Sadece bir kez denediğimizde ve bu tek denemede başarısızlığa uğradığımızda ne yaparız? Çoğu zaman tek kelimede, birçok olası şansımızı yok ederek “Ben bunu başaramayacağım” veya “Denedim olmadı” der konuyu kapatıveririz. Hatta bazen bu “tek” bir deneyimden gelen başarısızlık o kadar ağır gelir ki, hatamızı kabullenebilmemiz bile yıllar alır. Tekrar aynı konuyla barışabilmemiz, yenilgimizi “öğrenimlere” dönüştürebilmemiz, o muhteşem egomuzu bir kenara koyarak “Evet, ben denedim, başaramadım ama öğrendim ve şu anda yeniden denemeye hazırım” demek bizim için belki dünyanın en ama en zor olayı oluverir…
Ben bu yazımda hayata “izin vermek” kavramına biraz dokunmak istiyorum sizlerle. Genel olarak benim de hayatımda izin veremediğim veya işte burada bahsettiğim gibi “Denedim olmadı, o zaman ben bundan fersah fersah uzağa kaçmalıyım, yeniden başarısızlığa uğrarsam halim nasıl olur?” dediğim şeyler elbet var. Ama bu yazımda onlarla yüzleşeyim istiyorum sizlerle birlikte. Nasıl ve neden kaçtığımı bir kez tüm cesaretimle önce kendi kendime sorabileyim…
Özellikle yaptığım gözlemlerden de görmekteyim ki, bu kaçış noktaları bizleri en derinden yaralayan durumlarda daha da “yoğunlaşıyor”. Evet, bir evlilikten çok üzülerek, çok kırılarak ve çok yerle bir olarak çıktığımızda ne oluyor? Kendimden örnek vermem gerekirse, kaçıyorsunuz. Hem de son adım, yeniden denemekten yeni olasılıklardan. Dışarıdan “Evet, isterim” diyorsunuz ama içinizde öyle büyük bir korku oluşuyor ki…
Hatta “denemeye” yaklaştığınızda ve hayatınızda yeni ilişkinizde her şey çok iyi giderken siz bir anda “olmayacak” korkusuna kapılarak tersine dönüyorsunuz. Neden biliyor musunuz? Sadece, o “yere düşmek” duygusunu yeniden yaşamaktan korktuğunuz için. “Nasıl kalkarım, bir daha kalkabilecek gücü kendimde bulabilir miyim?” diye kara kara düşündüğünüz için…
Oysa hayat bu derece “kendimizi kollamayı”, “kendimizi kapatmayı”, “kendimizi hayattan kaçırmayı” içermekte midir? Bu şekilde harcayabileceğimiz zamanımız var mıdır? Bir bebek düşünün, yere düştüğünde sadece biraz ağlar, belki hayatındaki “ilk” düşmek eylemidir fakat yürümek istiyorsa düşmesinin de bunun bir parçası olduğunu öğrenmiştir… Bu öğretiyle tekrar ve tekrar ve tekrar düşer ve öyle bir gün öyle bir an gelir ki sadece “yürümek” oluverir… İşte düştüğü onlarca denemenin sonunda bacakları dengeyle hareket edebilmeyi sonunda öğrenmiştir…
Peki, bizler ne yaparız? Özellikle duygusal konularda yara aldığımızda o yaraları saklarız. Sarıp sarmalarız, kimse görmesin isteriz ki yine aynı yerden incinmek durumumuz olmasın. Bu yaralar böyle iyileşmez, onlar biz böyle görmezlikten geldikçe için için acımaya ve bu kadar sarıp sarmalandıkça o muhteşem hassaslığı korumaya devam ederler. Oysaki yara bir hatıradır. Evet, hayata “izin” vermemiz gerekir. O yaralarımızı hatıralara dönüştürmek üzere. Yani yaraları açmamız gerekir, apaçık cesaretle korkmadan utanmadan gösterebilmemiz. Benim bir yaram var ve iyileşmesi için yaşamaya devam ediyorum, onu saklamayacak kadar büyük cesaretim de var.
