Hayat, doğum ile ölüm arasındaki kısa ama içinde yaşarken çok çok uzun gelen bir yolculuk. Yolcusu olmayan yok bu yolculuğun. Kendi isteğin dışında gibi görünen fakat tamamen kendi arzularınla gerçekleşen bir süreç. Bu yolculuğa herkes başka bir noktadan başlıyor ve başka bir noktada bitiriyor. Kimisinin yolu uzun, kimisininki kısa. Eşit başlamayan, eşit devam etmeyen ve eşit bitmeyen bir süreç. Zaten çok anlamsız olmaz mıydı aynı hayatları yaşasak? Güzelliği tek ve eşsiz oluşunda değil mi?
Bu eşsizliğin içinde bazı benzer yanlarımız var. Bu benzerliklerden birisi de YÜKLERİMİZ. Yaşadığımız olaylar sonrası biriktirdiğimiz, sırtımızda taşıdığımız ve artık bazıları karakterimize işlemiş yükler. Yaşanan güzel bir ilişki sonrası tatsız bir ayrılığın yükü, geçirilmiş kazanın hissettirdiği korku yükü, iş hayatında başarısızlığın yarattığı yetersizlik yükü, anne ve/veya babadan yetersiz gelen sevginin yükü, sevilen kişinin ani kaybedilmesiyle oluşan istemsiz ayrılığın acı yükü… Kısaca hayatta başa gelen tüm acı olayların yükleri.
Doğduğumuz andan itibaren her yaşanan olay bize az ya da çok yük bırakır. Bu yüklerimizin farkında değilsek bunları genellikle hayatımız boyunca taşır, her gittiğimiz yere götürür, düşüncemize baharat olarak katar, kullandığımız cümlelerin içine serpiştiririz. Her ne yük taşıyorsak hayatımızın tadı da ona göre olur. Yük olan şeyler genellikle iyi duygu ve hisler değil, negatif olarak değerlendirilen ayrılık, üzüntü, yarım kalmışlığın kırıntılarıdır. Fiziksel olarak görünmeyen içimizde taşıdıklarımız, bizi ağırlaştırır ve rahatsız eder. Altında cam kırıkları bulunan bir halının üzerinde yürümek gibi can yakar. Pürüzsüz ve temiz bir halının üzerinde yürüdüğünü sanırsın, fakat acı çekersin.
Yoga felsefesinde de anlatıldığı gibi zihin ve beden bütün olduğu için, her yükün vücutta da bir yansıması olur. Kendini ağırlaşmış, yorgun ve bitkin mi hissediyorsun? O zaman ilk önce o taşıdığın yükleri fark et. Peki insanlar bu kadar yük taşımaya neden meraklı? Bu sorunun herkes için tek bir cevabı olmamakla birlikte belki de ilk sebep kişinin farkındalık düzeyinin düşük olmasıdır. Dikkati kendinde olmayan, kendi üzerinde mesai harcamayan bir birey, yaşadığı olayları yeterli derecede ilişkilendiremez ve kendi içinde neler döndüğünü pek de algılayamaz.
İkinci sebep ise, yüklerin kişiliği oluşturan ana elementler arasında olması olabilir. Kişi eğer bu yüklerini bırakmaya razı olursa, kendi olarak tarif ettiği birçok şeyi bırakmak zorunda kalacak ve oynamayı seçtiği, herkese gösterdiği karakterden çıkmış olacaktır. Ah şu zihnin bir karaktere tutunup kalma isteği… Karakter pahasına ödediği bedeller ne kadar zor olursa olsun onu bırakmak istemez. Bunun bedeli ise kişi için çoğu zaman acı olur.
Başka bir sebep ise bu acı duygusundan beslenmek ve bu duyguya tutunma isteği olabilir. Kulağa anlamsız mazoşist bir tutum gibi gelse de, durum tam da bu şekildedir. Kişi kendi yüklerinin acısı sayesinde yaşadığını hisseder ve bu durum onu daha da çok kamçılar. Yani bunu bir nevi hayat yakıtı olarak kullanır. Acı veren fakat canlı tutan bir yakıt.
Bir başka sebep olarak da bu durumu avantaj olarak kullanma isteği olabilir. Kişi hayatındaki yükleri sayesinde başka insanlar tarafından ilgi ve şefkat görüyorsa bu yüklerini pek de bırakmak istemez. Çünkü bu sayede seviliyor ve ilgi objesi olabiliyordur. Her insanın en temel isteklerinden birisi olan başkası tarafından sevilme arzusu, bu sayede gerçekleşiyor olabilir.
Başka bir senaryoda ise, kişinin kendini güçlü ve duyarlı olarak görme isteği olabilir. Kişi etrafındaki insanların yüklerini de yüklenerek (ki bu genelde insanın en yakın çevresi oluyor) kendini güçlü bir kahraman gibi hissetmek ister. Oysa ki kendini gereksiz yere yorar, çünkü hayatta kimse başkasının adına onun yüklerini taşıyamaz. Burada yazdıklarım kısıtlı tespitler olmakla birlikte, dediğim gibi kişiye özgü olarak değerlendirmek gerekir.
Şu ana kadar yüklerimiz, olması istenmeyen bir durum olarak görünse de, bize aynı zamanda hizmet ederler. Hizmet etmiyor olsa emin ol yaşanmaz ve birikiyor olmazdı zaten. Çünkü hayatın karışık matematiğinde gereksiz hiçbir şey yoktur. Yükler, kişinin hayatta daha dirençli, güçlü olmasını sağlayarak, onun hayat yolculuğunda büyüyerek ilerlemesini sağlar. Bütün yaşanalar bu yüzden yaşanmıyor mu zaten?!
Fakat burada ince bir çizgi mevcut. İnsan yüklerini ne zaman bırakacağını bilmeli. Hizmet ettiği ölçüde taşıyabilir, ancak vakti zamanı geldiğinde onları bırakmayı da bilmeli. Çünkü insan nefes almaya devam ettikçe, onu daha da ileriye götürebilmek için yeni yükleri olacaktır. Alacağı dersi alarak, yola mümkün olduğunca en hafif şekilde devam edebilmeli insan.
Bu yazıdan alman gerekeni eminim kendine göre aldın. Ancak senden çok küçük bir ricam var sevgili okuyucu. Al kağıt ve kalemini, şu soruları cevaplamaya başla.
- Senin yüklerin neler?
- Kendine yük edindiklerinden hangileri sana hizmet ediyor, hangileri seni sadece ağırlaştırarak yoruyor?
- Yüklerin hayatında neye hizmet ediyor?
- Hayatında içsel alanda nelerle uğraşmayı bırakmak istiyorsun?
- Yüklerini gerçekten bırakmak istiyor musun?
- Yüklerini nasıl bırakabilirsin?
- Yüklerini bırakmak için hayatında ne gibi eylemlerde bulunacaksın?
- Hayatındaki yükleri bıraktığında sen kim olacaksın?
- Yaşadığın sürece yaşayarak biriktireceğin yeni yüklerin farkında olmak için ne yapacaksın?
Lao Tzu’nun güzel bir sözüyle bitirmek istiyorum;
“Bilgiye ulaşmak için, her gün bir şeyler ekleyin.
Bilgeliğe ulaşmak için, her gün bir şeylerden kurtulun.”
Hafif ve keyifli bir hayat yolculuğu dileğiyle…
Sevgilerimle!
İlginizi çekebilir: Tüm cevaplar sende gizli: Bedeninin bilgeliğini ne kadar dinliyorsun?