Yolu yogadan ve meditasyondan geçenlerin sıklıkla aşina olduğu bir davet. Ama yolu buralardan geçen geçmeyen herkes için bir davet; arkadaşça, yargısız, açık, alıcı, çocuksu merak.
Artık hepimizin gerçeği ister yıldızlar, ister yorgun dünyanın yaşı, ister pandemi ile açıklıyor olalım, içinde bulunduğumuz yılın son günlerinde, yeni yılın arifesinde ortak yolculuğumuz olan yeni bir yaşam biçimi oluşturmak. Bu yolculukta en çok hasretini duyup ihtiyacımız olan yakınlık kurmak, bağ kurmak ve samimiyet.
Öncesinde doğası gereği kırılmaya müsait kalbimizle en az bir kez şöyle şeyler söylemiş olabiliriz; “Dostluğa/ aşka inanmıyorum, gerçek dostluk/aşk diye bir şey yok.”
Bu büyük cümleleri kurduran kırgınlıkların neticesi, mesafeli samimiyetler. Hepimiz için cevapları merakımı cezbeden bazı sorularım var izninizle. Peki sınırları belirleyen kim? Biz miyiz, karşı taraf mı? Yoksa el ele verebildiğimiz tek konu samimiyetimizin arasına birlikte mesafe duvarları örmek mi? Oysa ki hakiki bir samimiyet için kalkanları indirmek gerekir. Peki yumuşak ve savunmasız karın ortaya çıkınca kalbi açınca neler olacak? “O zaman yarım da olsa kalkanlar havada kalsın” diyen bir iç ses yükseldi mi içinizden bu soruyu duyunca?
İşte orada bir duralım hep beraber! Çünkü hayatta yalnızlık da var, belki daha çok. Bir ses, bir nefes olmadan olmuyor. Bir eş, bir sevgili, bir dost, bir patili gerekiyor hayatı paylaşmak için. Samimiyet hakikatleri ortaya koymayı gerektiriyor. Karşı taraf da kalkanlarını indirdiğinde, yara aldığı yerleri görünür olduğunda, ona karşı tutumumuz değişecek mi? Belki, bunu da bilmiyoruz. Yakın ilişkiler kurmak istediğimiz kişileri tanımak, derinlerine inmek isterken, acaba gerçek manada kendimizi, olası tutumlarımızı tanıyor muyuz? Kendi kendimizle kurabildiğimiz bir şey mi samimiyet? Gelin buradan başlayalım.
Korkularımız var, utançlarımız, komplekslerimiz, eksik ve yanlış hissettiklerimiz, etik olmayan tavırlarımız var ya da hiç yapmadığımız, ama sadece aklımızdan geçirmenin kendimize mesafe koymaya yettiği karanlık yanlarımız var belki. Değil bunları başka insanlara göstermek, kendimize bile göstermek istemediğimiz ne çok şey var olabilir.
Tüm bu tanımlamaların ve duyumsal sonuçların kararı kime ait peki? Kendi samimi, kalpten gelen seçimlerimizin sonucu mu, yoksa başkalarından mahalle baskısı, aile ortamı, öğretmenler, arkadaşlar vb.’lerinden satın aldığımız sözde değerler neticesinde üzerimize yapışan etiketler mi?
Yoganın daveti arkadaşça bir tutum; arkadaşlarımızdan gerçek manada görmek istediğimiz türden, sevdiğimiz birinin omzuna güven vermek üzere koyduğumuz elin ağırlığında bir tavır. Kime karşı mı? Tabii ki kendimize.
Bir Kızılderili atasözü “Benim hayatımı yargılamadan önce benim ayakkabılarımı giy ve benim geçtiğim yollardan, sokaklardan geç. Benim takıldığım taşlara takıl, yeniden ayağa kalk ve aynı yolu tekrar git benim gittiğim gibi, ancak o zaman beni yargılayabilirsin” diyor.
Kendi kendimizi başka ayakkabılarla, başkalarının yürüdüğü yollardan satın aldıklarımızın gölgesinde, gerçek manada ne kadar tanıdığımız şüpheliyken, yeri geldiğinde ancak bazı büyük deneyimleri yaşadığımızda verdiğimiz tepkilere kendimiz bile şaşırıp, o uç noktalarda sınırlarımızı ve kendimizi keşfedebiliyorken, birtakım konfeksiyon düşünceler üzerinden üzerimize yapışan etiketlerle kendimizi yargılamayı bırakmak ileriye doğru atılmış bir adım değildir de nedir?
Kendi kendimizle bile olsa bu tarz bir yakınlaşma korkutucu olabilir. Silinen etiketlerle birlikte sözde değer yargıları da akıp gideceğinden olduğu haliyle hayata karşı olduğumuz halimizle açık ve alıcı olma aşamasına gelmişizdir çünkü. Kapıları açık bir kalbin davetidir samimiyet. Ve ancak o kalbin bazı sözde değerlerle! bastırılmış arzuların yarattığı bireysel acıdan ve dış dünyaya dönük yargılardan arınmış olması halinde mümkün olabilir. Hani hepimizin şüphe duymadan kabul edip “Keşke onlar gibi olabilsek” dediğimiz türden bir çocuk masumiyeti ile.
Tüm bedende taşıdığımız bu yüklerin maalesef görünür ipleri yok. Bir makas atıp olduğumuz yere pat diye bırakıp devam edemiyoruz. Üstelik bilinçaltımızın derinliklerinde belki de, hatta çok büyük ihtimalle sandığımızdan çok daha fazla yük taşıyoruz. Hem doğunun hem batının, doğunun batıdan çok daha önce artık hepimizin bildiği keşfi şudur ki bilinçaltı yükleri azaldıkça mevcut alanda bilince o kadar yer açılır. Bilince bolca yerin açıldığı, açılabildiği yer meditasyon zihnidir. Binlerce yılın kadim uygulaması meditasyona bunca davetin sebebi budur.
İşte o zaman önce kendimizle, sonra çevremizle gerçek, yargıların korkusu ve endişesi ile sonucunda olabilecekler kriterlerine göre olmayan içimizden geldiği türden, cesur denebilecek bir dürüstlükle samimiyet kurabiliriz. Sözde değil, özde inşa edebildiğimiz samimiyet alanı kadar özgür, kendimizi açabildiğimiz kadar sevgi almaya-vermeye açık ve hayata katkıyız. Savunma pozisyonunda, zırhlar ve kalkanlarla kalmak da (aslında korkarak yaşamak), daha çok bilince, arkadaşça bir tavra ve samimiyete açılıp sevgi, neşe, sevdiklerimiz ve sevenlerimizle donanmak da birer seçim.
2021 yılının hepimiz için seçimlerimizin, bilince açıklık, yaşamlarımıza sevgi ve neşe, hayata katkı getirdiği, sağlıklı bir yıl olması dileklerimle. Sevgiyle…
İlginizi çekebilir: Ne yaparsak kendimize yapıyoruz: Yılgınlıktan uzak seçimler yapmak mümkün