Yaram hatıraya ancak hayatla dönüşür. Ben izin verdiğimde, “Ben yeniden yürümeye hazırım” diye ayağa kalkabildiğimde… Ve en önemlisi ben korkmadan yine üzülürüm, yine kırılırım, yine yalnız kalırım, yine aldatılırım, yine terk ederim, yine kaybederim diye “korku” ile yaşamak yerine “yaşayarak” görmeyi tercih ettiğimde…
Evet, “hayata izin vermeyiz” yaralarımızı iyileştirmesi için, biraz emek verip ileriye adım attığımızda emeklerimizin karşılığını bizlere gösterebilmesi için veya “olmazları” oldurabilmesi için… Hemen kendi hayatımdan bir örnekle açıklayabilirim… Yaşadığım yıkıcı ayrılıktan sonra ilişkiler konusunda o kadar çok yara almıştım ki kendimi yaklaşık üç yıl boyunca çokça sakladım. Ve öyle duvarlar ördüm ki değil yeni bir ilişki yaşayabilmek, hayatımda bir kişinin “olabilmesi” bile benim için “asla” izin vermeyeceğim bir kavramdı. Ne de olsa o kadar çok üzülmüş ve yıpranmıştım ki bir daha “başka biri” dolayısıyla hayatımda kimsenin bana bunu yapmasına veya yapabilmesine izin vermeyecektim…
Bu bakış açımı değiştirdiğimde, bu yaşananların sadece bir ilişkinin nasıl başlangıcı oluyorsa bitişi olabileceğini de anladığımda ise, yani yaramı “görmeyi” kabul edip hayata “izin verdiğimde” ise, o güne kadar öğrendiğim tüm “sevmek” fiilini bana “yeniden öğretecek” bir adam ile karşılaştım… O kadar şanslıydım ki ben cesaretle “Evet, tekrar deneyebilirim” dediğim anda hayat bana bu kişiyi, bugün hala ve hep minnetle andığım o kişiyi getirmişti…
Sevmek ve sevgiyi onunla yeniden öğrendim. Yaralarım evet tamamen geçmemişti ama hatıralarım olmuşlardı. Ve evet hayata izin verdiğimde, aslında kaybın, yıkılmışlığın, utanmanın, aldatılmışlığın, yerle bir olmanın da gülmek kadar hayat olduğunu, yürümek var ise düştükten sonra “yeniden” yürüyebilmek olduğunu öğrenmiştim.
Hayata izin vermek bu yüzden çok önemlidir. Hayatta kayıplarımızı “bir daha hiç” ile başlayan cümlelerle yorumlarız; “bir daha hiç bu kadar çok sevmeyeceğim, bir daha hiç bu kadar çok mutlu olmayacağım, bir daha hiçbir çocuk sahibi olmayacağım, bir daha hiç evlenmeyeceğim, bir daha hiç aynı hataları yapmayacağım, bir daha hiç sevdiğim adamın elini tutamayacağım, bir daha hiç bugün olduğu kadar çok sevemeyeceğim“…
Hayata “izin verdiğimizde” hayat bize bu cümlelerin tam tersiyle geri döner; hayat devam ettikçe “bir daha hiç” diye bir şey yoktur. Bu sadece “bizim” kararımıza bağlıdır. Bu yüzden bugün bu yazımı okuyorsanız ve geçmiş yaralarınız size herhangi bir konuda “bir daha hiç” ile başlayan cümleler kurdurmaktaysa, yeniden düşünmenizi diliyorum.
Bugün sadece bir an için hayata “izin verin” güzelliklerini önünüze sermek için bekleyen ve düştüğünüzde sizi kaldırmaya hazır olan can-ım hayata…
İlginizi çekebilir: Hayatımızı dönüştürecek muhteşem sihir: Niyet etmek