Doğumla başlar bu birliktelik. O gelişir, bizler de gelişiriz. Ayaklarımızı kullanmaya kaç yaşlarımızda başlarız bir düşünün, belki 70 belki 80 yıl bizi taşırlar değil mi? Bıkmadan usanmadan, biz okula başlarız onlar bizimle olur, bizler büyürüz onlar bizimle olur hiç şikayet etmeden, biz koştur koştur diye de tabir ettiğimiz kocaman dolu dolu günler yaşarız hatta bazen “ayaklarımıza kara su da iner” ama yine de şikayet etmezler… Belki bir yaştan sonra teklemeler başlar, “dizlerim ağrıyor, eskisi kadar hızlı, eskisi kadar dinamik veya eskisi kadar yoğun koşamıyorum” da deriz…
Peki ya ellerimiz, ilk neye dokunduk? Evreni, hayatı, yumuşak ve serti, sıcak ve soğuğu nasıl öğrendik? Ellerimizi çırparak ilk ne zaman alkış tuttuk? Ellerimizle bir yüze ilk ne zaman dokunduk, gözlerimizi açmadan ilk körebe oynadığımızda veya ilk kez yuvarlanıp ne zaman düştük ellerimizle kendimizi durdurduk? Hiç şikayet ettiler mi yıllarca yemek yaptık belki çocuklarımız için belki de kuaförde bakımlarını hiç aksatmadık, belki de nasır tuttular kürek çekmekten, fındık toplamaktan veya en son bir domatese tarlada ne zaman dokunduk? Öylesine muhteşem uzuvdur ki ellerimiz bedenimizin tüm hayatımız boyunca en fazla kullandığımız parçaları arasındadır…
Şimdi biraz daha derinlere ilerleyelim istiyorum en son ne zaman durup kalbimizi düşündük? Ben bu içkiyi bir kadeh daha içiyorum ama bana neler olacak öngöremiyorum diye en son ne zaman diyebildik? Midemiz yıllar yılı yediğimiz şeyler için, belki ağır et yemekleri, belki hafif güzel bir yeşil elma için bizi hiç kırdı mı? Ben artık bu işi yapmıyorum dedi mi? Biz belki onu günler ve hatta geceler boyunca yorduk (gece yemelerimizi burada anlatmıyorum) ama bize belki az da olsa sinyaller gönderdi değil mi, bana dikkat et demeye çalıştı belki de…
Ya güzelim karaciğerimiz, kalbimiz, safra kesemiz, pankreasımız… Yıllar boyunca tüm hormonlarımızı düzenlediler, biz stres olduk onlar çalıştı, biz uyuduk evet onlar çalıştı, biz yorulduk evet onlar çalıştı, biz yaşlandık onlar hep çalıştılar… Ve bir gün bile bunun karşılığını istemden, ben burada duruyorum bana nasıl davrandığına bir bak demeden devam ettiler değil mi?
Şimdi en önemli noktaya geliyoruz, akciğerimiz, bu hayata geleli kaç nefes aldık? Kaç kez bizi kurtardı kaç kez nefesimiz kesildiği anlarda yaşadığımıza şükrettik, kaç kez aldığımız nefesin kıymetini, derinliğini, güzelliğini ve muhteşemliğini kutsadık? Kaç kez onu dinledik? O muhteşem akciğerimizin nasıl şiştiğini nasıl olağanüstü bir mekanizma ile bizi hayata bağladığını kaç kez düşündük?
Şimdi sıra mücevher parçamızda, bedenimizin merkezinde ve bedenimizin olduğu kadar ruhumuzun da merkezi olarak nitelendirebiliriz aslında… Düşünün bu dünyaya ilk defa düştüğünüzde ilk oluşan organınız oldu, daha anne karnındayken atmaya başladı, sesi hem annenizin hem babanızın mutluluğu oldu… Sonra dünyaya geldi, tüm hayatınız boyunca günler geceler boyunca muhteşem şekilde atmaya hep devam etti… Güzelliği mutluluk oldu, bazen kırıldı, bazen incindi… Siz savunmaya çalıştınız, hayatı öğrendi ama hep atmaya devam etti. Korktunuz yanınızda oldu atışı hızlandı, sevdiniz aşık oldunuz neden vücudunuzda olduğunu bir kez daha hatırlattı değil mi olduğu yerden! Siz onu her yere götürdünüz bazen bir kişide bıraktınız bazen bir evde, bazen bir evlilikte, biten bir ilişkide… Bazen sadece öylesine alıp başınızı gittiniz birlikte ama sizi en derinden en hasından bilen oldu değil mi?
İşte vücudumuz bizim kaçamayacağımız ve hayat boyu her daim bizimle olan evimizdir. Bu evi nasıl değerlendirdiğimiz, nasıl yönettiğimiz ve nasıl baktığımız evimizin kullanım süresini direk olarak etkiler. Biz ona özen göstermediğimizde hafif hafif uyarılar alırız. Biz ona değer vermediğimiz bizi uyarmaya çalışır. Biz ona sevgi verdiğimizde bakım için zaman ayırdığımızda ve öncelikle bedenimin muhteşemliğini gerçekten idrak ettiğimizde ne kadar zaman ayırsak güzelleştirmek için emek versek az kalacağını da görürüz aslında… Bedenimiz bize bahşedilmiş bu hayatımız boyunca bize direk olarak verilmiş olan evimizdir.
Bu yüzden bugün bu yazımı okuyorsanız bedeninize nasıl baktığınızı, bugüne kadar neleri önceliklendirip neleri daha iyi yapabileceğinizi bir düşünmenizi istiyorum. Bu bedeniniz kısa bacaklar, kalın bir bel, büyük ayaklar, beğenmediğiniz bir boyun veya hoşunuza gitmeyen bir kilo ile şu anda sizinle bulunuyor olabilir. Fakat bu, ona vereceğiniz değeri asla ve asla azaltmayacaktır. Siz bedeninize baktıkça, spor yapmak için, iyi beslenmek için ve onu daha çok mutlu etmek için zaman ayırdıkça, size beden güzelliği kadar ruh ve zihin güzelliği olarak da geri dönüyor olacaktır…
Bedenlerimiz bu dünya zamanımızda bizlere verilmiş olan muhteşem yaratım ve insan aklının almayacağı muazzamlıkta tasarlanmış olağanüstü evlerdir. Bedeninizi sevin, bedeninize değer verin, bedeninizin güzelliğini, büyüleyiciliğini ve kutsallığını görün. Bedeniniz için çalışın, kendiniz için zaman ayırın ve bedeninizin bu hayat boyunca sizinle olacak olan ve değişmeyen tek dostunuz tek yoldaşınız ve her daim sığınacağınız değişmeyen “eviniz” olduğunu unutmayın…