Eskiler, bardak altlıkları, yaşama saygı: Hayat kaçırdıklarımızla değil, yaşadıklarımızla dolmalı

Eski eşyalar, eski arkadaşlıklar, eski dostlar, eski anılar, tüm yaşanmışlıklar…

Günümüzün teknoloji dünyasında telefonlarımız, bilgisayarlarımız, adeta elimiz ayağımız. Her şeyimiz bu cihazların içinde. Ve eskiye göre çok daha narin, çok daha kırılgan oldukları kesin.

Sevgili bilgisayarımın ansızın donup kalması ile küçük çaplı bir krizin ardından eski bilgisayarım geldi aklıma; üniversitenin başından sonuna kadar kullandığım ve çok yavaşladığı için sonunda değiştirmek zorunda kaldığım, çok güzel anılarımı saklayan fotoğraflarımın da içinde olduğu.

Eski tip bilgisayarları hatırlarsınız, kocaman bir bataryaları olurdu, donup kaldı mı, bir arıza oldu mu, kapatıp açmak yetmedi mi, o bataryayı çıkarır yeniden takardık ve hop hemen düzelir, hiçbir şey olmamış gibi çalışmaya devam ederdi.

Şimdi daha ince, daha küçük, daha hassas olan bu bilgisayarımın öyle çıkarabileceğim bir bataryası yok. İşin ilginci insan ihtiyacı olana kadar da fark etmiyormuş. Dakikalarca baktım sağına soluna neresini çıkarsam da resetlese kendini diye, yok. Çok da teknolojiden anlayan bir insan değilim, kapatma düğmesine defalarca basılı tutup açılmasını umut ettim kriz esnasında. Neyse ki normale döndü.

Ama konu burada kapanmadı tahmin edersiniz ki. Ah dedim keşke bir bataryası olsaydı… Öyle deyince de eski bilgisayarımı, üniversite anılarımı, üniversiteden mezun olduktan bugüne kadar geçen yıllarımı anımsadım birden. Biraz sakinleşeyim şu bilgisayar krizini atlatayım diye telefonumdaki eski fotoğrafları, videoları temizleyeyim, oyalanayım dedim. Ne anılar, ne anılar…

Bazı fotoğrafları gördükçe o gün yaşadıklarımı hatırladım dakikası dakikasına. Yanımdaki arkadaşlarımı, neler yaptığımızı, neler konuştuğumuzu, şimdi nerede olduğumuzu, en son ne zaman görüştüğümüzü, artık görüş(e)mediğimizi… Eşimle gittiğimiz yerleri, gitsek mi gitmesek mi diye çok kararsız kalıp çıktığımız tatilleri, yemek yediğimiz mekanları, aldığımız eşyaları… Hepsini duyguları ile birlikte hatırladım. Ve hatrı sayılır pişmanlıkları olan bir insan olsam da hepsini gördükçe ‘iyi ki’ dedim. İyi ki gitmişiz, iyi ki almışız, iyi ki yapmışız dedim. Arkadaşlarımla olan anılarım için de aynılarını söyledim.

Mesela fotoğrafların arasında seneler seneler öncesinden arkadaşlarımızla çok zor bir araya gelip planladığımız hafta sonundan bir kareye denk geldim. Hepimizin işleri çok yoğundu, defalarca iptal etmek zorunda kalmıştık buluşmamızı, hiçbirimizin arabası yoktu, hepimiz farklı şehirlerdeydik -aynı şehirde olsak da çok uzak semtlerdeydik- önceliklerimiz, meşguliyetlerimiz çok farklıydı, bize uysa eşlerimize uymuyordu, kaç hafta, kaç ay, ertelemiştik ve sonrasında büyük buluşmayı gerçekleştirebilmiştik.

“Ne güzelmişiz ya” dedim içimden, ne kadar dertsiz, ne kadar tasasız, ne kadar mutlu duruyoruz o karenin içinde. Ama öncesi kaostu, çok net hatırlıyorum. Yine de o haftalarca yaşadığımız kaosun duygusunu değil, ‘nihayet’ buluşabilmiş olmamızın mutluluğunu hissettim içimde fotoğrafı görünce.

