Hayat motivasyonuna dair: Hayatı reddediyorsan, kendini reddediyorsun!
Çok yakın bir arkadaşımla çok keyifli, şen şakrak geçen iki günün ardından eve dönüş yoluna geçmiştim. Tek başımaydım. Aklımda canıma sıkan da hiçbir şey yoktu yola çıktığımda. Müzik eşliğinde yol alırken içimi bir hüzün kapladı. Kalbimdeki hüznü yoğunca hissediyordum. “Ne oldu, neden böyle oldum şimdi, of ne gerek vardı durup dururken, saçmalama Gamze, haydi devam et” gibi sorgulamalara, yargılamalara girmeden kabul ettim olanı. “Tamam şu an hissettiğim bu ve izin veriyorum” diye kendime yumuşacık ve şefkatli davranarak gözyaşlarıma izin verdim. “Tamam yeter bu kadar!” diye sınır da koymadım. Neredeyse 40 dakika boyunca bu şekilde kullandım arabayı ve sonunda kendiliğimden sakinleştim ve her şey bittiğinde kalbim daha da yumuşak ve daha da şefkat doluydu hayata ve kendime karşı. Rahatlamıştım. Hatta sanki kendime verdiğim bu izinle şifalanmıştım.
Eve girdiğimde hemen defterime kalemime koştum. İçimde neler olup bittiğini anlamam için en iyi araçlarım onlar benim. Yazdıklarımın nereye gideceğini bile bilmeden bir cümle ile başlıyorum o anki hislerime istinaden. Sonra da gerisini sanki kalem getiriyor benden bağımsız bir şekilde. Hiçbir şey düşünmeden sadece yazıyorum. Nefes almadan. Zaten sonra dönüp okuduğumda görüyorum içimde neler olup bittiğini, neleri kapattığımı, neleri sakladığımı kendimden bile. Ama defterim ve kalemim asla saklamama izin vermiyor. “Dışarı çıksın ki birikmesin, üzerinden aksın gitsin ki hafif olasın” der gibiler. Benim kendimi anlama yöntemlerimin en büyüğü yazmak. Bunu hepinize tüm kalbimle tavsiye ederim.
31 Ağustos perşembe günü saat 16:04’te dökülen ilk cümle şu oldu benden çıkan: “Hayat devam ediyor”…
Ve ardı yine çorap söküğü gibi geldi. Aslında kendi defterime, kendime yazdığım bir yazıydı fakat bitirdiğimde hayata başka bir pencere açılmıştı benim için sanki. Bu sebeptendir ki hepinizle paylaşmak istedim belki birilerine daha faydası dokunur diye. Aşağıda okuyacaklarınız aslında benim tamamen kendimle olan diyaloğumdur. Bana olduğu gibi ihtiyacı olanların ihtiyaçlarını karşılaması dileğiyle…
Hayatı her haliyle kabul ediyor muyuz?
“Hayat devam ediyor. Karşı koymuyorum. Artık ne gelirse ona izin vermeyi öğreniyorum. Hakkım var. Mutluluk gibi üzülmeye de hakkım var. Öfkeye, hüzne hak tanımamak ne büyük haksızlık aslında. Onları reddetmek en büyük acı. Hatta korkaklık da diyebilir miyiz? Diyebiliriz sanırsam ki. Onları reddetmek insan olmayı reddetmek, hayatı reddetmek gibi. Çünkü aslında onlar da hayatın içinde, hayata dair değil mi? Hayat o sırada da ağlarken gözyaşında var ediyor aslında kendisini. Şu an yazarken anlıyorum ki onları da olduğu/geldiği gibi kabul etmek olgunluk olan. Diğer türlü; sırf mutluluk isterim diye bağrışan küçük, şımarık çocuklar gibiyiz hepimiz.
Sevgi ve acı aynı kazağın yarısının pembe diğer yarısının da mavi olması gibi. Ben sadece tek tarafı giyeceğim diyebilir miyiz? E dersek çıplak kalmaz mıyız? Üşürüz. O boşluk, hissizlik üşütür. Sonrasında hasta bile eder. Kendimize bu kadar iyi bakmaya çalışırken acıyı, hüznü reddederek kendimizi hasta ediyoruz aslında. Hayatın her halinde var olmasına izin vermiyoruz. O zaman o bizi her halimizle niçin kabul etsin?
Haksızlık ediyoruz hayata. Sanki o da bize aynen cevap veriyor. Amacı kötü değil, kötü bir şey de yaptığı yok bakarsanız. Tek yaptığı bize; halimize, tavrımıza ayna tutmak. “Peki, diyor. O zaman buyur bu insanı” karşına seni olduğun gibi kabul etmeyen, karanlıklarını reddeden insanları getiriyor ve tam da hayatının ortasına yerleştiriyor. Şimdi anlıyorum…Ve sonrasında acı çekiyoruz değiştirilmeye çalışılırken, kalıplara sokulmaya çalışılırken başkaları tarafından. ‘Neden beni olduğum gibi kabul etmiyor?’ diye de üzülüyoruz. Hem de çok üzülüyoruz.
Aslında olan tamamen kendimizi yaşamamız. Biz hak veriyor muyuz hayatın karanlık tarafını var etmesine ki? Hayır. Kaçıyoruz.
Biz kendimiz daha karanlıklardan kaçarken başkalarının kabul etmesini nasıl bekliyoruz? O aynayı ilk kendimize çevireceğiz. Aynayı okuyacağız aslında. Yani karşımdakinin benim karanlıklarımı reddetmesine kızarken aslında durup uzaktan bakmak lazım duruma. Ben hayata nasıl davranıyorum ki böyle bir tavırla karşılaşıyorum? Aslında tamamen, birebir yansıma. Ne eksik, ne fazla.
Ben kendimi olduğum gibi kabul etme yolundayım. Bu, sözle anlatılacak bir şey değil. “Ben kendimi olduğum gibi kabul ediyorum” demekle olmuyor. Hayat, laftan çok davranıştan, hareketten anlıyor. Onun da konuşma dili eylem.
O zaman hak tanıyalım hayata. O her halinde var. Aynı bizim gibi. Reddediyorsan hayatı, aslında kendini reddediyorsun. Görmezden gelirsen, aslında kendini görmezden geliyorsun. Her hareketimiz, tutumumuz dönüp dolaşıp bize geliyor. O zaman kabul. Yukarıdakinin her verdiğine kabul.
Zorlanıyoruz ona da kabul. Ama başka yolu yok. Zorlanmazsak, güzel şeylerin kıymetini nasıl anlayacağız? Sıradanlaştırmayacak mıyız? E her şey sıradanlaşırsa hayattan keyif nasıl alacağız? Neden yaşıyor olacağız? Hayata karşı motivasyonumuz, hevesimiz ne olacak? Allah’ım görebildiğim, farkına varabildiğim her şey için şükürler olsun. Tüm bu farkındalıkları, bilgileri hayatın içinde yumuşacık yaşamak dileğiyle…
İlginizi çekebilir: Hayatınız boyunca en çok peşinden gitmeniz gereken soru: Ben bu hayatta ne istiyorum?