Hayatımızdaki iki önemli güç: Şükür ve teşekkür! Çok şükür!
Bu sene aileden kayıplar yaşadığımız; kah çok üzülüp, kah çok sevindiğim bir sene oluyor. Anlatması zor; yaşaması, içinden geçmesi daha da zor dönemler diyebilirim. Böyle zamanlardaysa insan sanırım biraz daha kendine, biraz daha gözleme düşüyor. Ve ben de fark ediyorum ki, bugünlerde beni ayakta tutan iki önemli güce sahibim; şükür ve teşekkür! Çok şükür!
Yaşayamadıklarına, paylaşamadıklarına, yapamadıklarına hayıflanmak; belki de en alışılagelmiş olanı. “Adaletin bu mu dünya?” diye haykırmak da en içten geleni; kabul ediyorum. İşte böyle anlarda hafızamı tazelemeye ve kendime şu soruyu sormaya çalışıyorum: “Peki dünya sana hep kötü mü davrandı Sino?”
Mutluluktan ağladığın, heyecandan uyuyamadığın, gülmekten çenenin yorulduğu günlerin de olmadı mı? Peki ya ailenle, arkadaşlarınla paylaştığın şahane zamanlar, nasıl geçti hayatından? Kıymetini bilerek ve her anına şükrederek mi? Yoksa zaten olması gereken de bu diyerek, önem bile vermeyerek mi?
Bu sorulara benim cevabım ne diye düşünürken, çocukluğuma kayıveriyor aklım bir anda. “Şükretmeyi genelde becerebilmişim, aferin be!” diyorum kendime. Peki ya nasıl yapmışım derken, karşıma başka bir kelime çıkıyor: Teşekkür!
Sıcacık mis gibi, emek emek hazırlanan anne yemeklerine teşekkür etmişiz. Hafta içi yorgun olsa da bizlere ders çalıştıran; hafta sonu bizleri pikniğe, top oynamaya götüren ailemize teşekkür etmişiz. Küçücük bir iğne hediye edilmiş olsa; teşekkür etmişiz, yanında öpücüğü ihmal etmemişiz. Arkadaşlarla birlikte keyifli zaman geçirmişiz, teşekkür etmişiz. Manavda, markette bir şey tarttırmışız; teşekkür etmişiz. Bir yerde kalmışız, bir yerde yemişiz; parasıyla değil mi demeden hep çok teşekkür etmişiz. Ajans bizim için hazırlanmış, uykusuz kalmış; işi bu değil mi demek yerine teşekkür etmişiz.
Belki de gereğinden fazla teşekkür etmişiz her şeye; büyük küçük fark etmeden, o zaten onun görevi, şu bunu hak etmez ki demeden, ayırt etmeden. Gönlümden gelen, ağzımdan çıkan o teşekkürler, ne mükemmel şeylermiş aslında. Yükseltmiş enerjimi, çoğaltmış hislerimi, güldürmüş yüzümü ve başka yüzleri, şanslı hissetmişim kendimi. Şükretmişim hayatıma!
Evet, kabul ediyorum. Eskiden “Pollyanna” modunda geziyormuşum. “Her şey güzel olacak!” belki de en fazla kullandığım cümleymiş. Zamanla hayatın sadece toz pembe olmadığını, zaten öyle olmasının da pek normal olmadığını öğrenmişim neyse ki! Önemli olan hayata iyisiyle kötüsüyle kollarını açabilmek ve kötü bir şey yaşanıyorsa da hayatta, bunun da elbette vardır bir sebebi diyebilmekmiş. Geçmişinin, bugününün değerini bilebilmekmiş. Hayatın sana sunduklarına teşekkür edebilmekmiş.
Belki de bu yüzden büyüklerin “Değer, kıymet bilenlerle karşılaştırsın” dileği artık daha da manalı geliyor bana. Çünkü emek, zaman, para, insan hiçbir şeyin kıymeti bilinmez olmuş gibi hissediyorum bazen. Her şeye çok hızlı ve istediği anda ulaşmaya alışan topluluk; bir şey azıcık gecikince söylenmeye, azarlamaya, kavgaya hep hazır halde bekliyor maalesef. Şikayetler, “bunu beğenmedim”ler havada uçuşurken; bir küçücük “teşekkür”ü ise birbirine çok görüyor herkes.
Neden böyle “teşekkür”ü kıt bir ülke olduk diyorum. Çevremize teşekkür edebilmemiz için, kendimize teşekkür edebilmeyi bilmemiz gerekiyor sanki. Sürekli kendini eleştiren, yeterli bulmayan kişi; eksik olanı gören göz, olanı çoğaltmayı da başaramıyor maalesef. Eksikler birikip dağ gibi şişerken içinde; minik teşekkürlerin yarattığı “iyi ki” hissini yaşayamıyor.
Kendi hayatına şükür edeceğine, başka hayatlarla değiştirmek istiyor kendisininkini. Keşke daha zengin, güzel, akıllı, x ya da y olsa.. Bulunmadığı yer ona hep cazip geliyor, sahip olduğunu ise fark etmeden çatır çatır harcayıp bitiriyor. Eh tabi kendisini de yiyip bitiriyor; geriye ise bolca mutsuzluk, hüzün, pişmanlık kalıyor.
Evet zor günlerden geçiyoruz, dünyanın hızına ayak uydurma telaşındayız hepimiz biliyorum. Eskiden az, bizim için çoktu; şimdiyse sınırsız seçenek var, çok var ama pek manası yok olanın. Herkes çok çabuk yenisiyle değiştirmeye alıştığı için, kullan at eşyalar gibi her şeyi kullanıp atıyor. Kısacık mutlu olmuş gibi yapıp, sonra mutsuz döngüsüne geri dönüyor sanki. Peki nasıl bu döngü kırılabilir, zor günlerden aydınlık günlere geçilebilir diyorum. Ve sorumun cevabında yine iki kelime beliriyor: Şükür ve teşekkür! Çok şükür!
Siz de hayatınızdaki karanlıktan sıkıldıysanız, bir şeyleri değiştirmek istiyor ama nereden başlayacağınızı bilemiyorsanız; bana her zaman güç vermiş iki kelimeden başlamayı düşünebilirsiniz. Minik minik hayatınızda olan ve olmayan şeyleri gözden geçirmek ve onlara “teşekkür” etmek; hiç hayal bile edemeyeceğiniz kadar iyi hissettirecek ve etkisi gitgide büyüyecek! Sağlığınıza, evinize, işinize, arkadaşlarınıza, sevgilinize, eşinize ve daha başka kimlere; daha çok değer veren, kıymet bilen gözlerle yeniden bakacağınız ise size kalmış. Zamanla “teşekkür”ler birikecek, “şükür”ü getirecek. Aldığınız nefese, yaşadığınız hayata “şükür” edebilmekse; daha güzel ve mutlu günleri… Peki ilk teşekkürünüz kime olacak, karar verdiniz mi?
Not: Ömrümdeki en şahane gün batımına şahit olduğum, Akdeniz ve Ege’nin buluştuğu Knidos’tan, nefes kesici bir Datça akşamından fotolar. (Ağustos, 2016) Bu muhteşem anlar ve daha niceleri için ise en büyük “teşekkür”üm, canım eniştem Kenan Şahan’a!
İlginizi çekebilir: Korkuyu ve inançsızlığı bir kenara bırak, aşk seni bulmaya gelsin