Benzer bir senaryoyu o kadar çok fotoğraf karesinde gördüm ki, yine de hissettiklerim hep olumluydu. Oysa ki çoğu anının içerisinde başka duygular da vardı. Kararsızlık, umutsuzluk, plansızlık, belirsizlik, daha birçok şey… Ama tüm bunlara rağmen her bir karede ‘iyi ki’ diyebildim. Ve şunu fark ettim, hani hep denir ya yıllar sonra yapmadığınız şeylerden dolayı, yaptıklarınızdan daha fazla pişman olacaksınız diye, doğru olsa gerek. Çünkü yıllar öyle de böyle de geçiyor, ben nasıl otuzu deviriyorum anlamadım bile, en azından ‘dolu dolu’ geçirmek için bir şeyler yapabilmeli insan. Ne olursa olsun. Hayal kırıklıkları yaşayacağını bilse de, kaybedeceğini bilse de, aklındakini, gönlündekini bulamayacağını bilse de, yapabilmeli. En azından denemeli. Yapmalı, yanılmalı, görmeli, ağlamalı, gülmeli, denemeli… O özel günlere sakladığı elbisesini giymeli, evde de olsa sadece kendine aynada daha iyi görünmek için kırmızı rujunu sürebilmeli, o çok istediği tatil planını yapabilmeli, arkadaşlarıyla bir hafta sonu kaçamağı ayarlayabilmeli -zamanı olmasa da, başka işleri olsa da, yorgun hissetse de, para hesabı yapsa da, başkaları hayır dese de, şüphe duysa da, tüm şartlar olgunlaşmasa da- yapmalı, görmeli, yaşamalı, denemeli. En fazla ne olur ki? Ertesi gün yorulursan, bir gün uykusuz kalır sonra dinlenirsin. Hesap bakiyen eksiye inerse, sonraki ay harcamaz toparlarsın. Diğer işlerin yarım kalırsa, biraz fazladan çalışır yetiştirirsin. Yaparsın, yani yaparız, dağıtırsak toplarız. Ama dağıtmaya bu kadar gönülsüz olursak, her şey toplu olsa da gönlümüz hoş olmaz.

Biraz dağıtmak lazım, hep olmasa da, bazen. Bazen düşünmeden, plan yapmadan, hesapsız kitapsız o yola çıkmalı insan, ‘yaşamalı’.

Yeni evimize taşınalı birkaç ay oldu, çok da eşya insanı olmadığımızdan yeni eve yeni eşya almadık gibi bir şey. Birkaç parça gerekli eşya ve bir iki küçük ıvır zıvır almıştık o kadar. O ıvır zıvırlardan biri de çok beğendiğim altılı bardak altlığı setiydi. Ama o kadar çok sevmiştim ki kullanılmasın diye bir köşeye kaldırdım biblo gibi; aslında ‘dağılmasın’ diye. Eşim de bunu fark etmiş ve geçen gün durup dururken ‘senin yaşamaya saygım yok’ dedi bana, sebebi ise bardak altlıklarını kullanmamammış.

“Bunların bir amacı var, bunlar kullanılmak için, bırak eskisin” deyip duruyordu. E, haklı tabi… Bir şey diyemedim. “Ama çok sevmiştim, kıyamıyorum” gibi bir şeyler geveledim. Onun için önemli değildi elbette, söyledi ve geçti gitti, bardak altıklarına da dokunmadı bile. Çünkü asıl mesele o bardak altlıklarının kullanılmaması değil, benim yaşama(ma)ya bu denli direnmem. Bu bir örnek olsa da emsalleri çok bizim evde ve benim hayatımda.

Haklıydı.

İnsan bir şeylerin bu denli içindeyken fark etmiyor ne yaptığını, ne yapmadığını. Ama dışarıdan bakmayı hatırladığında (ya da biri ona hatırlattığında) fark ediyor, neleri kaçırdığını. Oysa ki kaçırmamak lazım hayatı. O bardak altlıklarını kullanmak, kıyamadığın kokulu mumu yakmak, özel günlere sakladığın elbiseyi giymek, uykusuz kalıp eğlenmeye gitmek, o tatil planını yapmak lazım. Çünkü hayat, kaçırdıklarımızla değil, yaşadıklarımızla dolmalı.

Bir bilgisayardan, bir bataryadan, konu nerelere geldi ama olsun, bazen o da lazım 🙂

İlginizi çekebilir: Birilerinin iyi niyet bekçisi olmak zorunda mıyız?

Ecem Şenyurd Efecan Psikolojik Danışman
Selam, ben Ecem! Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra çeşitli özel kurumlarda çalışıp akademi özlemiyle soluğu yine üniversitede aldım, daha öğrenilecek çok şey vardı! Mindfulness ... Devam