“İnsanları rahatsız eden şey olaylar değil, onlar hakkındaki düşünceleridir” Epictetus
Durup ve her şeyi durdurup kendimize döndüğümüz bir zamanda fark edeceğimiz şeylerden biri şu olsa gerek; birçoğumuz hayatımızın ya tamamında ya da bir kısmında düşüncelerimizin esiri oluyoruz. Hayatı düşüncelerimiz üzerinden yaşayıp; başka sesleri, yaklaşımları, hayatın cömertliğini ve hatta kendi duygularımızı zaman zaman duyamıyoruz. Bizler ki “şimdiki aklım olsa” cümlesini sık sık kullanan bir toplumuz, neden peki bu sözün özünde bize verdiği mesajı göremiyoruz?
İşin aslı onlar sadece bize ait olan düşünceler! Ne fazlası, ne azı, ne gerçeğin ta kendisi; sadece düşünceler. Bizler düşüncelerimize gereğinden fazla anlam yüklediğimiz zaman, o düşünceler önce duygu ve davranışlarımızı şekillendiriyor. O anki düşüncelerimizin eline hapsolmuşken diğer tecrübe aracılarımız, bir bakıyoruz ki hayatımız bu düşünce tohumundan yola çıkarak şekillenmiş.
Düşüncelerin yalnızca “düşünce” olduğunu fark ettiğinizde neler oluyor?
Düşüncelerimizin bir algı olduğu gerçeğini cebimize koyalım, bu, onların ne hayatımızın tek gerçeği ne de tek çıkar yolu olduğunu gösterir. Bu algılar o ana kadar yaşadığımız tecrübelerin, o dönemki ruh halimizin, etrafımızda olan bitenlerin bir bütünüdür. Tek bir değişiklikle tüm sistem değişir ve işte o zaman o çok bel bağladığımız algımız, düşüncemiz yerle bir olur.
Halbuki onların sadece düşünce olduğunu fark ettiğimizde daha kıymetli bir yöne adım atıyoruz; kendimizi gerçek anlamda tanıma aşaması. Kendimizi gerçek anlamda tanıdığımızda, tepkilerimizin farkına varıyoruz. Böyle durumlarda bulunduğumuz ortamdan bir adım uzaklaşabilip kısa bir mola verebiliyoruz. Bu tutum nörolojik olarak da bizde denge sağlıyor. Düşünceler ile bütünleşmekten vazgeçtiğimizde oyun alanımız da genişliyor, hayatın getirdiklerine farklı bir gözle bakabilmeye başlıyoruz. Kimi zaman görmediğimiz mucizeleri görürken, kimi zaman mucize tanımımız değişiyor.
Bizler, olaylar hakkında düşünce şeklimizi ve hatta temel değerler ve inançlarımızı zamanla değiştirebiliriz. Bu dönüşüm bizim kendimizi sürekli bir hamur gibi şekillendirme çabamızdan doğabileceği gibi, kimi zaman ise hayatın bize yaşattıkları ve öğrettiklerinden dolayı böyle bir dönüşüme gireriz. İşte bu dönüşüm sonrası duygu durumumuz, görüş açımız, kişisel yaşamımız üzerindeki üretkenliğimiz, yaratıcılığımız da derin ve sürekli bir değişim içine girer.
Bizler zihnimizde yaşamaya öyle alıştık ki, düşüncelerimizin gerçeği yansıtıp yansıtmadığı ayrımına bile varamaz olduk, Mark Twain “Hayatım; çoğu hiç gerçekleşmeyen trajedilerle dolu” der. Ne zaman ki duygularımız, bedenimiz ve davranışlarımız gibi düşüncelerimizin de tecrübe aracı olduğunu fark edip, ona hak ettiği önemi veririz, işte o zaman özgürce yaşamı özümsememizi engelleyen sarmaşıklardan birini daha kesmiş oluruz.