Hayat her an konuşuyor: Bizi korumakla görevli bilinçaltımız ve bize söyledikleri
Sorularımıza cevap arar, kalbimiz rehberlik etsin isteriz. Umudumuzu fallara bağlar, moral bulmak için güzel sözler söyler, işitiriz. Her an bir arayış var. Özümüze yolculuklarımız var. Her yolculukta yeni deneyimler, farkındalıklar… Bazen bir anda sanki çok sıradan bir konuyu konuşurken hayatımızda iz bırakan bir travmayla yüzleşiriz. Yüzleştikçe, o anı, o hali, o duyguları sarıp sarmalayınca sevgiyle hafifleriz. Bir şeylerin yüzeye çıkması, kendini göstermesi, rahatsız etse de çok iyidir aslında… Farkındalıkla bakarsak, “burada nasıl bir şey oluyor?” diye sakince sorabilirsek… Orada olan ne ise üzerimize etkisini serbest bırakıp rahatlayabiliriz. Bir nevi içsel şifacımız devreye girer.
Almanya’dan ressam kuzenim geldi. Bir süredir uykusuzluk yaşadığını anlatıyordu. Hatta kardeşiyle konuştuğunda, kardeşi ona bir uyku ilacı tavsiye etmişti. Uykusuzluk çekmesiyle aslında bir şey görünür olmuştu. Hemen ilaçlara sarılmaya, bedenin anlatmaya çalıştığı bir şeyi susturmaya, ilaçlarla üstünü örtmeye, uyuşturmaya gerek yoktu. Yani ben öncelikle bedendeki hislere “ne anlatıyor?” bilinciyle bakmaya çalışıyorum. Kuzenim, uykusuzluğun iki kızında da baş gösterdiğini söyleyince dedim bu işte başka bir şey var. Çocuklar annelerine yansıtma yapıyor, ayna tutuyor diye…
Annemin lezzetli kekleri, börekleri eşliğinde ailenin bilge kadınları teyzelerim, yengem, annem ve biz genç kuşak buluşunca aynı sofrada sohbet tatlı tatlı akıyordu. Derken uykusuzluk çeken kuzenim bir yanık kokusu almaya başladı. Hakikaten aynalı büfenin ışıklandırma kablosundan bir yanık kokusu geliyordu. Şu an hayat bir şey anlatıyor, bizimle konuşuyor dediğimde; kuzenime sordum “yanık kokusuyla ilgili bir anın var mı?” diye hemen hatırladı. Üç yaşındayken evde soba yanıyormuş. Kuzenimin annesi, yengem de birden anlatmaya başladı: “Kardeşini içerideki odaya uykuya yatırmıştım. Komşum vardı, sohbet ederken ikimiz de birden mayıştık, uykumuz geldi. Hafif uyuklar halde dalmışız. Birden yanımızda uyuyan Gül, gözlerini kocaman açıp da ağlamaya başlayınca onu kucağıma alır almaz balkona çıktım. Kızım sobadan zehirlendi, ölüyor diye panikledim. Aslında sobadan zehirlenmişiz, hepimizin uykusu ondan gelmiş. Gül ağlamasıyla uyandırdı bizi.”
Bu esnada kuzenimin bilinçaltı bütün hikayeyi, o anı kendisine birebir yaşatıyordu. O anki duygularını, korkusunu ağlayarak boşaltıyordu. Kendi kendine regresyona girmişti. Kuzenimin bilinçaltı bu olayla birlikte annesinin kucağındayken “çocuğum ölüyor” sözlerini, yanık kokusuyla kayıt etmişti. Kuzenim annesinin hissettiği paniği ve korkuyu tamamen hücre hafızasına da kayıt etmişti. Ortak enerji alanındaydılar. Kısacası; uyursa çocukları ölür kaydından dolayı bilinçaltı korkuyor, kendini ve çocuklarını koruma amaçlı uykusuz bırakıyordu.
Bilinçaltı hakkında bilmeniz gereken ilginç noktalar
- Bilinçaltımız bizi tamamen korumakla görevlidir.
- Hayalle gerçeği ayırt edemez.
- Zaman kavramı yoktur.
- Beş duyuyla algıladığımız duygu ve korkuyla ve hislerle kayıt eder.
- Olanın üzerini örter, unutturur.
Kısacası, hayat bizimle her an konuşurken farkındalıkla bakabilirsek eğer okuruz hikayemizi! Yanan kablo kokusu bile anlatır uykusuzluğun sebebini… Geçmişin izlerinin bugünkü hayatımıza etkisini… Bu yazım geçmişin üzerimizdeki etkilerinin şifalanmasına dair farkındalık yaratsın. Hayatı okumaya yepyeni bir bakış açısı kazandırsın. Ve de öyledir.
İllüstrasyon:
Nicholas Monin-Baroille
İlginizi çekebilir: New York’tan Bali’ye uzanan bir aşkı bulma hikayesi: Aşk Ol