Kısa olsun isteriz yollarımız. Kısa yoldan zengin olmak isteriz, emek vermeden, çokça zorluklara göğüs germeden, risk almadan… Sonra kısa yoldan büyümek isteriz değil mi? Özellikle küçücük bir çocuk olduğumuz dönemde. Belki sevgili babamız gibi eve ekmek getirmeyi hayal ederiz. Belki sevgili annemiz gibi çocuklarımızı sıcacık bir gülümsemeyle kapılarda karşılamayı…
Kısa yoldan üniversiteyi bitirelim isteriz örneğin. Uzun yıllar boyunca her gün okul yolları geçmeyelim isteriz. Anında olsun bitsin her şey ve tüm bilgiler, o yıllarca bizi “büyüteceğine” inandığımız tüm bilgiler adeta tek bir çiple kafamızın içine yazılıversin isteriz. Kısa yoldan olsun ve bitsin isteriz mezuniyetimiz. Hayatımızın dört, belki beş, belki daha fazla yılını aynı yerde, aynı okulda, aynı şekilde geçirmek gözümüze çok ama çok uzun gözükür…
Kısa yoldan olsun isteriz her şey, emek koymadan örneğin hemen yükselmek isteriz. Daha fazla maaş almak isteriz, daha iyi pozisyonlara geçelim isteriz. “Daha” olsun isteriz her şey ama illa ki kısa yoldan olmalıdır o dahalar. Oysa ki bizler ne vermeye hazırızdır, ne yapabilmeye, ne de gerçekten sevebilmeye yaptığımız işi. Belki bir tek fedakarlık bile içimizi kabartır, belki sadece bir gün işten geç çıkmak, gece saat üçte uyanıp da o işi yapmak aşkıyla ofise gelmek bile yıpratır değil mi? İşte böyle “kolay” olsun isteriz, her şey, hemen, kısa yoldan oluversin isteriz bizler…
Kısa yoldan olsun isteriz, bir bebeği kocaman dokuz ay boyunca beklemek oldukça zorludur… Düşünün bir dokuz ay demek neredeyse hayatımızın kocaman bir yılı demektir. Günbegün büyüdüğünü izlemek, nasıl olacak, ne olacak diye ısrarla, heyecanla beklemek zordur! Kısa yoldan gidiverelim, bugün sipariş ettiğimiz yarın elimizde oluversin isteriz. O bebek emekle, zamanla değişerek, gelişerek değil de kısa yoldan, zorlamadan, uğraştırmadan, acı çekmeden elimize doğuversin isteriz!
İşte bizler her şeyi kısa yoldan istiyoruz. Kısa yoldan o yolun güzelliğine varmadan o yolu yürümenin kah ateşini, kah güneşini tatmadan, o yolun bize kattıklarını, katacaklarını bir kenara koyuvererek, bazen o yolu özleyerek bazen o yolun bir değişik yol olduğunu da bilerek, her şey o yolu yürümeden kısa yoldan oluversin istiyoruz.
Oysa doğaya baktığımızda böyle midir? Bir ağacı ele alalım; sonbaharı, kışı atlayıp hemen ilkbahara dönmek ister mi? Yapraklarını “acı acı” dökmeden, yeniden yeşile kavuşabilir mi? Bir yılanı düşünelim eski derisini bırakmadan parlak yepyeni bir deriye sahip olabilir mi? Örneğin bir sazan balığı kilometrelerce yol kat edeceğini bilse de o akıntılara (hem de ne akıntı!) karşı yüzmekten vazgeçip de kısa yoldan şurada yumurtalarımı bırakıvereyim diyebilir mi? Eğer her şey kısa yoldan elde edilebilir olsaydı, kıtaları bugün keşfetmiş olabilir miydik, nasıl olsa oturduğumuz kıta bize yeter, “kısa yolda” başka yer yok diye düşünerek hala “bildiğimiz” dünyayı şekillendirebilir miydik? Kutupları görebilir miydik? Burada ne var diye merak etmesek Avrupa’dan çıkıp da Amerika’ya ulaşabilir miydik?
İşte hayatımızda “kısa yolları”, evet itiraf edelim, hepimiz seviyoruz. Ama bazı yollar vardır ki yürümesi öyle güzel, öyle zahmetli, fakat bir o kadar da sihirlidir! İşte o yol dilerim bizim yolumuz olsun, bizim yollarımız, evet gerektiğinde kısa, fakat çoğu zaman uzun ama muhteşem olsun!
İlginizi çekebilir: “Yapma” gücü içinizde: Sonrasını düşünmeden harekete geçmek