“(…)
7. Bunun için bilge liderlerin planları, avantaj ve dezavantajları hesaplaması birbirine karışacaktır.
(…)
9. Öte yandan zorlukların ortasında avantajı yakalamak için her zaman hazır olursak kendimizi talihsiz olmaktan çıkarabiliriz.
(…)
11. Savaş sanatı bize düşmanın gelmeme ihtimaline değil, bizim onu karşılama hazırlığımıza güvenmemizi öğretir, düşmanın saldırmasına değil, konumumuzu saldırılamayacak yapmamıza güvenmemizi öğretir.
12. Bir generali etkileyebilecek beş tehlikeli hata vardır: (1) Pervasızlık yıkıma neden olur. (2) Korkaklık esir düşmeye neden olur. (3) Aceleci öfke aşağılanmayla kışkırtılabilir. (4) Şeref hassasiyeti utanca karşı zayıftır. (5) Adamları için aşırı endişe onu hata ve belaya sürükler.
(…)
14. Ordu yenildiğinde ve generali öldüğünde nedeni bu beş tehlikeli hatadan biri veya daha fazlası olacaktır. Bunlar üzerine düşünün.”
Sun Tzu, Savaş Sanatı
Bu yazı Hayat Sanatı yazı dizisinin altıncı yazısı. Bu seride ilham kaynağım ilk bölümde yer alan Sun Tzu ve Savaş Sanatı isimli eseri. Savaş Sanatı, özünde savaşın temel prensiplerini anlatıyor ve askeri liderlere ne zaman ve nasıl savaşmaları gerektiğini açıklıyor. Günümüzde ise bu önemli eseri, büyük ölçekli şirket yöneticileri, avukatlar ve akademisyenler gibi birçok farklı alandan uzmanlar, verdikleri mücadelelerde referans olarak kullanmaktadır. Kısaca 2.500 yıl önce yazıldığı tahmin edilen bu eser, halen kendisine yeni okurlar bulmaya devam etmektedir.
Bu hafta konumuz ise zor zamanlarımızda uyguladığımız taktikler. Evet, yanlış okumadınız aslında hepimiz kendi hayatımız söz konusu olduğunda Sun Tzu’nun bahsettiği generalleriz. Yani kendi hayatımızın akışından ve verdiğimiz savaşlardan, aldığımız yenilgilerden, bazen orduların geriye çekilmesi gibi elimizle terk ettiklerimizden sorumluyuz.
Peki biraz daha derin sorulara geçelim: Zor zamanlarla savaşırken veya zor durumlarla karşılaştığımızda nasıl tepki verdiğimize veya bu zorlukları nasıl ele aldığımıza dikkat ediyor muyuz? İşte bu nokta bizler için taktik noktası. Bazılarımız öncelikle şikayet etmeye yöneliyor, şikayet asıl konuyu dışarıda bırakıyor ve bizler kurban rolüne bürünüyoruz. Evet, bu açıkça farkında olmadığımız bir taktik. Fakat aslında savaşmıyoruz, “Suçlu ben değilim, taraf ben değilim, konu ben değilim” mesajı veriyoruz. Bu taktik bizi çoğu zaman çözüme de ulaştırmıyor. Ve şikayet süreci katlanarak artıyor, ta ki biz taktik değiştirip konuyu ve sorumluluğu ele alıncaya kadar…
Bazılarımız ise herhangi bir zorlukla karşılaştığında, çözümü dışarıdan bekliyor. Bu ise, “Ben ne yapabilirim?” veya “Ben neyi değiştirebilirim ki, o kişi kendini değiştirsin” taktiği. Dönüp ne yaptığını ve sürecin neden o noktaya geldiğini sorgulamıyor. Bu durumda aynı örnekler tekrar tekrar karşımıza çıkıyor. Kader adeta bir mesaj veriyor; yine aynı savaştasın ama bu sefer değişik bir taktik uygula diye! Ta ki bizler dönüp geçmişe bakmanın sorumluluğunu alıncaya kadar. Yani yanlışlarımızı, doğrularımızı, kararlarımızı ve sonuçlarımızı açıkça görünceye kadar…
Bazılarımız ise bu iki taktik ile uzaktan yakından ilişkisi olmayan bir taktik uyguluyor. İşte bu tam bir general edası. Avantaj ve dezavantajları değerlendirerek sorumluluk alıyor. Zorluğu adeta bir orduyu yarar gibi beklemeden, kaçınmadan ve korkmadan değerlendiriyor. Biliyor ki her aşılan zorluk bir aşama. Gün gelecek o zorluk geçmişte kalacak. Bu sadece bir muharebe ve bugün savaş vermek gerekiyor. Belki biraz ter dökmek, belki gece uykusuz kalmak, belki çok yorulmak, ama sonrası, evet, bu taktiğin sonu her daim güneşli bir sabah. Geriye baktığınızda onlarca şey öğrendiğiniz bir okul. Ve kaderin bu zor sınavı verilmiş oluyor.
Hayatımdaki zor zamanlarda en çok uyguladığım taktik kendime yönelmektir. Konuyu defalarca tüm boyutları ile değerlendirmeye çalışırım. Değiştiremeyeceğim taraflara değil, bundan sonra yola nasıl devam edeceğime odaklanırım. Eğer akış bazı sonuçları bana göstermişse, bu sonuçlara neden olan davranış ve detayları görmeye odaklanırım. Yanlış veya doğru açısından değil, durumu farklı bakış açılarıyla ve farklı boyutlardan analiz etmek isterim. Özellikle “Benim bu savaşın içinde neden yer almam gerekti ve bu savaş bana ne öğretmek için bugün karşıma çıktı?” diye sorgularım. Ve sonunda, kalbime en yakın olan sonuca varmaya çalışırım.
Örnek vermek gerekirse ilk evliliğim hayatımın akışına karşı olan bakış açımı tamamen tersine döndürmüştü. Hepimiz gibi üniversiteden mezun olmuştum, evlenmiştim, iyi bir işim vardı ve artık sıra aile olarak hayata devam etmekteydi. Evet, o zamanlar aklım bu kadarına eriyordu ve hayat herkes için olduğu gibi benim için de basit bir yol olacaktı. Ta ki her bir şey farklılaşıncaya kadar. Tam sekiz ay içinde, ne evliliğim, ne sevdiğim arkadaşlarım, ne de o bağlı olduğum düzen kalmıştı.
Hayat, o benim çok basit gördüğüm hayat, artık bana yeniden başlamak için kocaman bir savaş sunmuştu. Sıfır noktasındaydım. Yeniden başlamam gerekiyordu. Tüm bu olup bitenden sonra elimde kalan bendim. Kendimi yeniden kendimden var edecektim. Öyle de yaptım, spora yoğunlaştım, işime yoğunlaştım, bir hastalık başlangıcını geride bıraktım, dünyayı gezdim, çok okudum, yazmaya başladım ve bu süreçten bambaşka bir Pınar olarak çıktım.
Hayat bizlere zorluklarını teker teker sunmaya devam edecek, bazen “Yeter artık!” diyeceğiz, bazen “Keşke daha basit olsaydı…” İşte bu anlarda taktikleri hatırlayalım. Taktik, bu savaşlarda nasıl düşündüğümüz, ne yapmayı seçtiğimiz ve bu savaşı nasıl yönettiğimiz. Hepimiz hayatlarımızın generalleriyiz; ne daha az, ne de daha fazla. Sun Tzu’nun önerdiği gibi, bunlar üzerine biraz düşünelim…
İlginizi çekebilir: Hayat sanatı 5: En çaresiz anlarda bile bir çıkış yolu mutlaka vardır!