çıkabilmemiz mümkün değildir, içimizde yanan keşfetme arzusunu öldürüveririz. Gerçekten kendi gibi olmak, içinden geleni gerçekleştirmek bizim için mümkün bile değildir. Çünkü takdir görmek, gerçek bir baba olmak için kendimizi böyle canlı canlı öldürmemiz gerekir…
Örneğin hayat bize artık yürümeyen bir evlilik getirir, fakat üzüldüğümüz iki çocuğumuza nasıl bakabileceğimiz, onların eğer ayrılırsak bunu nasıl kaldıracakları olur… Günler, geceler boyu huzursuzluklara katlanmak, sürekli kavga etmek ve sürekli bir çaresizlik içinde olmak o diğerlerinin “bir kez” bizi anlamalarından çok daha önemlidir. Kendimiz gibi önemli değildir “önemli olan” doğru olanı yapmaktır (çünkü hayatımız boyu biz ancak bu durumda diğerlerinde kabul görürüz).
Bakın sevgili Osho güzel eseri Sevgi ile kendi gibi olmak halimizi nasıl yorumluyor;
“…Birisi, “İsa gibi ol!” dediğinde o seni olduğun halinle reddetmiştir. Ne zaman birisi sana başka birisi gibi olmanı söylese, sen kabul edilmemişsindir. Sen buyur edilmezsin, sen davetsiz bir misafir gibisin. Başka birisi halini almadıkça, sevilmeyeceksin. Seni mahveden ve sadece sen sahte, samimiyetsiz olduğunda gelen bu sevgi ne türden bir şeydir?
Sen, otantik olarak sadece kendin olabilirsin. Onun dışındaki her şey sahte olacaktır, diğer her şey sadece maskeler, kişilikler olacaktır ama senin özün olmayacaktır. Kendini Buda’nın kişiliği ile dekore edebilirsin ama asla senin kalbine dokunmayacaktır. O asla seninle ilişkili olmayacaktır, o seninle bağlantılı olmayacaktır. O sadece dışarıda olacaktır. Bir yüz, ama asla senin yüzün değil.
Bu nedenle, seni başka birisi yapmaya çalışan ve sana “Eğer Buda gibi olursan, İsa gibi olursan seni seveceğim…” diyen her kim olursa olsun seni sevmiyordur. Belki İsa’ya âşıktır ama senden nefret ediyordur. Ve onun İsa’ya olan aşkı da çok derin olamaz çünkü o gerçekten İsa’yı sevmiş olsaydı, her bireyin mutlak eşsizliğini anlardır.”
Kendimiz gibi olmak, öncelikle kendi kendimizi olduğumuzca sevebilmek ve bu şekilde kabul edebilmek aslında hayatımızın en büyük riskidir. Diğerlerinin ne düşüneceğine, bu düşünceleriyle yanımızda kalıp kalmayacaklarına bizi değerli görüp görmeyeceklerine bağlanmadan ve her ne olursa olsun yalnız kalmayı da göze alarak kendimiz olabilmek bu hayatta alabileceğimiz en büyük risktir. Herkes “yapma” derken bile gideceğimiz yolu görebilmek, kalbimiz ne söylüyorsa, saklamadan, gizlemeden ve yine kendimiz olduğunca bunu gerçekleştirebilmek hayatta alacağımız en büyük risktir… Hayatımız, benliğimiz, oluşumuz yollara düş diye söylerken cesaret edememek yerine, sadece olduğumuz kişi olabilmek için, kendimiz gibi olmak için hayatımızda alabileceğimiz en büyük riski alırız…
Hayatta ne yaşta, ne oluşta, ne durumda, ne düzeyde olursak olalım, kendimize verebileceğimiz en güzel hediye “kendimiz gibi” olmaktır. Bu, hayata gelmiş olmamızla birlikte yüklendiğimiz en temel sorumluluktur; oluşumuza dürüst olmak demek tüm dünyayı bazen karşımıza almak demektir…
Hayat, bize “benzersiz” olma hediyesini bahşetmişken, bu hediyeyi reddetmek, bu hediyeye bakmamak, bu hediyenin güzelliğini “görmezden gelmek” hayatta kendi kendimize yaptığımız bir ihanettir… Kendimiz olmak aslında benzersizliğimizi kabul etmektir… Varlığımızı yüceltmektir… Sevginin köklerine yeniden ermektir…
Kendimiz gibi olabilmek hayatta aldığımız en büyük ama en büyük risktir; bugün bu riski kabule hazır mısın?
İlginizi çekebilir: Zordan daha zor: Sahici olabilmek