Hayatı mı kendinize uydurmaya çalışıyorsunuz, kendinizi mi hayata? Bu soruya verdiğiniz cevap, sahip olduğunuz kültür tarafından etkilenir. Ama büyük ihtimalle bunun farkında değilsiniz. Çünkü kültürün değerlerimize olan etkisi, bilincimizin bazen fark edemeyeceğimiz kadar derinlerine kök salmıştır. Kültürümüz mizacımızı, algımızı, arzularımızı, hatta genetik yapımızı şekillendirir. Kültür gözbebeğimiz gibi, o kadar bizden, o kadar içimizdedir; ama aynaya bakmadan onu göremeyiz. Bu yüzden de bu ya da benzer bir soruya verdiğimiz cevabın kültürümüzden ne kadar etkilendiğinin farkında olmayabiliriz.
Burada Türk kültüründen bahsediyorum. Türk toplumu, kendini hayata uydurmaya çalışan bir kültüre sahiptir.
Kimi toplumlar var gücüyle hayat şartlarını kendine uydurmaya çalışarak adaptasyon sağlar. Bireyci kültürün hakim olduğu bu toplumlarda atak, enerjik, coşkulu duygular daha baskındır. Örneğin Amerikan toplumu ekstrem sporlar yaparak, rollercoaster‘lara binerek peşinden koşulan bu heyecanlı duyguları yakalamaya çalışır. Bu duygular insana atılım yapacak, değişim yaratacak, tuttuğunu koparacak enerjiyi sağlar. Sonuçta “doer” olmak makbul bir şeydir – “doer“in karşılığı Türkçede “yapan” gibi çeviri kokan bir sözcüktür çünkü “doer” olmak kültürümüzün bir parçası değildir. “Just do it” sloganı İngilizcede ne kadar anlamlıysa, “sadece yap” ya da “yeter ki yap” cümlesi dilimizde eğreti duruyor. Çünkü biz “yap”ana kadar on kere düşünürüz; “ya iyi gitmezse”, “ya alay ederlerse”, “ya garip bir duruma düşersem” vs vs…
Bizim gibi kendini hayata uydurmaya çalışan toplumlarda rahat ve gevşek duygular aranır. Türk toplumu için mutluluk, coşkudan çok huzur, sükunet ve keyif demektir. Bunlar enerjisi daha düşük, daha sakin duygulardır. Biz, içten içe de olsa, bu duyguları yakalamaya çalışırız. Fazla coşku, heyecan, ataklık bizde yersiz, hatta olumsuz karşılanır. Bizde “sabrın sonu selamettir.” Sabır gibi uslu duygular, kendimizi hayatın akışına bırakmayı kolaylaştırır. Sonuçta “her şeyin hayırlısı”…
Başka bir baskın duygumuz ise temkin: Birçok şeye, mutluluğa bile temkinli yaklaşırız. “Nasılsın?” sorusuna “Ne olsun, yuvarlanıp gidiyoruz işte…”, “Bu hâlimize şükür…” gibi cevaplar veririz. “İşler iyi gidiyor”, “Çocuğun dersleri süper” filan demeyiz. Dersek tahtalara vururuz, maşallah deriz. Çünkü nazardan korkarız –ki nazar, başlı başına bir yazı konusu.
Psikolojide duyguların ayrımlarından biri, “yaşadığımız” ve “yaşamak istediğimiz” duygulardır. “Yaşamak istediğimiz” ideal duygular, sahip olduğumuz kültür tarafından belirlenir. Bizim kültürümüz bize sakin duygular tavsiye etmesine rağmen biz yine de aktif, enerjik, heyecanlı duygular peşindeysek belki de kendimizi daha bir zorlamamız, kendi kendimizi ikna etmemiz gerekiyor. Üzerimize tam olmayan bir pantolon giymek gibi –uysun diye kilo alma ya da verme çabası göstermek gerekiyor. Yaşamak istediklerimizi üzerimize uydurmakta, tam anlamıyla kucaklamakta zorlanabiliyoruz. Yaşayana kadar biraz kaygı duyuyor, bitince belki rahat bir nefes alıyoruz. Eğer siz de bu haldeyseniz bilin ki mizacınız size belki “ekstrem spor yap” ya da “bilmediğin bir yola çık” diyor ancak kültürünüz “otur oturduğun yerde” diyor.
Her insan kendini “iyi” hissetmek ister ve “iyi”nin ne olduğunu bize en çok kültürümüz öğretir. Hangi duyguların peşinden koşmamız, hangilerinden uzak durmamız gerektiğini kolektif bilincimizde barındırır. Kültürün üzerimizdeki etkisinin farkında olmak, bize daha rahat, bilinçli ve kendimizden emin hareket etme imkanı sağlar. Söz konusu duygular ise, farkındalıkla seçebiliriz: Kendimizi hayatın akışına mı bırakmak isteriz, yoksa zorlamak mı?
Not: Makalede yazılanların nedenini, bilimsel temelini ve sonuçlarını “Türk’ün Aklı Nasıl Çalışır” kitabında bulabilirsiniz.
İlginizi çekebilir: Farklı kültürler, mutluluğu nasıl etkiliyor?