Pek de kısa olmayan bir süredir, bu satırlar aracılığıyla, bana enerji veren; neşeme neşe, gücüme güç katan etkinlikleri, ilginç bilgileri ve tanımaktan memnun olduğum kişileri paylaşıyorum sizlerle. Amacım, sadece kendimi anlatmak; “Şunu yapıyorum, bunu yiyorum, şöyle koşuyorum, aman ne de hızlı bisiklete biniyorum.” demek değil, olmayacak da… Bir şeyleri yaparken içinde bulunduğum ruh halini, bana kattıklarını, başkalarına da katabileceklerini, tanıdıkça tanımak istediklerimi anlatmaya doyamıyorum. Daha fazlasını yaşamak, daha fazlasını söylemektir niyetim.
Bakalım kimmiş bu Sincap, ben sordum, o cevapladı. verdiği kimi cevaplar tek başına ders olabilecek nitelikte. Anlayana tabii.
Bana ilham veren, neşelendiren kişileri paylaşmaya devam edeceğim sizlerle. Şimdilik bazılarını kendime saklıyorum ama söylemiş olayım.
Kim bu sincap?
Ben dedemin seslenmeyi istediği, yücelttiği adımla Yeşim’im kısaca. Ancak beni koşucular artık ‘SİNCAP’ diye tanıyor ve bu daha mühim benim için; çünkü bu, beni sosyal statümden, ‘yabancı’ olmaktan ve en önemlisi sadece ‘biri’ olmaktan arındırıp, özgürleştiriyor. En güzel yanı da, beni adımın önüne gelmeye meyilli olan sıfatlardan kurtarıyor. (En bilindik örnek olarak ‘Mini Cooper’ Yeşim’i verebilirim. Bunun dışında ‘Sarışın’ Yeşim ve ‘Koç’tan’ Yeşim geliyor mesela şu an hemen aklıma…)
Ne yapmaya çalışıyorsun? Her şeyin parayla ölçüldüğü şu dünyada neden bedava ders veriyorsun, STK’lara yardım ediyorsun, İyilik Peşinde Koşuyorsun? Amacın nedir?
Çocukluk hayallerimin peşinden koşmaya çalışıyorum ben; esasında sadece ve o zamanlar inandığım doğruların koruyuculuğunu üstlendim artık. Madem bu kadar yıl geçmesine rağmen, o küçük çocuğun ruhu silinmedi benliğimden, belki de benim dünyaya gelme amacım da buydu diye düşünüyorum. Hatta kim bilir, belki de o hep haklıydı: sevgi, her şeyden öte bir huzur kaynağı ve güçtü.
Ben çok zengin bir annenin kızı olarak büyüdüm. Ailemin köklerini ve gerekliliklerini hep bilerek; gurur duyarak ama yalnız büyüyerek bu sebepten.Hani şu bakıcıların, gündelikçilerin evde aile fertlerinden daha çok vakit geçirdiği ‘cadde’ kızlarından biriydim lise bitene kadar. Piyano çalan, tenis ve kayak okullarına gönderilen ve pek tabii ki buna bağlı olarak özel yabancı okullarda eğitim gören zengin, aydın, eğitimli bir genç kız olarak büyüdüm. İpek boyardım hobi olarak ve satranç oynardım.
Ancak bütün bu annemin benim için heveslenerek ve gayret göstererek yetiştirmek ve oluşturmak istediği hayatın yanı sıra ben, ağaçlara tırmanmayı seven, dağlardan aşağı koşarak inen, bisikletle ellerini kaldırıp yokuş aşağı kendini bırakan, kısaca ‘erkek’ gibi davranan yaramaz bir çocuktum.
Eve bisikleti başkasına hediye etmiş olarak dönerdim genelde ya da çamur içinde en önemlisi.
Kapıcı çocuklarıyla oynamak daha zevkliydi komşuların kızlarıyla evcilik oynayıp barbie bebek istemekten. Bu hala hiç değişmedi üstelik!
