Nereden çıkar bu “layık” hissetmeme anlayışı, yani bir kere bizler neden “layık” olmayız, nasıl layık olmayız, bunun kriteri nedir, kim karar verir? Ama işte hepimizin hayatlarında mutlaka biraz hani tuzu biberi dediğimiz kadar da olsa layık hissetmemek ve kendimizi layık görmeme anlayışı vardır. Çok bilinen bir anlayıştır; “çok güldük çok ağlayacağız”.
Sizce çok gülmek ağlamaya layık olmayı mı getirir, neden bir insan sürekli gülebilmeye layık olmaz? Mutlu olmanın ertesinde mutlak bir acı çekme perioyodu mu gelmelidir, hayatın adaleti “gülmeye” layık olma sonrasında “acıyı tattırmak” üzerine mi çalışır?
İşte belki de günlük hayatımızda hiç de farkında olmadığımız fakat aslında seçimlerimizi, başarılarımızı, özellikle kendimize dair değerlilik inancımızı oldukça yakından ilgilendiren bir kavramdır “layık olmak” bilincimiz. Kendimize bunun tam tersi olarak dayattığımız inancımız (aslında kendi kendimize söylediğimiz masum yalanımız!) “ben bunu hak etmiyorum” veya “ben buna layık değilim” sözleri…
Bir kere çok sık gördüğümüz bir örnektir; ilişkilerimizden başlar, bir çift görürüz mesela, eğer ilişkide bir dengesizlik var ise hızlıca fark ederiz, ‘bu kadın bu adamı daha çok seviyor, adama daha düşkün’ deriz değil mi? Neden bunu düşünürüz, çünkü kadın adamın üzerine titremektedir, hemen ortamdaki beni bırakır mı sorunsalını ve tabi bunu takip eden binlerce soruyu ve kadının güvensiz yaklaşımını fark ederiz. Peki bunun kaynağı nereden gelmektedir, sizce kadın bu ilişkiye kendini “layık” görse veya bu adamın kendine “layık” olduğunu tam olarak hissetse böyle güvensiz davranır mı, ben “hak etmiyorum” diye düşünmese veya kendini bu ilişkideki “daha az değerli kişi” olarak konumlandırmasa aynı şekilde düşünebilir miyiz?
Bu yüzden ilişkilerimiz hayatımızda “layık değilim” bilincini yansıttığımız çok önemli bir alandır. Bizler bir ilişkiye, bir kişiye, bir ilişkide mutlu olmaya, ilgi görmeye, sevilmeye, aşkı hissetmeye, çok değer verilmeye “layık olmadığımız” inancındaysak aynen bunu yansıtacak ilişkiler ve kişiler ile karşılaşırız… Ve ne yazık ki bunun sonunda ‘neden hayatıma hep bana değer vermeyen insanlar giriyor’ diye sorgularız, ki bunun kaynağı da tamamen yine bizim layık olmak, hak etmek, değerli olmak görüşümüz ile ilişkilidir…
Diğer bir alan ise işimizdir. Şimdi bir örnek daha verelim, iki çalışan var; bir tanesi çok çalışıyor, saatlerini harcıyor, her gün geç saatlere kadar ofiste kalıyor ve bir üst pozisyona geçmek için sürekli layık olmadığını ne kadar çalışsa da bunu hak etmeyeceğini böyle bir fırsat olması durumunda altını dolduracak birikime ve beceriye sahip olmadığını düşünüyor ve tüm günlük performansında bunu hissedebiliyoruz. Bir diğer çalışan ise gerektiği saatlerde verimli çalışmayı biliyor, kendine ve başarılarına son derece inanıyor, yapabileceğinin en iyisini yaptığında buna layık olan tüm fırsatların kendisine sunulacağını öngörüyor ve gün boyu bu performansı yansıtıyor. Sizce hayat kime olanak sağlayacaktır veya seçmek durumunda kalsak kimi tercih ederiz?
Kendimizi neden “layık” görmüyoruz?
İşte ‘ben layık değilim, ben hak etmiyorum’ bilinci ile yaklaştığımız tüm süreçler bizlere aynı inancı yansıtacak şekilde sonuçlanacaktır. Bu yüzden özellikle iş hayatımızda elimizden gelenin en iyisini yapmak ve kendimize olduğumuz pozisyona ve geleceğimize inanmak ve “layık olduğumuzu” kalpten hissetmek, bu olanakların mutlaka hayatımızda tezahür etmesini de sağlayacaktır.
Bizler “layık değilim” diye düşündükçe hayatta karşımıza gelen kişiler ile, hakkımızda oluşan görüşler ile bir üst pozisyona yükselecek olan biz bile olsak bu inancımızı yeniden yüzümüze vuracak şekilde bu pozisyonda tekrar karşımıza çıkaracaktır…
Bir önemli diğer alan ise hayatımızda tezahür eden bolluk ve berekettir ki bu çok önemli bir yere sahiptir. Belki de hak etmek ve layık olduğumuza inanmak bilincimizin en çok gelişmesi gereken alanlardan bir tanesidir.
Yine bir örnekle açıklayalım; bir işimiz var, büyük bir bütçeyi yönetmekteyiz, fakat sürekli bu kazandığımız parayı hak etmediğimizi, bu yönetici pozisyona layık olmadığımızı ve bu varlığın yöneticisi olmayacağımızı düşünüyoruz. Evren işte tam bu düşünceyi yansıtacak şekilde işlerimizin bozulması daha az bütçe ile yüzleşmemiz ve başarısız olmamız yoluyla “layık olmadığımız” bilincini bize getirecektir. Fakat eğer biz bu paradan çok daha fazlasını da kazanmayı, yönetmeyi, sahip olmayı hak ettiğimizi ve bu varlığa layık olduğumuz için şükretmeyi bilirsek, akış tam da bunu yansıtacak şekilde düzenlenecektir.
Sevgili Don Miguel Ruiz güzel eseri Bilginin Sesi ile layık olmamak kavramını bizler için yorumluyor:
“…Örneğin eğer siz yaygın olan “ben layık değilim” yalanına inanıyorsanız, o yalan ona inandığınız için zihninizde yaşar. Böylece, size ne kadar harika olduğunuzu, söyleyen insanlara inanmazsınız, çünkü bunun tam tersine inanırsınız. İnancınızı çoktan gerçek olmayan bir inanca yatırmışsınızdır; o bir yalandır ama inancınız davranışlarınızı ve eylemlerinizi yönetir. Kendinizi değersiz hissettiğinizde kendinizi diğer insanlara nasıl ifade edersiniz? Utanırsınız. Ona layık olmadığınıza inandığınızda bir şeyi nasıl isteyebilirsiniz? Kendi hakkınızdaki inancınız diğer insanlara yansıttığınız şeydir ve o zaman diğerleri sizin hakkınızda ona inanır ve elbette size öyle davranırlar.
Bu da sizin o şeye layık olmadığınız, değerli olmadığınız inancınızı daha da pekiştirir. Peki, gerçek nedir? Gerçek sizin ona layık olduğunuzdur, herkes ona layıktır, herkes değerlidir.”
Bugün olduğunuz gibi, bilincinizle, şahsınızla, kişiliğinizle ve yüreğinizle her şeye “layıksınız”. Hak etmediğinizi düşündüğünüz, kendinizi bu değerde görmediğiniz her an ve her şey için geri dönün, tüm inançlarınızı ve düşüncelerinizi “ben buna layığım”, “ben her şeyin en güzelini hak ediyorum” ile değiştirin…
Gerçek olan en güzel haliniz “layık olmak” halidir…