Çok fazla “ben” biriktiriyoruz. Biriktirmek de tam anlamı karşılamıyor aslında, dönüştürüyoruz demek daha uygun sanki. “Eski ben”, “bugünkü ben”, “5 dakika önceki ben”, hepsi birbirinden bir o kadar farklı… Bir yandan da hepsi birbirinin içinde, birbirine geçmiş, birbirinden parça taşıyor, birbirini seviyor, birbirini mütemadiyen eleştiriyor, hatta bazıları birbirini tanımıyor belki de.
Ne kadar çok “ben” var hayatımızda, değil mi? Ne kadarını tanıyoruz? En çok hangisini seviyoruz? Umarım en az birini sevmişizdir/ seviyoruzdur.
Neleri dönüştürdük şimdiye kadar? Nelere tutunduk, bırakamıyoruz? “Şimdiki aklım olsa” diye başlayan cümleleri ne sıklıkta kuruyoruz? Tek başına akıl da yetmiyor esasen. Bazı duyguları ne kadar kabul etmişiz, hangilerini yok saymışız, biliyor muyuz? “Hani bugünkü gibi açık olsaydım o duyguya…” diye başlayan cümleler nasıl tamamlanıyor?
Hiçbiri sabit değil, hep değişiyor, bazen gelişiyor, bazen de aynı döngüde turuna devam ediyor. Kimisi zamanla iç içe geçiyor ve biz de matruşka bebekler misali, istediğimizi, istediğimiz kadar gösteriyoruz karşımızdakine.
Savaşımız da en çok kendimizle. Savaşlar bitmez en nihayetinde ancak yeri gelince de barış ilan etmezsek eğer, o savaşlardan çok hasar alırız. İlk ve tek barışı da “ben” ile yapmak gerekiyor. Diğer tüm barış halleri onun ardından geliyor.
Ve içinde bulunduğumuz bu dönem de, “ben”lerin en kırgın olduğu, çünkü özünden en çok uzaklaştığı dönem belki de. Pek, “ben” dediğini tanıyan da kalmadı zira… Kimsenin gerçeğiyle pek ilgisi kalmadı ki, suretler çevreledi etrafımızı. “Esas ben”lerin üstüne yeni birer “ben” giydirme peşinde çoğu. Dışındakinin öyle gözükmesi yetiyor, içindekinin gerçekten öyle olmasına pek gerek kalmıyor bu düzende. Sonra sıkılıyoruz, ya da o “ben”in modası geçiyor artık, eskisi kadar beğenilmiyor diye düşünüyoruz ve açık büfeden yeni “ben”ler seçiyoruz kendimize. Her şeyin sürekli tüketildiği bir toplumda en çok da kendimizi tüketiyoruz farkında olmadan.
Gerçek bağlara ihtiyaç duymadan, birbirine yabancı insanların sanal dünyalarda varoluş çabaları, kendilerini değil de avatarlarını geliştirmelerine sebep oluyor. Birer sosyal medya fotoğrafına indirgenmiş beğeniler, seyircisi olmadığında yaşandığı hissedilmeyen anlar, artarak dışa bağımlı hale gelen onaylanma ihtiyacıyla suretler en yüzeyinden birer yaşanmışlık peşindeler. Derinlerden olabildiğince uzak, adeta sadece ayaklarını suya sokar gibi yaşanan hayatlar, “ben”leri giderek sönük, kişileri de onlardan uzak kılıyor.
Oradan oraya savrulan kimlikler “ben”liklerini kaybetmeden bir an önce harekete geçmek gerekiyor. Belki de önce, bizi bize övdüğü kadarıyla benimseyip, bizi bize anlattığı sürece yanımızda olmasından memnun olduğumuz kişilerle uydu ilişkilerden sıyrılmak, bize gerçekten ayna tutanlarla yola devam etmek gerekiyor. Aranacak şeyler de, bulunacak şeyler de aslında dışarıda değil, içeride. Sakladığımız, bir süredir sesini dinlemeyi bıraktığımız ya da zaten artık tanımadığımız “ben”le yeniden buluşmak lazım. Sahici olanı, sahte olanından çok daha güzel zaten. Bir tanısan seversin belki de…
İlginizi çekebilir: Tazelenme zamanı: Neler size ait, neler değil?