Paranın getirdiği yoğun ve sisli yalnızlığı ise çok iyi biliyorum; gerekenden fazlasının insanlara mutluluk değil hüzün soluttuğunu yani… Bu zengin hayatın bedeli olarak çok yoğun bir iş hayatı olan bir kadın genel müdürün kızıydım ben, anne özlemiyle büyümüş olan. Bundan mütevellit de farklılaşarak ve deneyerek koparak kendine has yaşam köklerini büyütüp uzaklaşan…
Bedava ders veriyorum, çünkü bunu özellikle sahilyoluna belediyenin metal fitness alanları kurulduğundan beri insanları düzeltmek, uyarmak ve onlara zarar gelmesini önlemek gibi belki de kulağa çok lüzumsuz gelen bir vazife edindim zaten. İnsanlarla iletişime geçmek ve onlara bir şeyler aktarmak ise 16 yaşımdan beri ne öğrendiysem özel dersini veriyor olmamdan dolayı çok gelişmiş olan bir kontrolüm dışı tepkim oldu. Bilgi ve sevgi aktarımının hayatımdaki yeri çok büyük. Takas usulüyle yaşanan ilk uygarlıkların masumiyetine olan inancımın da katkısı olmalı elbette bir sosyolog olarak.
Ben hem eğleniyor ve sevdiğim şeyi yapıyorum, hem de kendini bana teslim ederek takip edenlerden mutluluk, neşe ve sevgi alıyorum üstüne üstlük! Ve her şey bitip evime gittiğimde, içim rahat uyuyabiliyorum “bugün de işe yaradım…” diyebilerek. Bunun bir devamı STK’lara olan desteğim ve ‘iyilik peşinde’‘iyilik peşinde’ koşuyor oluşum da. Bir mum, bir mumdur zifiri karanlıkta aydınlığa kavuşurken kendini güneşleştiren yandıkça. Üstelik benim “mum”laşmış tablomda ben eriyip yitmiyor, aksine daha çok büyüyor ve kendim de aydınlanabiliyorum hikayeden farklı olarak.
Pilates workshoplarındaki temel amacım, arkadaşlarıma bir hayrımın dokunması; gördüğüm o muazzam sevgiye karşılık ufacık bir şey yapıyor olmak temelinde. Bu işe ilk giriş hikayem ise çok komikti: ben onlar gibi koşamıyor ama esnemelerde, patikalarda onlardan daha iyi performans gösteriyordum, onlar sürekli sakatlanıyor ve ben ise bunu gözümle görerek biliyordum ki iyi ısınamıyor yada soğuma hareketleri yapamıyorlardı. Onlar benim çaylak dönemimde beni hiç yalnız bırakmadılar ve hemen aralarına aldılar madem, ben de onların sakatlanmasına göz yumamazdım artık ve başladık pilates dersleri ile onların bedensel kapasitelerini arttırmaya. Küçük bir event serisi ile Koşuyoruz ve Kadıköy Runners üyelerine dersler verdim. Çok eğlendik, dost olduk artık kardeştik!
Bu sene bunu genişletmek ve herkese yayabilmek istediğim için AdımAdım, Hareket Candır hangi grup olursa olsun gelmesine dair çağrılar yaptım… Şimdi bu workshopları şehirden şehre taşıyarak ülkedeki bütün koşuculara ulaşmayı hedefledim sonunda.
Geleceğe yönelik hedeflerin neler?
Çocukluk hayalim spor yapmak, doğada olmak ve yaşadığımı hissetmekti, oldum olası küçücük bir masada bilgisayar başında, güneşsiz ortamlarda çalışmak bana göre olamadı maalesef. Ancak aldığım eğitim beni mevcut kapitalist düzene ayak uydurabileceğim şekilde oldu.
Gelecek ile ilgili kafamda bir pilates ve beden eğitimi, sağlıklı yaşam merkezi açmak var son üç yıldır. Hali hazırda esas mesleğim olan tasarımcı iç mimarlık maalesef beni doyurmuyordu. Bu ülkede tasarımcı değil genelde sipariş üzerine çizim yapan biri oluyorsunuz. Burada paralı müşteriler seni özgürleştirmiyor sana emrediyor.
