“Zor diyorsun, zor olacak ki imtihan olsun…”
Mevlana Celaleddin Rumi
Tek başına hayata tutunmak zordur. Anne olmak zordur. Spor yapmak ve yorulmak zordur. Yemek yapmak, buna zaman ayırmak, sonra iyi yemek yapabilmek zordur. Yıllarca okula gitmek ve tüm bunlar yetmiyormuş gibi üniversiteye gitmek ve hatta iki bölüm, belki üzerine master veya doktora yapabilmek zordur. Baba olmak, zordur. Yeni bir dil öğrenmek, zordur. Rejim yapmak da zordur. Bambaşka, bilmediğimiz bir ülkeye seyahat etmek zordur, sonra orada yaşamak ve çalışmak, orada yepyeni bir hayat kurmak, bunlar zordur!
Zordur, hayatımız zordur… Geçinmeye çalışmak ve çalıştıkça daha da çok çalışmak durumunda kalmak hep zordur. Anne-baba olduğumuzda kendimiz için değil de, çok sevdiğimiz miniklerimiz için, çocuklarımızın geleceği için düşünmek, hatta uykusuz kalmak zordur! Zordur bir evliliği bitirip dönüp gitmek, hayata yeniden tutunmak, belki bir eşi ölüm ile kaybetmek, sonra yeniden, yeni bir güne hiçbir şey olmamış gibi uyanabilmek. Zordur.
İşte hayatımız böyledir. Güzel olan neye baksak “zor” gözükmektedir bize değil mi? Örneğin “Yedi, sekiz saat aralıksız koşar mısınız?” diye sorulsaydı, sadece bazılarımız “Evet, ben bunu zaten yapıyorum” derdik… Bazılarımız “Deli misin? Neden o kadar uzun koşayım?” derdik. Bazılarımız “O çok zor” der, bir kenara iterdik.
Tüm cümlelerimiz yorumdan ibaret. Buraya kadar okuduğunuz (benim de yazarken kendimce yorumlamaya çalıştığım!) tüm cümlelerimiz aslında kendimize ait veya bize öğretilmiş olan yorumlar… Kim bilebilir ki bir karıncanın yuvasına kocaman bir kabak çekirdeği kabuğu taşımasına göre benim koşacağım yedi saatlik yarışın daha zor olacağını? Kim bilebilir ki bir bebeğin anne karnındaki mucizevi değişimlerini idrak bile edebilmenin (değil yaşamanın!) benim “zor” diyerek bir kenara itiverdiğim bir hedeften daha kolay veya daha zor olduğunu? Kim gerçekten bilebilir ki karşıdan karşıya geçmeye çalışan seksen yaşındaki amcanın karşılaştığı zorluğun, benim bugün verdiğim savaşların yanında daha “hafif” kaldığını?
İşte bunların tümü bizlerin yorumlarına kalmıştır. Yani hayatımızda “zor” dediklerimizi, “zor” diye bir kenara bırakıverdiklerimizi biz yaratmaktayız. Biz onlara bu anlamı yapıştırmaktayız. Bizler onları zor yapmaktayız. Bizler onları zordan da zor hale getirmekteyiz. Bizler onları yapılamaz, uğraşılamaz, ulaşılamaz ve başarılması zor yapmaktayız. Yani hayatımızı ve yorumlarımızı tercih etmekteyiz.
Zoru seçenler ile seçmeyenler arasında ne fark vardır? Biri “zor” diyerek bir kenara atıvermiştir, sevmeden, düşünmeden, inanmadan ve uğraşmadan. Diğeri için ise “zor” yoktur… Aslında öyle bir anlam bile yoktur. Denerler ve tekrar denerler ve yeniden denerler. Ta ki sonuna kadar ve görürler ki aslında zor yoktur!
Bugün bu yazımda bana eşlik ediyorsanız, hayatınızda zor diyerek, zor diye nitelendirerek görmezden geldiklerinize, hep yapmak isteyip de bir türlü cesaret edemediklerinize daha yakından bakmanızı dilerim… O sizin zor dedikleriniz hala orada mı, o sizin zor dedikleriniz hala o kadar da zor mu?
İlginizi çekebilir: Büyük cümleler büyük gerçeklere dönüşür: Siz hayatınızda neyi büyütüyorsunuz?