Duvarımdaki bunca belge ise bana hayallerimin kurulum aşamasında yüksek avantaj sağlıyor, hele ki pazarlama ve marka yönetimi bilgim beni güçlendiriyor. İletişim ve toplum üzerine okuduğum onca kitap ve makalenin de inanılmaz yardımı oluyor. Kısaca arada sırada “iyi ki okumuşum” diyebiliyorum ama yetmiyor bana daha fazlasını öğrenmek hep içimde bir ivme kazandırıyor, çünkü oldum olası öğrenmeyi sevdim ben. Hareketli yaşamdan kasıt koşucu bir arkadaşımın bana dediği gibi “ayarsız” olmak ise, bu enerji ve yorulmama özelliklerim gelecek hayallerimin kulisinde en büyük koz.
Pazartesi akşamı Caddebostan Beltur önünde yapılacak olan pilates dersleri dışında seni başka nerede bulabiliriz? Yakın zamanda katılacağın ve dolayısıyla ders vereceğin koşular hangileri?
Her Pazar bir yarıştayım Haziran’ın ortasına kadar:
20 Nisan – Alanya “wings for life world run” yada İstanbul “salomon trail runs – aydos”
10 Mayıs – New Balance Bozcaada
11 Mayıs – İstanbul – İntercity koşu ve bisiklet şampiyonası
18 Mayıs – Kaş 361 yüzme yarışı
25 Mayıs – Kıbrıs – Two Castles and an Abbey Trail Ultra
1 Haziran – New Balance Eskişehir
8 Haziran – Çekmeköy patika koşusu
Koşmaya yeni başlayacak olanlara ne önerirsin?
Koşmaya yeni başlamak diye bir şey yok bence esasında, yeniden başlamak var. Büyüdükçe unuttuğumuz o eğlenceli oyunların ve hayatın temelinde, çocuk olmakta koşmak vardı hep hem de hiç sakatlanmadan. Benim birincil ve belki de tek tavsiyem ise, bedenlerini dinlemeyi ve yeniden hissetmeyi öğrensinler. Beden, zihin komutasında yeniden şekillenir çünkü. Pes etmeden, dinleye konuşa kendilerine, içlerine dönsünler öncelikli olarak. Yorulacaklarını ve ara ara pes etmek için bahaneler bulacaklarını bilsinler. Ancak bu, geçici bir süreç en fazla üç koşu kadar sürüyor. Koştukça, kimliklerinden, sebeplerinden ve sorunlarından sıyrıldıkça daha çok koşacaklar zaten.
Bir pilates eğitmeni olarak ise iki önerim var:
-beni bulsunlar ve ben onlara ne katabilirsem katayım.
-ben yoksam dahi, Google var; araştırsınlar bütün fizyolojik ve anatomik makaleleri. Ben koşuda kendimi akıl vermeye yetkin bulmuyorum, ve deneme yanılma yoluyla kendimi keşfetmeye devam ediyorum. Lakin biliyorum ki, eğer 70 yaşında bir abimiz bizden uzun ve rahat koşuyorsa şu an halen, herkes koşabilmeli.
Bizler bunu önce kendimize, sonra ise bunun için hayatındaki her şeyi feda edebilecek insanlara, tanrıya borçluyuz. Hareket edebiliyor isen et! Bu sana bahşedilmiş en kutsal hediye çünkü.
Eklemek istediğin başka bir şey var mı?
Kendi yazmaya başladığım üçüncü blog ile devamlı aktarımlarda bulunmaya çalışacağım zaten ama kısaca söylemek istiyorum son kez: hayata bir kez gelmiyoruz bizler, doğan her güneş yeni bir şanstır; ve en önemlisi o şansı kullanacak cesareti bulana dek güneş inadına doğmaya devam edecek. O yüzden hayatta bir şeyleri değiştirmek isteyen herkesi, yarın sabah yeniden doğmaya davet ediyorum!
Pastasını beraber üfleriz merak etmesin…
Hafta sonu İznik’te görüşmek üzere…
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız. tıklayınız.